Mustafa Demirbağ

İnsanlarda Endemizim

Mustafa Demirbağ

Bunu tamamen ben uydurdum. Gerçekte böyle bir kavram yok. Ama biyolojide “endemik türler” diye bir kavram var. Bu da belli bir bölgeye has nadir bulunan türler için kullanılır.

Endemik olan canlı türlerinin; yaşam alanları sınırlı ve sayılarının az olması nedeniyle her zaman yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Endemik oldukları için de tahmin edileceği üzere çok kıymetli canlılardır bunlar. Tıbbi ve ekonomik değeri çok yüksek olduğu için koruma altına alınmışlardır. Kaçak olarak toplanmasının ya da avlanmasının cezası da bayağı külfetlidir.

“İnsanla ne alakası var?” diyeceksiniz. Zaten yazımızın temel amacı da tam olarak budur. Çünkü artık insanlık da endemik türler arasında yerini almıştır. Az sayıda kalan insan gibi insanların da derhal koruma altına alınması gerekmektedir.

Yaratılanların en şereflisi olan insana ait olması gereken insanlık aranıyor. Bunu sadece bizim toplumumuz için söylemiyorum. Tüm dünya için geçerli bu.

Sürekli değerlerimizden dem vuruyoruz. Neden böyle bir şey yapıyoruz peki? Çünkü değer kalmadığı için özlem duyuyoruz. Hasret çekiyoruz. Sürekli bir arayış içindeyiz. Fakat hiç aynaya bakmıyoruz. Aradığımız şeyler bizde de var olması gereken unsurlar değil mi? Bizim diğer insanlardan ne farkımız var?

Zaman zaman hatırlatma ihtiyacı hissediyorum. Benim şahsım da bunlardan bağımsız değil. Bende bu çarkın içinde yaşayan bir bireyim. Yine daha önce de dediğim gibi bu yazdıklarım aynı zamanda kendime de bir nasihattir.

Endemik hale gelen insanlığımızın temel yapıtaşlarını hep birlikte sorgulayalım isterseniz:

Etrafınızda doğruluğuna emin olduğunuz kaç insan tanıyorsunuz? Doğruluğuna emin olunan kaç insan duydunuz?
Hoşgörü ve tevazu sahibi kaç insan tanıyorsunuz? Duyduğunuz hoşgörü ve tevazu sahibi kaç insan var?
Gerçek manada merhametli, komşusu aç iken tok yatmayan kaç kişi tanıyorsunuz? Ya da bu vasıflara sahip kaç insanın varlığından haberdarsınız?

Haksızlığa karşı (sosyal medyanın sahte kalemşörlerini saymıyorum) sesini yükselten kaç insan tanıyorsunuz? Böyle kaç kişinin varlığından haberdarsınız?
Mazluma karşılık beklemeden, afişe etmeden (reklamını yapmadan) el uzatan kaç insan tanıyorsunuz? Ya da böyle bir özelliğe sahip olan kaç kişiyi duydunuz?

Zekâtını hakkı ile veren kaç insan tanıyorsunuz? Ya da zekâtını eksiksiz verdiğini duyduğunuz kaç kişi var?
Ticaret erbapları içinde vergi kaçırmayan kaç kişi tanıyorsunuz? Ya da vergisini eksiksiz yatırdığını duyduğunuz kaç kişi var?
Bunu daha fazla uzatmak mümkündür. Fakat bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyorum. Bu sorduğum sorulara olumlu manada daha fazla örnek verenleriniz varsa yazının bundan sonraki kısımlarını okumayabilirsiniz. Onlar için; “Demek ki bende ve etrafımdaki çoğunlukta bir sorun var. Hepinizden özür dilerim.” diyecek medeniyete de sahibim.

Kemal Sunal ve Şener Şen’in başrollerini paylaştığı “Süt Kardeşler” filmini mutlaka bilirsiniz. Oradaki “Gulyabani” figürüde hepinizin malumudur. Şener Şen’in inanmayıp “Gulyabani yoktur” diye ısrarcı olması. Onu gördükten sonra ise “Gulyabani vardır; ama korkacak bir şey yoktur” deyip, arkadaşlarının arkasına saklanması gerçeği ortadan kaldırmış mıydı? Ya da bir çözüm olmuş mudur?

Gulyabani figürü insanları yiyen, ortadan kaldıran, görenlerin dillerini yuttuğu bir unsur olarak tarif edilmektedir. İnsanların ondan korkmalarının asıl nedeni budur. Bu durum ne zamana kadar sürmüştür? Filmdeki kahramanlarımızın; kinlerini, öfkelerini, kızgınlıklarını unutup birlik beraberlik içinde çalışarak gulyabaninin maskesini düşüp gerçeği ortaya çıkarana kadar.

Son diyeceğim şudur: İnsanlığımızı yiyip bitiren ve hala içimizde var olan, maske arkasına saklanmış gulyabanileri ayıklamadığımız sürece nesli tükenmekte olan insanlığımızı yeniden çoğaltmamız mümkün değildir.

 

Yazarın Diğer Yazıları