Ahmet KIZILKAYA

Körlük Çağı

Ahmet KIZILKAYA

Nobel ödüllü Portekizli Yazar Jose Saramago’nun dlimize  Körlük  adıyla çevrilen bir romanı var. Edebiyat çevreleri ve roman okurları iyi bilir. Körlüğü bir metafor olarak kullanan yazar, bu romanında insanların içindeki hayvani duyguları ve  insani erdemleri bütün gerçekliğiyle başarıyla yansıtıyor.


Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü değildir ama insana ait tüm ahlâki değerleri yok eder.

Toplum, zaman geçtikçe görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanıklık eder. Çözüm olarak bu insanlar akıl hastanesine kapatılır. Aslında burası hastane görünümlü bir hapishanedir.

  
Burada karantina altında tutulan körlerden birisinin tuvaleti gelir. Tuvaletin yerini bulamayan adam yanındakilerin de kör olduğunu düşünerek tuvaletini bulunduğu yere yapar.  Zamanla diğer körler de koku nedeniyle oranın tuvalet olduğunu düşünür ve birer birer tuvaletlerini yaparlar. Sıra dışı bu davranış gittikçe normal hale gelir ve insanlar o pislikte dayanılmaz koku içinde yaşamaya devam ederler.


Romanda insanın içindeki kötülüğü yansıtan daha birçok sahne var. Okumayanlar için sonucu söylemeyeyim, insanlar kendi gözlemleriyle okusunlar kitabı. 


Anlaşılıyor ki Jose Saramago bir sanatçı sezgisi ile bugünleri düşünerek kaleme almış bu eserini. Zira romanda betimlenen panik davranışlar, insanlık erdeminin hızla kaybolması ve umursamazlık hali günümüz toplumlarında artarak devam ediyor. 


İnsan gibi gelişmiş bir canlı, ‘’bakmak-görmek- fark etmek’’ gibi bir meziyeti neredeyse kaybetmiş durumda. Acı olan ise bu durumun gittikçe normal karşılanan bir davranış biçimine dönüşmesi.


Kadın cinayetleri, çocuk istismarları, haksızlıklar, görevi kötüye kullanmalar, cinayetler ve daha neler neler. 


İnsanoğlu bunu görmüyor mu, elbette görüyor. Peki gördüğü halde bazen kılını kıpırdatmamak ya da hüzünlü bir iç geçirişten başka bir şey yapamamak normal mi? Üzgünüm ama gittikçe normal hale geliyor bu durum. Aman ben mi kurtaracam, bana dokunmayan yılan bin yaşasın ya da herkes benim gibi diyerek geçiştirilen her olay insanlığın başına bela olacak ve oluyor da zaten.


Komşumuz aç yatar, haberimiz olmaz. Bir arkadaşımız haksızlığa uğrar, gıkımızı çıkarmayız. İç acıtan bir görüntüyle karşılaştığımızda olayın çözümüne dair bir hamlede bulunmak yerine cep telefonuyla görüntü alırız. Evi barkı yıkılan depremzede için empati kurmaz, klişe bir iki iyi niyet cümlesiyle teselliye kalkışırız.


Yanı başımızda olup biten bu olumsuzluklarla ilgili olarak ne zaman ses çıkarırız bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, bu gidiş insanlığın tıpkı Körlük romanında olduğu gibi toplumsal derin bir yozlaşma ve tükenmeye doğru gidişidir.


Mahalle yanarken camdan bakıp saçını tarayan insan modeli gittikçe artıyor ne yazık ki. Bu duyarsızlık ve umursamazlık insanlığı yok edecek bir boyuta doğru hızla gidiyor.  Yalancılığı, hırsları, iki yüzlülüğü, ihaneti, vahşeti ve olur olmaz ortaya çıkan merhametiyle insan, kendi kaderini tayin edecek gibi.


Bu çıplaklığı bütün netliğiyle gören Saramago hayatta olsa ve bu günleri görseydi, neler düşünürdü acaba? Yeni bir insanlık romanı yazmaya yeltenir miydi sizce?


Sihirli bir elin toplumun düzelmesi için bir altın dokunuş yapmasını beklemek saf ve ütopik bir beklentiden öteye geçmez. Zira insanoğlu kendi kaderini kendisi tayin eden bir varlık. Bozan da düzeltecek olan da insanın ta kendisi.


Toplumdaki düzelme için roman kahramanı doktorun karısı gibi insanlara ve insanı tüm yönleriyle ‘’gören’’ Saramago gibi yazarlara daha çok ihtiyaç var bence. Bu olabilecek bir şey.


Çünkü insan içindeki kötülüğü yendiğinde hayatı daha yaşanabilir bir hale getirebilecek donanımda bir varlık. Erdem, ahlak, empati kurma yeteneği yaradılışta verilmiş kendisine. Önemli olan bunları fark etmek ve görmek.
Bunlar olmayacaksa da hayat gittikçe yaşanması zor bir hale gelecek ve herkes kendi küçük dünyasında kaplumbağa misali bir yaşamı tercih edecektir. 


Teknolojinin insanı yaklaştırdığı, dünyayı küçülttüğü düşüncesi de bu gidişle galiba boşa çıkacak. Çünkü uzakta, çok uzakta olup biten her şeyi gören insan yanı başında olan hiçbir şeyi görmeyecek, fark etmeyecek ya da kayıtsız kalacaktır. Daha tehlikelisi de insanın körlüğünün kuşaklar boyunca kalıtsal hale dönüşmesi. Bunu hiçbirimiz düşünmek bile istemeyiz herhalde.


Bu durumda içinde bulunduğumuz çağa iletişim çağı yerine ‘’körlük çağı’’ demek daha doğru olur.


Beni okuyan, beni dinleyen, sözcüklerimin izini süren herkese teşekkür ediyorum. Bir sonraki yazımda buluşuncaya kadar sevgiyle ve huzurla kalın.
 

Yazarın Diğer Yazıları