Rüveyda Sadak

Dil, Kendi(si)ne Yabancılaşırsa…

Rüveyda Sadak

Biri bir şeyler konuşmuş. Devasa (!) içerikte açıklamalar yapıyor. Şahıs, harikalar Dünyası’nda yaşıyor anlaşılan ve görünüşe bakılırsa Dünya’nın ayağa kalktığı ve Dünya  konjonktüründe bir katliam bir soykırım olan Gazze’de, bombalar altında katledilen insanların ve kısaca bir toplumun yok edilişi bir normallik uyandırmış olmalı ki etik disiplin, bu gibilerde sınıfta kalmış görünüyor. Film izler gibi Gazze’de bombalar altında katledilen insanları seyretmekten imtina etmek değil de bunun bazı kişilerce bir tür keyif sayılır olması, insanlığın nerede olduğunun sorgulanması gerekenlerinden olmalı. Keyfi gereksizliğin, sözde yabancı dil çatısıyla bireysel tercihle kurumsallaşması ve bilinen bir Gazze gerçeğini, umursamazlığıyla gölgeleyen bir örnekti bu. Yabancı dil konusunun, toplumsalda bir statü olmaktan çıkıp aksi yönde karışık bir takıntıya dönüşmesi, temcit olmaktan çıkmış gibiydi. Öyle ki okul hayatının yıllarca ve neredeyse büyük yüzdeseli, yabancı dil ile iştirak edildiğinden olsa gerek, normalleşen bir rutin bile denebilirdi kendisine. Dilin İngilizce ya da Arapça, Almanca, Fransızca, İspanyolca vesaire olmasının çok bir önemi var mı? Bir dili bilip bilmemek ayrı konuyken, kutsala hakaret konusunda inisiyatif kullanabilecek bir lüksün de mümkün olmadığını, ol(a)mayacağını, alenen belirtmekte fayda görüyoruz. Şimdi genel bir kavram açıklaması diyelim… Kutsalda bir deney bir deneyim yoktur ve tamamen tinsel ve metafiziksel bir evrenden yani somut olmayan, soyut olan bir gerçekten bahsedilir. Hatta yabancı literatürden de bir alıntıyla sabitleyelim. Kant, ‘a priori’ kavramıyla da zamanında izahını yapmıştır. 
Nitekim, ölümü bizzat deneyleyebilen gerçek bir ölünün, olayı öylece yaşayıp gözlemleyip aktarabildiği görüldü mü mesela? Ve ayrıca evrensel düzlemde, kâinatın bu olağanüstü yapısal düzenini kurgulayan ve böylece sebep ve sonucu, deney ile açıklayabilen çıktı mı şimdiye kadar? Cevap, kesinlikle hayır olacaktır aksi mümkün değil. Şimdi kutsalı, kutsal olan Kur’an-ı Kerim ile ifade edelim. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın kelamı olup, evrenseldir, ilahi kitapların sonuncusudur. Allah, Kur’an-ı Kerim’i bizzat kendi korumasına almıştır. Kur’an-ı Kerim’de: “Şüphesiz o, çok değerli ve sağlam bir kitaptır. Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi övülmeye layık olan Allah tarafından indirilmiştir.” şimdi kutsalın geçerliliği için başka söze gerek var mı? Ve devam edelim… Dinimiz İslam’ın, kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in, eşsiz kelamıyla… “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alaktan yarattı. Oku! Rabbin, sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediğini O, öğretti.” Ve demek ki konuşmayı, var olan dili ifade edebilmeyi ve bilmeden konuşmanın mümkün olamayacağını yaratan ve her şeyi yaratan bir Allah var.
Ve Gazze… Hâlâ karadan ve havadan vurulan bir Gazze. Hedef alınan hastaneler, hastalar ve bombalardan geriye kalan sağ yaralılar var. Ültimatom bir vicdanın merhametsizlikle ve katliamın arttıkça, seyre değer sanıldığı ve insan kavramını yeniden detaylıca düşündüren ve temelinde yapıcı değil, yıkıcı teknolojinin insansız bir biyolojiyi oluşturma çabası 7 Ekimden bugüne görülüyor. Gazze’de bilanço ağır. Can kaybı 14 bin 800 üzerinde ve yaralı sayısı ise 35 bin üzerinde artış gösteriyor. Ve Gazze’de 67 okul, 26 hastane, 55 sağlık merkezi’nde hizmet verilemiyor. 45 bin konut, tamamen yıkılan yapılardan. Dünya ülkelerinin, Gazze katliamı konusunda tepkileri devam ediyor… BM’den ateşkes çağrısıyla: “Bir kez daha ateşkesi yineliyoruz.” açıklamasında bulunuldu. Gazze’deki durumun görüşüldüğü BRICS Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nde, “Filistinlilerin kendi topraklarından her türlü kitlesel veya bireysel biçimde zorla çıkarılmasını kınıyoruz.” ifadelerinde bulunuldu. Ve böylece yanlışın bir doğrusunun olmadığı, ol(a)mayacağı aleni şekilde görülüyor. Sürecin esnekliği açısından hafifletici diplomatik çalışmalar gerekiyor. Bazı ülkeler tarafından uluslar arası polemik kapsamında, soruna dair bir çözüm değil, çöküş teorisiyle ve türlü safsatalarla gerçekte haklı olan Filistin, haksız ithamıyla demonize edilmeye çalışılıyor. Bir Filistin var. Ve bir Gazze. Yıllardır bombalar altında katledilen ve rağmen yine de mücadele eden bir Filistin. Fakat bu katliamı bu soykırımı meşrulaştıran ve olmayanı varmış gibi göstererek, ikna etmeye çalışan bir paradigmaya doğru insanları yönlendirmeye ve buna toplumları alıştırmaya çalışmak prosedürü, açıklanabilecek bir özet olmalı.
Dünya’da her alanda her kimlikten yapılan protesto ve tepkiler devam ediyor… Kıtalar coğrafyasında, Gazze’nin 50 günü geride bırakan ve soykırıma uğradığı doğrusunu görünce, kimliğin aslında bir önemi tabiî ki yok. Birtakım sosyal medyaların, gerçeği yok göstermesine rağmen yine de tek bilinenli bir denklem var ki Filistin’in uğradığı soykırım bir bakıma ve böylece küresele, insansız topraklaşma holiganlığıyla tezahür ediyor. Dünya’nın farklı ülkelerinde yapılan gösteriler, Gazze’de katledilenlere destek olmak amacıyla ses olmaya devam ediyor.  
İrlanda, katliamın durdurulması çağrısında bulunuyor. Kanadalılar ve İsviçre’nin Cenevre şehrinde Filistin’e destek gösterileri yapılıyor. Berlin’de, ABD’de, Japonya’da Gazze katliamının durdurulması için sesleniyor insanlar, katliama hayır diyerek. Filistin’e destek yönlü ve küresel kapsamlı uluslar arası boykotlar yapılıyor. Boykotun kapitalde ve küreselde karşılık bulduğu bilinci, toplumlarda giderek yoğunlaşıyor. Kapitalin, sermaye ile bütünleştiği bir ekonominin Dünya gündemine ters olarak denk düşmesi, açıkçası pek de zannedilmeyenler arasındaydı. Gazze yıkımı boyunca, desteğini her fırsatta dile getiren fast-food devleri ve adının anlaşılamadığı şu değişik telaffuzlu içecek ailesinden kahve vesaire nesneler de kapitalin döngüsü içinde yer almıyordu (!) öyle ya tamamen tarafsız.

Yazarın Diğer Yazıları