Hanifi Yavaş

Yerli ve Milli Olmanın Bedeli?

Hanifi Yavaş

Tarihi süreç içerisinde başarılarını ve büyüklüğünü altın harflerle yazdırmış bir toplumuz. 
Dini ve milli anlayışı içselleştirerek, insanlığa en hayırlı hizmetler yapmış, emperyalizme her zaman baş kaldırmış, esareti hiç bir zaman kabul etmemiş ve en zor zamanda dahi küllerinden yeniden doğmuş bir toplumun bireyleriyiz.
Batılılaşma süreci ile birlikte, tarih boyunca bizi var eden dini ve milli değerlerimizden uzaklaştıkça  her alanda irtifa kaybettiğimiz bir gerçektir. 
Çok uzun yıllardır bu ülkede yerli ve milli olmanın çok ağır bedelleri olmaya başlamıştır. 
Bu ülkenin ve toplumun birlik ve beraberliği, bağımsızlık ve özgürlüğü, maddi ve manevi kalkınması için mücadele verenler büyük bedeller ödemek zorunda kalmışlardır. 
Sultan Abdulhamit, yıkılma sürecine giren Osmanlı imparatorluğunu 33 yıl boyunca ayakta tutmak, İslam birliğini güçlendirmek, bilimsel alanda ülkeyi ayağa kaldırmak için her türlü gayreti göstermesine rağmen içimizdeki Yahudi, Ermeni, batıcı ve onların güdümündeki Türkçü ve İslamcıların marifetleri ile iktidardan düşürülmüş ve sonucunda çok büyük bedeller ödemek zorunda kalınmıştır.

Osmanlı'nın devamı olan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonrada yerli ve milli anlayışa sahip olanlar çok zor şartlar altında yaşamışlardır. 

Özellikle Atatürk döneminden sonra savaşlardan yorgun ve bitkin düşen ülkenin yeniden gelişmesi, büyümesi ve kalkınması için mücadele eden insanlara büyük bedeller ödetilmiştir.

Vecihi Hürkuş, kendisinin ürettiği Türkiye'nin ilk yerli uçağı olan Vecihi K-VI ile ilk uçuşunu 28 Ocak 1925'te İzmir'de gerçekleştirdi. 
Dönemin iktidarı sahip çıkmadığı gibi engel oldu.

Şakir zümrenin mücadelesi bu anlamda çok önemliydi.
Türk Hava Kuvvetleri'nin ve Türk Kara Kuvvetleri'nin ihtiyacı olan ilk silah ve cephaneler, ilk Türk denizaltı su bombaları, Şakir Zümre Fabrikası tarafından üretildi. 100 kg, 300 kg, 500 kg, ve 1000 kg'lık uçak bombaları ve çeşitli yangın bombaları bu fabrikada seri olarak üretilmiştir.
Şakir Zümre'nin kurduğu fabrikaya sahip çıkmayan dönemin iktidarı 2. Dünya savaşından sonra yapılan ABD yardımlarına kurban edilmiştir.

Nuri Demirağ, ND36 ve ND38 uçaklarını yaptı ama dönemin iktidarı çeşitli bahaneler ile ona engel oldu. Uçakların yurt dışına satışını yasaklayan kanun çıkardı. Fabrika kamulaştırılmak istendi ve sonunda kapandı. 

Nuri Killigil Paşa, 1949 yılında Sütlüce'deki silah ve cephane fabrikasında bulunan odasında çalışmakta iken kendisine fabrikada yangın çıktığı haberi verilmesinin ardından, yangının olduğu alana gitti ve çalışanları uyararak, fabrikayı boşaltmalarını söyledi. O sırada bir patlama ile paramparça oldu. 

Necmeddin Erbakan’ da yerli ve milli mücadelenin önemli bir parçasıydı.
1956 yılında Türkiye'nin ilk yerli motorunu üretmek için temeli atılan Gümüş Motor, 20 Mart 1960 yılında  motorların üretimine başladı. Dönemin iktidarı yapılan bu ilk yerli motora sahip çıkmadı ve ithalatçı zihniyete kurban edildi. 
Yıllar önce yaşanan bu olaylar göstermiştir ki eğer siyasal iktidar yerli ve milli değilse  o ülkenin sanayi ve teknoloji alanında gelişmesi ve ekonomik güce erişmesi mümkün değildir. 
Dünden bugüne geldiğimiz noktada yerli ve milli olmanın zorluklarını gösteren en güncel örnek ise Selçuk Bayraktar’dır. 
Başka bir ülkede olsa Selçuk Bayraktar  gibi insanlar pamuklara sarılarak korunur. Hatta kahraman diye heykeli dikilir. Ama bu ülkede mandacı diye tabir ettiğimiz bir kitle tarafından her türlü iftiraya maruz kalmakta ve eleştirilmektedir.
Kalkınmaya yönelik bu hamlelerde bulunanların başlarına gelenler, fikir ve siyaset insanlarının da başına gelmiştir. 
Türkiye'nin bağımsızlık düşüncesini savunan ideolojik yapılanmalara karşı da aynı baskı ve susturma politikası devam etmiştir. 
Sistemi ya da mevcut yapıyı eleştiren yerli ve milli aydınlar, açılan davalar ve hapis cezaları ile susturulmaya çalışılmış, gazete ve dergiler kapatılmıştır. 
Parlementer sistem aracılığı ile yapılan seçimlerde iktidarlar değişse bile bürokratik oligarşi, seçilmişler iktidarına bile müsade etmemiştir.
Bu sistemin kontrolünü elinde tutanlar, aykırı düşünceleri olan hiçbir siyasi oluşuma müsade etmemiştir. Ya o siyasi partiler kapatılmış ya da her 10 yılda bir tekrarlanan darbeler ile sistem korunmaya çalışılmıştır. 
Kendilerini bu ülkenin sahibi zanneden bir avuç jakoben, kendisi dışındaki hiçbir fikre ve oluşuma hayat hakkı tanımamıştır.
Bu toplum mühendisliği girişimleri dün olduğu gibi bugün de linç kültürü ile yapılmaya devam etmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları