2024-2025 Yılı Eğitim- Öğretim Yılına adımlarımızı atarken
Öğretmenokulları ile ilgili tarihi bir değerlendirmeyi sizlerle
paylaşmak isterim.
İlk öğretmenokulları 16 Mart 1848 tarihinde, “Dârulmuallimîn” adıyla
açılıyor. İlk öğretmenokulunun açılışının 176. Yılındayız!
Günümüzde, Öğrenci sayısı; “19 milyon 126 bin…”
Öğretmen sayısı, “Bir milyon 146 bin…”
Öğretmen Okullarının açılışının 176. Yılı diyoruz (ama) “Öğretmen
Yetiştiren Okullarda…” istikrar sağlayamamışız!
Aynı istikrarı, İlk ve Orta Eğitimde de, tam anlamıyla sağlandığını da
söyleyemeyiz.
Bu ifadeleri bile inanınız, ‘zorlanarak…’ kullanıyorum!
Atatürk, “Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır!” diyorlar.
Bu ibare, “Eğitim Enstitülerinin Girişinde de…” yer alıyordu.
Öğretmen Okullarında, ‘öncelikle istikrar…’ dedik.
Şimdi söylerim sizlere, Öğretmen Okullarını, “176 yıl boyunca…” yaşatabildik mi?
İstikrar, bir kurumun ‘kendisini yenileyerek devamlılığıdır’
1940 yılına gelindiğinde, “Köy Enstitüleri…” açılıyor.
Köy Enstitüleri, “Türkiye Modelidir!”
1940’larda Türkiye'nin toplam nüfusu, “17 milyon 820 bin…”
Bu nüfusun , “13 milyon 474 bini…” Kırsal kesimde yaşamaktadır.
Toplam nüfusun, ‘yüzde 75’leri…’
Köy Enstitülerinin temel kuruluş felsefesinde ne vardır?
“Kırsal Kültüre Uyumlu Nitelikli Öğretmen Yetiştirmek…”
Kalkınmanın köylerden başlaması…
Kırsal kesimlerde, “eğitimli ve nitelikli bir nüfusun kazanımı!”
Köy Enstitüleri, 1947’lere kadar yaşayabildi…
Türkiye'de, “Eğitim Enstitüleri…” serüveni
1940’lara, “Gazi Eğitim Enstitüsüne kadar…” uzanıyor.
Bu ülkenin çivileri tabir yerinde ise, ‘muallimlerdir’
Gazi Atatürk bir sözünde, “Muallimler, gelecek nesiller sizlerin eseri
olacaktır”
Sorumluluğu bizleri bir ömür boyu kuşatacak, ‘mukaddes’ bir görev!
Eğitim ve Öğretim siz sanmayınız ki; bir günü, bir ayı veya bir
mevsimi değil, ‘bir asrı, nesilleri şekillendirir’ Bu hizmete, ‘bir
milleti, yarınlarını veya geleceğini ihya edecek bilgi ağacı’ deriz.
Eğitim konuşulduğu zaman, ‘titrerim’
Öyle ki, hayatın özellikle de; ‘ilimde geç kalanları affetmediğini’
gayet iyi biliriz.
Çok değil, son üç asrın şöyle bir fotoğrafına bakınız;
‘dün batıyı büyük bir hayranlık içerisinde derinden etkileyen ve
şekillendiren Türk ve İslâm Medeniyeti’ bugün, 21. asrın şu nazik
konumunda nerelerdedir?
Eğitim Tarihini, öncelikle sorumluların, tarihi mukayeseler getirerek
kendilerini, ‘sorgulamaları’ gerektiğine inanıyorum. İnsan içinde,
milletler içinde geçerli olan ve altını kalın çizgilerle çizmemiz
gereken; “Hayatta bir gayesi olmayan insanlar/veya milletler, bir
nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler; onlar kendilerini
(zamanın) suyun insafsız akışına bırakırlar” Hedefi olmayan bir
insan/veya devlet tasavvur edebilir misiniz?
