Rüveyda Sadak

Gazze Çocukları, Oyun Bilir mi?

Rüveyda Sadak

Dünden bugüne, takvimde 19. gün… Bir insanlık dramı, çaresiz insanlar tarafından bir umut beklenen, küresel diplomasi imkânı ve pasif psikolojinin ağırlığıyla ve ağlayarak katliam ortamından kurtulmaya çalışan aktif bireyler, onlar… Genç, yaşlı, çocuk. Söz konusu, yaşın bir önemi yok ve kısaca ‘insan’ olması maalesef yeterliydi öyle değil mi? Filistin’de insanlar ölüyor, siviller ve çocuklar ve statükonun toplumdaki görünür ifadesi, yaralı ve ölen çocuklar. Yüzleri mi? Savaştan kalan ayak izleriyle tanınmaz halde ve yarınını düşünemeyen çocuklar, onlar. Ve onlar bilmiyor lüksü, çocuk olmayı ve çocuk gibi yaşamayı. Mesela bir evleri artık yok. Gerçek bir çocuk sınıfında değil, onlar. Ve onlar kim mi? Sınıfta oturup okumaya çalışan, alışverişte sıra beklerken uzun süre bekletilen bile değil, bizzat alışveriş yapmasına imkânı bile ol(a)mayan çünkü bombalar altında mücadele etmeye çalışan çocuklar, onlar. Ve bu çocuklar kim, biliyor muyuz? Tek amaçları yaşamak olan ve savaşın gölgesinde ve rağmen yine de yaşamaya çalışan savaş çocukları, onlar. Hâlihazırda Filistin’deki çocuklar için isim alternatifli ve tek kelimeyle sınırlı olmayan, devasa oyunlardan bahsedilmesi de manidar olurdu.

Gazze’de sağlık sistemi çöküyor. Çoğunluğun çocuklardan oluştuğu, salgın hastalıkların tespit edildiği bildiriliyor. Tedavide tıbbi imkânların yetersizliği, sirke ile tedavi yöntemini gündeme getirirken bir bakıma da maddenin, mana olarak tanımlanmaya çalışıldığını gösteriyor. Böylece imkânsızlıkları tekrarla ifade eden bir katliamı yaşıyor, Filistin. Hastaneye gelen, tedavi ol(a)madan ölüyor. Büyük küçük fark etmiyor. Bu, doğru mu? Eti kemiğiyle tamamen yok edilmek, ortaya nasıl bir doğruluk ve haklılık payı çıkarabilir? Masum ve savunmasız bir insana ve hem bahsi edilenin küçük bir çocuk olduğu düşünüldüğünde, teyit edilen bir gerçek ki prematüre bebeklerin bile tıbbi yetersizlikten dolayı hastanede ölüm karşısında, mücadele etmeye çalıştığını hangi yanlış, doğru sayabilir. Bu mümkün mü? Değil!

Dünya’da milyar insan var ve insanlık ve insanlar, Filistin’i görüyor. Filistin’de insanlar, çocuklar ağlıyor. Bu insanlar, bu çocuklar, dünyayı bilmeyen bebekler sadece savaştan bombalardan kaçıyor. Ölenler, yerlere öylesine sıralanıyor. Ve Dünya ve insanlar ve bir kolektif vicdan muhasebesi diyelim.

Dini kapsamdan uzak ve kutsalın reddi ve dolayısıyla seküler (dünyevileşme) bir hayat anlayışını tasvip eden kavramla Filistin’e yönelik, savaş politikasına dayalı ve kâr kazanımlı, ekonomik kaygı tolere ediliyor. İnsan, sınıfsız bir canlı pozisyonunda. Gelişim, seviye, uygarlık vesaire avangard (yenilikçi) kavramların merkezinde yer alan birtakım coğrafik ülkelerin, aslında kapitalist kaynaklı ekonomik kaygı referansı olduğunu tekrara gerek yok. Filistin’de insanların yani an itibariyle sağ kalan insanların, ülkelerden ve büyük ülkelerden istediği, muhalif bir karşılık olarak katliama destek seyirci olmak değildi. Her şeyden önce, katliamın merkezinde öldürülen özne bir insan ya. İnsan. Medeni yani kentsel statü açısından oldukça donanımlı seviyenin, rol model ölçütü buydu galiba. Yak, yık, geç! Filistin bir İslam ülkesi. O halde Filistin alerjili İslamofobya, kavramını böylece örneklendiriyor. Nitekim, İsra suresi 70. ayette buyrulduğu gibi, “Gerçekten biz, Adem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasip ettik, onlara helal ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık.” Ve rağmen insan canlısı için yok oluncaya kadar yok etmeye devam diyerek yine devamında gelen, hümanizmin (!) demografik şekli, enkazlarda kanlı cansız şehir görüntüsünü böylece manipüle ediyor. Cansız biçimde sıralananların bir enkaz kalıntısı değil, bizzat insan olması ve haftalar geçtiği halde, savaş çocuklarının hâlâ ağlıyor durumda olması, hangi doğruyu açıklıyor? İnsan hakkı bu muydu? Filistin’de, Gazze’de Müslüman kardeşlerimiz ölüyor, öldürülüyor. Ve şu bilinmeli ki onlar bir ölü değil, onlar bir Şehit!  

Yazarın Diğer Yazıları