Adnan Üstün

Kudüs'ü Kime Bırakacağız? (Kudüs, Bir İman Meselesidir!)

Adnan Üstün

Kudus meselesi, ne bir toprak ne de bir ırk meselesidir. Kudus; Peygamberler şehri, Peygamberimizin israsının durağı, miracının da başlangıç noktasıdır. Mescidi Aksa ve Kudus'ü içine alan  Filistin topraklarının müdafaası; sadece mazlum Filistinlilere ve çoğu kendi saltanatlarından başka bir şey düşünmeyen Arap ülke liderlerinin insafına bırakılmayacak kadar önemlidir.  

Batı ülkelerinden bahsetmiyor, müslümanlara karşı her fırsatta çifte standart uygulayanlardan  zaten insaf beklemiyor ve merhamet dilenmiyoruz...  

Zira biliyoruz ki batı dünyası; insan hakları derken sadece kendilerinden olanların ve işgalci siyonist yahudilerin haklarını, barış derken de; kendilerine ve işgalcilere alan açmak ve zaman kazanmak için bir oyalama taktiğini kastediyorlar. 

Rahmetli Aliya'nın dediği gibi; "Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır. Bugünkü refahı; devam eden sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı göz yaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur." 

Adil bir çözüm olmamasına rağmen, Birleşmiş Milletler'in, İsrail'in 1967 sınırlarına çekilmesine yönelik kararına işgalci siyonist yönetimi hiçbir zaman uymadığı gibi, kullanımı yasak olmasına rağmen fosfor bombaları ile katliam yapmakta, hastaneleri ve sivilleri bombalamakta fakat Birleşmiş Milletler dahil kimse, ciddi manada karşı çıkmamakta ve yapılanların hesabını sormamaktadır.  

Çünkü güçlü olanın haklı görüldüğü bir dünyada yaşıyoruz... 

Kudüs'ü savunmak ve sahip çıkmak bir iman meselesidir. Bu işin ırkı, devleti yoktur. Bugün; bazı grupların ve halkın çoğundan uzak kukla yöneticilerin yaptıklarını ve açıklamalarını dikkate alıp, “bize karşı PKK’yı, Ermenileri veya Rumları desteklediler, geçmişte de Osmanlı’yı arkadan vurdular” diyerek, Kudüs-Filistin davasına sırt dönmek ne bir müslümana ne de Kudüs’ü canı pahasına savunan Osmanlının torunu olan bir millete yakışacak bir şey değildir. 

2019 yılının Ekim ayında PKK/Ypg'ya yönelik olarak yapılan Barış Pınarı harekatına Arap Birliği ülkeleri karşı çıkmış fakat Filistin İslami Hareketi Başkanı Raid Salah; "Tasmasını İsrail'in ve ABD'nin tuttuğu Arap Birliği'ni tanımıyoruz." diyerek, Siyonist İsrail'in kuklası PKK\YPG'ye karşı Türkiye'ye desteklerini ifade etmiştir. 

Günümüz dünyasında Filistin yönetimi adına tanınan ve söz sahibi olarak kabul edilen kişi Mahmud Abbas'tır. Halbuki Filistin'de yapılan son seçimleri 2006 yılında Hamas'a bağlı İsmail Heniye  yönetimi kazanmasına rağmen sözde demokrat batılı ülkelerce tanınmadığı gibi batının korkusuyla olsa gerek İslam dünyasının çoğu da Hamas yönetimini tanımadı. Sadece Hamas seçildi diye yıllarca Gazze'ye ve Filistin halkına kan kusturdular. Ambargo uyguladılar,  ablukaya aldılar. 

Sonunda dayanılmaz noktaya gelince; Hamas yönetimi, 2014 yılında El Fetih ile kurulan ulusal birlik hükümetinde başbakanlık görevini Rami Hamdallah’a bıraktı. Batının ve bugünkü Arap Birliği'nin istediği de buydu. Ermeniler ve Rumlara desteğini ifade eden de, batı dünyasının desteğini alan da bu Mahmud Abbas idi… 

Geçmişte ise Şerif Hüseyin ve beraberindeki birkısım bedevi, Osmanlı’ya karşı İngilizlerle birlikte savaşmıştır. Fakat bütün Araplar onları desteklememiş, Osmanlı ordusunda bulunan Araplar da Osmanlı ile birlikte İngilizlere ve Şerif Hüseyin’e karşı savaşmışlardır. Fakat içerisinde bulunduğumuz durum itibariyle 1. Dünya savaşında sonuç mağlubiyet olmuştur.  

