Rıdvan AYDIN

YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM

Rıdvan AYDIN

Bulutlar diyarının barış yürek ustaları, pek rahat durmazlardı. Kafalarında sürekli taktikler kurar, taktikler yıkarlardı. Savaş pilotluğunda bellek; yeryüzü yaşamının neredeyse her alanında, Hava Muharebe Taktiklerinin birer şantiyesiydi. Rüyalarda bile Hava-Hava; Hava-Yer; Hava-Deniz atışına kapılanları epeyceydi. Gecenin bir yerinde eşleri tarafından, “Heyyy! Neler oluyor yahu!..” denerek uyandırıldıklarında, kendi hallerine kahkaha çekenleri de yok değildi…

Ege adalarının yükseklerden seyyahı Yzb. Serhan, az önceki anılar resitalinin bıraktığı ezgilerine geri döndü. Zira kol olarak sabırla beklemek dışında, yapacak pek bir şeyleri yoktu. Yükseklerden seyrine koyulduğu Taşoz, Semadirek, Gökçeada, Bozbaba ve Limni adaları, her zamanki havai hallerindeydi. Sanki Egenin elektrikli mavisine gönlünü kaptırarak, Kuzeybatı Anadolu’dan kopup, sonrasına bir daha dönememiş dip dibe bir pişmanlığın, dertli keyifsizleriydi. Bunlar Boğaz önü; Kuzey Ege; hatta Trakya Adaları olarak da söylenirlerdi. Orta Ege’nin (Saruhan Adaları) Midilli, Sakız, Sisam, Ahikerya grubu ise Ege denizi orta bölümünden, Batı Anadolu yarımadasına sevdalı, yürek yüreğe gönüllenmişleri gibiydi…

Uzaklarda, karşı uzaklarda; usul usul beliren Limni adasının Mondros Limanı, tarihsel içlenişiyle avunuyordu. Tarihi ağlatıların otopilota bağlamış seyri, o anların düşünce kulvarlarında alev alevdi. Anılar içinde anı kareleri, kartallar yuvası Hava Harp Okulunun, büyük Amfi’sini gösterimdeydi… Siyasi Tarih biliminin, değerli öğretim görevlisi Dr. Yzb. Rıfat Uçarol, insanlığı aydınlatmacı saygınlığıyla kartal amblemli büyük bir kürsüdeydi. Eğitim öğretim hizmetinde döktüğü saçlarının boş kalan yerleri, yürekten ders anlatışla domur domur biriken, emektar terler içindeydi. Kendisini olanca dikkatleriyle dinleyen doksan dokuz öğrencisine, lütufkâr bir özveriyle Osmanlı Tarihini çıkarsız, kandırmasız, katkısız bir bilimsellikle didik didik didiklerdeydi. O yılların öğrenci Serhan’ı da orta sıraların bir yerlerindeydi. Velhasıl değerli öğretmenleri huzurunda tüm amfi; 1911 yılının, uzaklardan kopup gelen, puslu zamanlar ötesindeydi... Dünya tarihinin ilk hava harekâtı, ilk silahlı keşfiyle birlikte, ilk yer hedeflerine taarruzu, Trablusgarp savaşında Osmanlıya karşı başlamak üzereydi. Miladi takvimler 1911'in 23 Ekim’ini, kasvetle tüketişteydi. Osmanlı toprakları üzerinde uçan İtalyan Yüzbaşı Carlo Piazza, tarihteki ilk keşif uçuşunu icra edişlerdeydi. Bir diğer İtalyan Giulio Gavotti ise 1 Kasım 1911 günü, Trablusgarp’taki Osmanlı kuvvetlerine, bir hava saldırısının içindeydi. Bu saldırı, dünya havacılık tarihine insanlığın ilk savaş uçağıyla ilk hava harekatı olarak işlenişteydi.. Hava savunma silahı olmayan Osmanlı askerleri, göklerin bu beklenmedik felaketine çaresiz kalsalar da ölümüne içerlenmişlerdi. Avcı dedelerinden miras sezgileriyle illaki birini avlamayı mevzilenmişlerdi. Nitekim çok sürmemiş, 1911 Ekim’inin son günlerinde, tarihin ilk keşif uçağı “Nieuport”u, tüfek atışlarıyla düşürmeyi, dünyada bir ilk olarak gerçekleştirmişlerdi. İtalyan Yzb. Ricardo Moizo, havacılık tarihinin Osmanlı’lar tarafından alaşağı edilen ilk askeri pilotu, göklerden gelmiş ilk esiriydi.

