İlhami BULUT

Aşkın ve Şiirin Mekanı

İlhami BULUT

Aşkın mekanı dünya. Cengiz Aytmatov öyle diyor; bedensiz aşk olmaz, öyleyse dünya olmadan, hayat olmadan da aşk olamaz; yaşamın ve dünyanın önemi burada başlar işte;

Peki hangi aşk bu? Onu bilemem, o senin bileceğin husus; ilahi mi, beşeri mi, mecazi mi, gerçi, hepsi aynı kökten gelir ama. Değerlendirme ve seçim özgündür.

Dünyadaki bütün yaratılmışlar bu dünya içindir, nebatat, hayvanat, dağlar, denizler, güneş ve yıldızlar; insan dışında akla gelen her şey; bu dünya için yaratılmış, dünya ile var oldu, dünya bitince de bitip gideceklerdir. İnsan; insan hariç; insan dışındaki bütün canlı, cansız varlıklar gibi yok olup gitmiyor.

İşte tam burada inanılmaz, bir efkar, bir his huzmesi durup dururken sararda sarar insanı.

O halde bu insanın gideceği bir yer daha var; olmalı, boşlukta kalacak değil ya; yani tabir uygunsa; bir dünyası daha var insanın. Biz bunu hissiyatımızla anlarız; insan hiçbir zaman mutmain olamaz; bin yıl yaşasa, bin tane sevgilisi olsa; sonunda madem ki ölüm var, sıfıra sıfır elde var sıfır.

Demek ki; biz bu dünyaya sığmıyoruz, doğru mu? Çünkü biz toprak olmayacağız, ruh toprak olur mu! İşte; iş burada değişime uğruyor. Öykünmeler başlıyor, baş döndürücü bu aşk neyin nesi. Herhalde aşkla bilinmek, anılmak isteyen Yüce Mevla; saldı bizi bu cevelana.Sürgündeyiz biz..

İnan, inanma; keyfiyet bu.

Biz insan olarak sadece bu dünya için yaratılmadığımıza göre; gideceğimiz yerin adresini aramaya başlarız; bu fıtridir. Ebedi vuslat dünyada yaşanmaz, çünkü dünya geçicidir. Kalıcı bir mekan gerek bize;

İşte; şiir bu dünyaya sığamamanın sonucu olarak başlayan bir sızlanma, bir inilti, bir haykırış, bir yakarışla; çırpınıp durmanın adı olsa gerek. İnsan; aşka programlı olduğu için; beden; ruh için bir kafes mesabesinde olduğundandır ki; bülbül gibi öter durur. Bu aşk insanı, yeri gelir hindileştirir de tabi.

Şiir ne yapıyor; bedenden bir havalandırma açıyor, cennete kadar kulaç atıyor. Bizde gönül denen kalbin manevi boyutu var ki; Mevlana; aklın aklı olsaydı, gönül olurdu diyor.

Şiir kaba sığmamaktır; bedenin darlığından şikayettir. Farkında olmadan yaparsın bunu, yukarıdan aşağı önem sırasına göre; ayet, hadis, şiir, söz, laf, lakap, hakaret, küfür olarak söz skalası oluşur, bakın şiir; sözün üstünde bir yerdedir.

Şiir, şair sözü olacak;: şair kim; şiir yazan ve şiiri okuyandır, nasıl okuyan, sadece Türkçe bilen değil, mecazı anlamda, şiiri okuyan, şiirin bir nevi otopsisini yapan, şerh bu demektir zaten;öyleyse; okuma yazma bilmeyen nice şair olduğu gibi; şiir okumasını bilmeyen Prof.lar da yok değildir.

Nihayet anlıyoruz ki; aşkın ve şiirin mekanı dünyadır, hayattır. İşte hayatın önemi burada başlar, sadece yemek, içmek, yatıp kalkma yeri değil. Asıl olan dünyanın maverasını okumayı başarmaktır.

Aşka, şiirle dokunmaya çalışmak, Orhan veli; anlatamıyorum derken, işte bundan bahsediyor; Orhan veli’yi okumadan Şeyh Galip ve Fuzuli’yi anlayamayız. Bu şairleri okumadan da Orhan Veli’yi anlayamayız.

Şimdi okuyucunun aklına gelir; bir tek sen mi anlıyorsun; asla; benim bildiğim yok hükmündedir. Çünkü Mevlana mütenahi olan, namütenahinin yanında yok sayılır, bu ilim sonsuz. Aşk sınırsızdır, şiir; aşkı anlatıyorsa; o da sınırsızdır.

Öyleyse bu dünya; hicran yatağı, insan bu vadide asla tatmin olamaz. Bu demek değil ki; beşeri aşk olamaz, olamaz olur mu! Bal gibi olur, beşeri aşk; hani; çölde güneş ışınlarının yansımaları olur ya; kumlarda, güneşe bakamayız, o şulelere bakabiliriz ancak; işte beşeri aşkta, bize güneşten haber veren, bu parıltılardır. Koordinatlar tutturulursa; bu aşk. Bu güzergah;insanı Yaratana kadar götürür.

Aşk, şiir ve zaman tanımsızdır. Herkes kendi tanımını yapar. Kalp yumruk kadar bir et parçası, onun manevi alanı, çekim gücü, özel antenleri olan soyut bölümüne de gönül diyoruz.

Aşk ve şiirin mekanı dünya olsa da; harmanlandığı yer gönüldür. Her gönül; bu harmanı kaldıramaz işte.

Ne diyordu Şeyh Galip; Hüsn-ü Aşkta, aşık ateşten bir ırmak, aşık bir tarafta, maşuk diğer tarafta, işte bu ateş nehrini geçeceksin ebedi vuslat için.

Edebiyatımızda; Yunus Emre, Şeyh Galip ve Fuzuli; üç sütundur; bu şairler okunmadan sanmam ki; şiir ve şiirdeki aşk ve de aşktaki şiir anlaşılmış olsun.

Yazarın Diğer Yazıları