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”
Bu milleti, ‘cihan hâkimiyetine’ taşıyan sır nedir? Kendisine hâkim
olan bir şuurun büyük fırtınalar kopararak; bir başkasına/ yeryüzüne
hâkim olacağı inancıdır! O inanç felsefesinin tarihi yapraklarını
biraz olsun aralayınız, kendi tarihinize olan hayranlığınız bir kat
daha artarken; içerisinde bulunduğunuz, ‘garip ve anlamsız kavgalar’
sizleri acı acı düşündürecektir.
Kıtaları fethetmek kadar, ‘gönülleri fethetmek’ önemlidir. Bu millet
gittiği coğrafyada hâkimiyetini; ‘ilim ve hikmet, hoşgörü ve adalet,
sabır ve tahammül, güzel ahlak ve doğruluk’ ile kalıcı kılmıştır.
Zembilli Ali Efendi, Yahya Efendi, Şeyh Edebali, Somuncu Baba, Emir
Sultan, Nalıncı Baba,
Molla Hüsrev, Molla Gürani, Ahmet Kemalpaşazade, Hoca Sadettin Hz.
Hızır Bey, Hasan Can,
Hacı Bayram-ı Veli, Gül Baba, Geyikli Baba, Ebusuut Efendi, Ebu’l Vefa
Hz. Aziz Mahmut Hüdai Hz. Merkez Efendi vesaire devlet adamlarına yol
göstermiş alperen ruhlu nice şahsiyetler o kadar etkileyici olmuştur
ki!
“Bir âlimin göçmesi, âlemin göçmesi gibidir” diyen bir felsefe elbette
üç kıtaya hükümran olacaktı.
“Âlimlerin mürekkebi, şehitlerin kanlarından daha değerlidir” diyen
bir idrak elbette, 8 asırdan 16.asra kadar çok büyük bir coğrafyada;
tıp, fizik, kimya, astronomi, matematik vs. bilim dallarında günümüze
kadar ışık tutacak büyük ilim adamlarını bağrından çıkaracaktı.
Bilimin, batı dünyasını da etkisi altına alan, ‘altın devri’ olarak,
bu dönemi gösterebiliriz. İbn-i Sina, Gazali, El-Biruni, Ebu'l Vefa,
Farabi, Cebir b. Hayyam, M.İbn Musa al-Harizmi, İbn-i Heysem,
İdris’i, Sabit bin Kura, Cizreli Ebul-İz her biri bilimin bir dalında
kapı açıyor.
Öğretmenlerle ilgili günler… Bu günleri özellikle, ‘sloganın ötesinde’
düşünüyorum. Öğretmene ne diyorduk, “Muallim” Kökünde, ‘âlim’ ve
’hikmet’ var.
Aşk ve sevda insanı olarak yorumlamaya çalıştığım öğretmeni,
“başkalarına sürekli ışık saçan bir kandile” benzetirim. Kusura
bakmayınız ama aşk ile meşk bir arada olmaz. Vecd ile patırtı aynı
iklimi paylaşmaz! Sürekli tartışıyoruz; bir asrı dolduran Cumhuriyet
tarihimizin o nezih ikliminde, şimdiye kadar yapılan Milli Eğitim
Şuralarında; Önce doğrularda buluşmamız gerektiğini; doğrular şu
toplum içerisinde hazmedildikçe nerede yanlış yaptığımızın da ortaya
çıkacağı düşüncesini birlikte paylaştık…
Bu toplumun iki yakasında; şüphe ve tereddüt dolu gözler yerini
hoşgörüye terk etmezse, ‘taassup’ koyu bir cendere halini almaya
başlar. Sadi ne diyor; “Üç şey sürekli kalmaz; ticaretsiz mal,
tekrarsız bilgi, cesaretsiz iktidar” Bu sözü şöyle
bütünleştirebiliriz; “ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan
çekil.”
Öğretmenler gününü, 1981 tarihinden itibaren kutlamaya başladık.
Bugünün kutlanması, esasen bugün Gazi Atatürk’ün, ‘milli mekteplerin’
açılış, ‘Başöğretmenliğin’ kabulü tarihi olan 24 Kasım 1928 tarihinden
ilham alınmıştır. Öğretmen andında ne vardır; “Türk Milletinin milli,
ahlaki, insanı, manevi ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup,
bunları geliştirmek için çalışacağıma… Bunları davranış halinde
göstereceğime söz veririm” deniyor! G. Atatürk ne diyor; “Bir millet
irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlak
zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi,
ancak irfan ordusuyla kaimdir. Eğitimdir ki bir milleti ya hür,
bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti
esaret ve sefalete terk eder.”