Askeri uçaklar keşif, savunma ve saldırı amaçlı olarak ilk kez Trablusgarp, daha sonra Balkan, 1nci, 2nci Dünya ve Kurtuluş savaşlarında hep kullanılmışlardı. Pilot efendilerinin gök yaylalardaki hasım meslektaşlarına, ilk zamanlar ya tabancayla ya da elleriyle aşağı fırlattıkları bombacık veya çivilerle kayıplar verilmesi amaç edinilmişti. O yılların savaşan pilotları, her alanda hızla modernleşen çağın, gök şövalyeleri olarak addedilirlerdi. Trablusgarp ve Balkan savaşlarıyla uçakların anlaşılan önemi, sayıca çoğalmalara ivmelenmişti. Harbiye Bakanı Mahmut Şevket Paşa, 1 Haziran 1911 tarihinde Türk Hava Kuvvetlerini, dünyanın birçok ülkesinden önce kurmayı, duyarlı yurtseverliğiyle derhal gerçekleştirmişti. Ve aynı yıl Paris Havacılık Okulu’na sınavla gönderdiği, Osmanlıda ilk savaş pilotu, Yzb. Mehmet Fesa Evrensev Bey’di. Süvari Daire’sinin bir görevlisiyken, zamanın meşhur Bekirağa Bölüğü’nde, doksan yedi gün hapis yatmış, akabinde Erzincan’a sürgüne gönderilmişti. II. Meşrutiyet’in 1908 yılındaki ilanından sonra yeniden İstanbul’a Süvari Bölük Komutanlığına getirilmişti. 1870-1922 yılları arasında, aydınlanma sevdalısı çağdaş asker ve sivil muhaliflerin alınıp alınıp kapatıldıkları İstibdat Damı; ilk müdürü Binbaşı Bekir Ağa’dan, şeytanın bile aklına gelmeyen işkencelerle ünlenmişti. Fransa’dan satın alınan iki uçaktan biriyle Evrensev’in Türk semalarındaki ilk uçuş tarihi 26 Nisan 1912, Türkiye pilotlar günü olarak kutlanışları hak eylemişti!

İçine düşürüldüğü maddi ve manevi yokluklarla Osmanlı, elindeki uçakları uçurmaya zaman zaman halsizdi, mecalsizdi. Yzb. M. Fesa Evrensev, 1nci dünya savaşında görevlendirildiği Kafkas Cephesi'ne giderken, Ruslar tarafından batırılan gemide, yanındakilerle birlikte esir edilmişti. Sibirya'daki yaklaşık beş yıl sekiz ay esaret hayatı sonrası kaçarak, 1920 Haziran ayında döndüğünde, bu kez Kurtuluş Savaşı’na görevlendirilmişti. Osmanlı’da askeri havacılığının ilk uçuş okulu, 3 Temmuz 1912 yılı Yeşilköy'ünde Ayastefanos adıyla kurulmuş bir Tayyare mektebiydi. Fransa’dan Hava Yüzbaşı Marki De Gois De Mezeryac; Yeşilköy Tayyare Mektebi Müdürlüğü'ne sözleşmeli getirilmiş, Osmanlı pilot adaylarına eğitim veren ilk öğretmen pilot olarak görevlendirilmişti. 1850’li yılların bilim insanı, Fransız Caude Bernard’dın öğrencilerinden Paul Bert, Havacılık Tıbbının Babası; 1913 yılı Almanya’sında Dr. Koschel ve Flemming ise Askeri uçuş hekimliğinin ilk öncüleriydi. Elazığ Askeri Hastanesi KBB mütehassısı Dr. Yzb. Yusuf Ziya Balkan ise 1929 yılında Türkiye Cumhuriyetinin; Fransa ve İtalya’da yetiştirilmiş, İlk uçuş doktoru olarak tarihe tescillenmişti.