Osmanlı ile açıkça savaşan, hatta daha sonraları misakı milli sınırlarına ve asırlardır bu millete yurt olan Anadolu’ya göz diken ve işgal eden İngilizlere, Fransızlara, Yunanlılara hiçbir laf etmeyen, bu konuda geçmişi unutan; hatta zihinsel ve kültürel olarak onlara benzemeyi marifet ve uygarlık zannedenlerin, İngilizlerin desteklediği alçak Şerif Hüseyin üzerinden bitmeyen ve sürekli kaşınan bir Arap düşmanlığı yapmaları kasıtlıdır.  

Sömürgeci İngilizlerin İstanbul’u işgalini unutup dost olan hatta dillerini öğrenmeyi zorunlu görenler, Maraş bölgesini işgal eden Fransızların kültürüne-modasına aşık olanlar, Yunanlıların İzmir’i işgalini unutup komşuyuz deyip sirtaki oynayanlar, her nedense hain Şerif Hüseyin’i bir türlü unutmadılar, onun üzerinden sürekli Arap düşmanlığı devşirdiler. Tarihi unutalım demiyoruz ama tarihten ders almak ve aynı oyunlara gelmemek lazımdır.  

Amaç bellidir; müslümanlar arasındaki zihinsel kopuşu sağlayıp, bir araya gelmelerine engel olmak ve islam coğrafyasında istedikleri gibi at koşturmaktır. Yani, İngilizler gitse de ektikleri fitne tohumları yeşermiş, maalesef dal ve budak salmıştır. 

Osmanlıya ihanet eden Şerif Hüseyin ve beraberindekiler üzerinden Araplara düşmanlık edenler, İsrail’e neden gerekli tepkiyi göstermezler? Halbuki bugün vatanımızda gözü olan Arap ülkeleri değil, Siyonist İsrail’dir! İsrail bayrağına bakarsanız bunu görürsünüz…  

Arzı mev’udun, vadedilmiş toprakların içerisinde Nil nehrinden Fırat nehrine büyük bir coğrafyayı görürsünüz. Yahudi inancına göre; Nil ve Fırat nehri arası, kendilerine Rab Yahova tarafından vaad edilen topraklardır. Bu topraklar ülkemizde Adana, Gaziantep, Diyarbakır, Elazığ ve Vanı da kapsayacak şekildedir.  

Dolayısıyla; Büyük İsrail ve vaad edilmiş topraklar inanç ve emelinin sahibi Siyonist İsrail’i ve yaptıkları insanlık dışı katliamları unutup, "geçmişte Araplar bizi arkamızdan vurdu" veya "bugünkü Filistin'in Mahmud Abbas yönetimi Ermeni ve Rumları destekledi" şeklindeki söylemlerle Kudüs ve Filistin davasını etkisizleştirmek veya "ne halleri varsa görsünler" diyerek İsrail'in zulmü ile başbaşa bırakmak ne vicdana, ne insanlığımıza, ne de müslümanlığımıza sığar! 

Ayrıca; Arap Birliğini yöneten ve sevk eden  iki devletten biri Mısır, diğeri Suudi Arabistan'dır. Suudi Arabistan; bir aşiret-aile devleti olup; başta fikir ve düşünce özgürlüğü olmak üzere meşru talepleri dahi kısıtlayarak her türlü baskı ile vatandaşlarını sindirip sadece Suud ailesinin refahını ve geleceğini düşünmekte iken, darbe ile başa gelen Mısır yönetimini çok da izaha gerek yoktur. Gazze ablukada iken ve vurulurken sınır kapılarını Filistinlilere kapatan bir cunta yönetimi tarafından idare edilmektedir Mısır.  