Elbette, “bana bir harf öğretenin kölesi olurum” veciz düşüncesine
kendimi teslim ettiğim öğretmenlerden; ‘fikri hür, vicdanı hür,
irfanı hür nesiller istememiz’ bir milletin en tabii hakkıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında 361 bin 514 öğrenci varken, bu sayı 2023
yılında 53 kat artarak 19 milyon 126 bin 106’ya; 12 bin 266 olan
öğretmen sayısı yaklaşık 93 kat artarak 1 milyon 146 bin 177’lere
yükselmiş... Türkiye’de 1923 yılında 5 bin 133 okul bulunurken, bu
sayı Cumhuriyetin 100.ncu yılında 15 kat artarak 74 bin 549’lara
ulaşmıştır.
Bozkırlara can veren aşk nehrinin kıyılarında geziniyorum. Hayat
iksirimiz, ‘Ümmetim, Ümmetim’ diyen, Rahmet ve Mağfiret Peygamberi,
İki Cihan Saadeti, ezeli ve ebedi muallimimiz Allah Resulü’ nün manevi
huzurunda kendimizi sürekli olarak hissedebiliyor muyuz? O his bile,
‘her şeye bedel’ bütün dertlerimize, can iksiri, devadır! Gayrisi
berhavadır! O his, bizleri şüphesiz ki, ‘asırların tacı’ gönüllerin
utacı olarak bildiğimiz ve sürekli hasretini çektiğimiz, hicranıyla
yandığımız, ‘Saadet Asrına’ götürecektir. Allah’ın Resulü
buyuruyorlar, “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tabii
olursanız hidayete erersiniz…” İşte asır, işte bizleri hidayete
taşıyacak, muallimler halkası! Böyle bir halkadan süzülerek gelen,
İslâm âlimleri, yolumuzu aydınlatan işaretler/ nur halkasından
rehberler oluyorlar!
Allah Resulünün çevresinde halkalanan yüz binin üzerindeki Sahabenin
sadece on bin civarındakinin kabirleri ‘Cennet’ül bakiye ’de,
Medine’de bulunmaktadır. Ya diğerleri? Kıtalar ötesine kadar taşan bir
büyük fethin aşkıyla bizleri buluşturmuşlardır! “İlim, Çin’de de olsa
gidin arayın” diyor, bizim kutlu inancımız! Mutlak bir güzellik uğruna
verilen muazzam bir seferberlik! “Hikmetli söz mü’minin yitiğidir,
nerede bulursa onu almalıdır.” “Beşikten mezara kadar ilim isteyin”
fermanı karşısında, hayat iksirinin ilim olduğu inancı ile bütünleşen
bir ahlak doğuyordu! Şüphesiz ki, “vatan müdafaasının en emin yolu
eğitimdir” O halde, “milletleri kurtaran yalnız ve yalnız
öğretmenlerdir”
Buradan nereye, nerelere geleceğim; 21.asrın fetih ruhunu aradığı
muallimlere! “Bir damla dava yüklü bir insan, kendisinden elli kat
bilgi yüklü bir dâhiden daha güçlüdür” Bir Öğretmen’in mesleğini
sevmesi kadar, ‘davasına’ inanması ve ona kalbi bir irade ile
sarılması şarttır! Samimiyet ve fedakârlığın karşısında neler diz
çökmedi ki? Öğretmen için, “Geçmişin öğreticisi, geleceğin kurucusu”
diyebiliriz. Öğretmen, “öyle bir sanatkâr ki, yarınların temellerini o
attığı gibi, kişilik hamuruna da o biçim verir.”
Yavuz Sultan Selim: "Âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim
üzerimize ancak süs olur." diyerek ilme ve muallime verdiği değeri
anlatırken, Aristo’nun öğrencisi öğretmeni için, “Allah beni gökten
yere indirdi, öğretmenim beni yerden göğe çıkardı." sözleriyle haklı
bir tespiti dile getiriyordu.