Ahmet KIZILKAYA

Birbirinin Kopyası İnsanlar

Ahmet KIZILKAYA

Bundan bir süre önce yine bu köşede birbirine benzeyen kentlerden söz etmiştim. Ülkemizin hemen her köşesini gezdim, geziyorum. Birçok şehirde tanık olduğum bir gerçeği tekrar hatırlatayım.

Şehirlerin cadde ve sokaklarındaki imar uygulamaları, bina tasarımları ve kent meydanlarındaki düzenlemeler şaşırtıcı derecede birbirine benziyor. En azından birçok şehirde durum böyle. Sokaklara döşenen kaldırım taşları, meydanlardaki oturma bankları hatta çöp kovaları bile büyük oranda birbirinin aynı ya da bir benzeri.

Bu can sıkıcı ve şehirlerin ruhunu yok eden benzerliklerin nedeni tam olarak nedir, bilmiyorum. Belediyeler bu anlamda birbirlerinden proje alıyorlar ve yüklenici firmalar da standart modelleri hayata geçiriyorlar diye aklımdan geçiriyorum.

Nedeni ne olursa olsun ortaya çıkan durum çok can sıkıcı. Zira bu gidişle şehirlerimiz kendi karakteristik özelliklerini bir zaman sonra kaybedecekler ve biz şehirleri kıyaslarken ayrışan özelliklerini dile getirmekte zorlanacağız. Hakikaten düşündürücü.

Fakat en az onun kadar hatta daha çok can sıkıcı bir durum da insanların birçoğunun gittikçe birbirine benzemesi.

Toplumsal anlamda iyi bir gözlemci olduğuma inanıyorum ve insan davranışlarını gözlemlemede doğru sonuçlar elde ettiğimi biliyorum. Özellikle genç kuşak insanlarda bu benzeme ve taklit etme eğilimi çok çok fazla. İletişimde kullanılan dilden tutun da beden diline kadar hatta giyim kuşam tercihlerine kadar birçok yönden birbirine benzeyen insanlarla dolu çevremiz.

Kimsenin kılığını kıyafetini önemsemiyorum, kimin ne giyip kuşandığıyla, nasıl konuştuğuyla ilgili değilim ve kimseyi de kınamıyorum ama çevremizde birbirine benzeyen insanların sayısı arttıkça sosyolojik bir değerlendirmeye de ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Etrafınıza şöyle bir bakınız, insanların saç tıraşları, sakal şekilleri ne kadar da birbirine benziyor. Hele ergenlerde ve genç kuşak erkeklerde sakalsız insan neredeyse yok. Öğrencisi, futbolcusu, simitçisi, gazozcusu, kahvecisi farklı statü ve sosyal tabakadan birçok insan söz birliği etmişçesine bir sakal sevdası peşinde. Hele son yıllarda "hacivat sakalı" dediğimiz çeneden aşağıya sarkan sakal tarzı kopyalanıyor da kopyalanıyor. Bu taklit ve kopyalamanın ne kadar kadar sağlıklı bir durum olduğunu siz değerli okurlara bırakıyorum.

Lakin şu da şaşırtıcı bir gerçek ki bir birçok insan kendi olarak değil de başkasına benzeyerek var olmaktan oldukça memnun. Sosyal medya hesaplarında paylaşılan bu tarz fotoğrafların çokluğu, insanların bir özgüven kazanma ve beğenilme arzusu taşıdığını gösteriyor.

Peki erkekler böyleyken kadınlarda durum farklı mı? Tabii ki hayır! Ergen yaşlardan tutun da genç ve orta kuşaktan birçok insanımız estetik ameliyatlarla kendini değiştirme ve başkasına benzeme peşinde. Estetik cerrahlık mesleğinin tarihinin en zirve sürecini yaşadığından eminim. Şekli olarak kendini beğenmeyen birçok insan soluğu hastanelerin estetik cerrahi birimlerinde alıyor. Amaç "barbie bebek" olmak mı, başka biri olmak mı yoksa beğenilen bir modele benzemek mi?

İşin bir de pratik yönü var. Estetik dönüşümü göze alamayan biri, fotoğraf güzelleştirme uygulamaları ile (aplikasyon) kendi olmaktan çıkıp kolay yoldan başkasına benzeyebiliyor. Değişim bazen güzeldir ve kaçınılmazdır ama bu değişim başkasını taklitle mi olmalı yoksa insan, gelişim yoluyla kendi içinden bir başka insanı mı ortaya çıkarmalı?

Benzeme arzusu, salt şekli benzerlikle sınırlı da değil. Birçok insan, fikirleriyle birbirine katkı sağlamak, düşünceyi geliştirmek yerine kolaycı ve basit bir yoldan birbirini onaylayıp duruyor. ‘Ben de arkadaşım gibi düşünüyorum.’ tarzı yaklaşımlar herhalde en çok bizim toplumda görülen bir tavır.

Bir değerlendirme yaparken genelleme yaklaşımlardan hep uzak durmuşumdur. Herkes böyledir demiyorum. Ancak insanın özgünlükten gittikçe uzaklaşması ve kendinden başkasına benzeme eğilimi bana göre kaygı verici boyutta. Oysa bilim insanları ve onları destekleyen bazı ilahiyatçılar her insanın yaradılıştan farklı olduğunu, milyarlarca insanın parmak izlerinin bile birbirine benzemediğini söylüyor.

Kraliçe Victoria çağında yaşamış İngiliz bilim insanı Francis Galton, kalıtım yoluyla geçen parmak izi olmadığını bilimsel olarak da ortaya koymuştur. Peki yaradılıştan bu kadar farklı yaratılan insan oğlu neden özgün kalmak, kendini geliştirmek ve topluma zenginlik katmak yerine başkasına benzeme ve taklit etme yolunu seçiyor? Bu sorunun yanıtını bulabilmek için geniş sosyolojik araştırmalara ve bilimsel yaklaşımlara ihtiyaç var sanki.

Antik Yunan filozofu Aristoteles, "Şehir farklı cinsten insanlardan oluşturulur. Birbirine benzeyen insanlar, bir şehri var edemez." diyor. Aristoteles'in burada şehirden kastettiği medeniyet (uygarlık) olsa gerektir. Bana göre uygarlık inşa etmenin temel koşulu insanın özgünlüğü ile ilgili.

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Fransız yazar Andre Gide de "Hepsi birbirine benziyor. Her biri ötekilerin yaptığını yapıyor. Biriyle konuştum mu, hepsiyle konuşmuşum gibi geliyor." derken haksız mı?

İnsanoğlu yüz yıllar boyu "yaşasın özgürlük " diye haykırdı durdu. Peki yeterince özgür oldu mu? Olmadı, olamadı.  Esasen insanın özgür olması biraz da "özgün" olmasından geçiyor. O halde şöyle haykırmalı insan: Yaşasın özgünlük!

Beni okuyan, beni dinleyen, sözcüklerimin izini süren herkese teşekkür ediyorum. Bir sonraki yazımda buluşuncaya kadar sevgiyle ve huzurla kalın.

Yazarın Diğer Yazıları