Dolayısıyla İslam ülkelerinin ve özellikle de Arap ülkelerinin halktan kopuk, kukla idarelerini görmezden gelip Ümmetin birliğine hiçbir katkı sunmayacak şekilde bir Arap düşmanlığı körüklemenin hiç kimseye faydası olmadığı gibi, bu tutum Siyonist İsrail başta olmak üzere İslam düşmanlarının istediği, arayıp da bulamadığı bir tutumdur. 

Daha yakın bir zamana kadar ülkemizde; Kur'an öğretimine on iki yaş sınırı getirenler ve öncesinde yasaklayanlar ile Allah'ın emri-inancı gereği örtünmeyi kamu kurumlarında yasaklayıp öğrencileri ve memurları bu sebeple ihraç edenler nasıl ki Türkiye’de halkın inancını ve düşüncesini  temsil etmiyor idiyse; bugünkü Arap ülkelerinin çoğunun liderleri ve yönetimleri de halklarını ve İslamı temsil etmiyorlar. 

Yani; 

1-  Arap Birliği ülke yöneticilerinin hemen hemen tamamı kukla yöneticilerdir.  

2- Bugünkü Filistin Yönetimi Batı tarafından desteklenen, Filistin halkından kopuk ve uzak bir yönetimdir. 

Acı ve üzücü olan, İslami hassasiyet sahibi ve bir inanç ve dava şuuruna sahip olmasını umduğunuz kişilerin de İslamın onaylamadığı ırkçı (düşman veya dost) söylemlere sahip olması ve böylece Arap dünyası düşmanlığı ile Kudüs ve Filistin’in yalnızlaştırılmasına bilerek veya bilmeyerek alet olmasıdır. 

İşin özüne gelirsek; Arap seviciliği ve Arap düşmanlığı yapmanın bir anlamı yoktur. Bizler Müslüman olarak küfrün ve zulmün karşısındayız. Kavminden ve ırkından dolayı kimseye düşmanlık da sevgi de beslemeyiz... Bizim değerlerimiz vardır, inandıklarımız vardır. Bu değerlere sahip olan kim olursa olsun dostumuz ve kardeşimizdir. Bizimle aynı değerleri paylaşmayan babamız da oğlumuz da olsa bizden uzaktır... 

Dünyada müslümanlar inancından dolayı zulme uğrarken,

Gazzede-Filistin’de yurtlarını terk etmedikleri için bir halk; aç-susuz bir şekilde bebekleri, küçücük çocukları ve kadınları ile fosfor bombalarına maruz kalıp, hastaneleri bile başlarına yıkılırken, Mescidi Aksa’da Cuma namazları engellenirken müslümanların birbiriyle didişecek vakti yoktur-olmamalıdır! 

Söylediklerimiz, yazdıklarımız ve yaptıklarımız kaydediliyor. Yarın mahşer var, hesap var... 

Gün; inancımıza, değerlerimize ve kutsallarımıza sahip çıkma günüdür. Gün; Kudüs’ü savunma, Gazzeli masumlarla dayanışma ve seslerini dünyaya duyurma günüdür. Gün; zulme karşı koyma, elinden geliyorsa siyonist işgalci devleti taşlayarak tarafını belli etme günüdür. Gün; iki yüzlü batının sahtekarlığını haykırma günüdür. Atacak bir taşı ve mermisi olanın atmaması vebal olduğu gibi maddi olarak yapılması gerekeni yapmamak da vebaldir. Hiçbirşey yapamıyorsak oturup ağlayalım, masum Filistinlilere değil kendi halimize… 

Ümmet anlayşına ters düşen ve Müslümanların birbirinden kalbi kopuş yaşamasına sebep olan her söylemin vebali, şahsi günahlardan daha fazladır, hesabı daha büyük olacaktır. 

Rabbimiz, Alemi İslam'a birlik ve beraberlik ihsan eylesin.  İdarecilerimize de feraset, basiret ve cesaret versin! 

Alem-i İslamı ve Memleketimizi her türlü fitne, fesattan ve düşmanın tasallutundan korusun. Kudüs'ten Doğu Türkistan'a, Keşmir'e Arakan'a özgürlük nasib etsin ve bizi de buna vesile eylesin... 

Yazarın Diğer Yazıları