Vecihi Hürkuş Bey 21 Mayıs 1916 yılının Yeşilköy Tayyare Mektebi mezunlarındandı.  1917 sonbaharında, Osmanlı’nın Kafkas Cephesi'nde uçak düşüren ilk pilotu olarak tarihi yerine adreslenmişti. Çok geçmeden Ekim 1917’nin bir hava muharebesinde aldığı ağır yaralarla kullandığı uçak, Ruslar tarafından düşürülünce, düşman eline geçmesin diye uçağı ateşe vermişti. Sonrasında esir olarak gönderildiği Hazar Denizi’ndeki Nargin Adası’ndan, yüzerek kaçmayı yüreklenmişti. Kurtuluş Savaşı’nda yararlı hizmetlerde bulunan Vecihi Hürkuş Bey, 21 Nisan 1932‘de ilk Türk sivil havacılık okulunu açmış ve İlk Türk kadın pilotu, Bedriye Bacı lakaplı, Bedriye Tahir Gökmen Hanımefendi’yi yetiştirmişti. 

Sömürgecilik; bir devletin başka ulusları, devletleri, toplulukları ya askeri güçle ya da oralara iktidar eylediği proje hükümetlerle siyasal ve ekonomik egemenliği altına alıp, her alanda sömürmesiydi. Ayrıca sömürgecilik; oralarda partizan yandaşlıkları önceleyip, masum yurttaşlıklara hayat hakkı tanımayan siyasal aktörlerin, yöresel kaynakları küresel efendilerine pazarlama ihanetiydi. 15. yüzyılın sonlarında İspanya ve Portekiz’in yayılımcı arayışlarıyla başlayan denizaşırı sömürgecilik sevdası, güçlü Avrupa ülkelerine de bulaşmış, Amerika kıtasının keşfine dek gitmişti. Keşfedilen coğrafyaların yer altı ve yer üstü zenginlikleri ya Avrupa’ya taşınmış ya da kıta Avrupa’sının, peyderpey göçleriyle yerlileri katletme pahasına, gasp edilen toprakların yeni sahibi olmak ahlak edinilmişti!..

19.yüzyıl yaklaşırken, adeta patlamış sanayi devrimine paralel endüstrileşmiş, makineleşmiş ve güçlü bir kapitalist ekonomiye kavuşmuş ülkeler, sınırları içindeki üretim fazlasını, artık tüketemez ahvallerdeydi. Hem eldeki fazlalığı satacak hem de artan ham madde ihtiyacını karşılayacak pazar arayışları, azılı kapitalizmin sömürgecilik ihtiraslarına vaftizleşmiş gibiydi. Zira şahlanmış endüstri sektörlerinin ham madde ihtiyacına, Avrupa’nın sınırlı kaynakları artık çaresizdi. Kuzey, güney ve Batı Avrupa ülkelerinin neredeyse tümü, daha daha topraklara bu yüzden göz koyuyor, bu yüzden sulanıyor, bu yüzden sarkıyorlardı. O zamana dek Afrika topraklarının hemen hemen tamamı, güçlü sömürgeciler tarafından çoktan işgal yemişti. Fransa, Tunus’ta Fas’ta… İngiltere, Hindistan Mısır’daydı… İtalyanlar ise gerisinde kaldıkları sömürgecilik yarışında, arayı kapatmanın telaşına düşüyor, üç yüz elli yıldır Osmanlı egemenliğindeki Trablusgarp ve Bingazi’ye, haramice göz dikiyorlardı. O yılların sanayileşememiş siyasi, askeri ve ekonomik en zor günlerini yaşayan Osmanlı, İtalya karşısında zayıf durumdaydı. Kaç zamandır bu savaşa hazırlanan göz koymuşuna bile oralarda sadece küçücük bir ordusuyla kalmıştı. İtalya Krallığı nihayet 29 Eylül 1911 günü, Osmanlı’ya savaş açtı. Yzb. Serhan, anıların anlara saldıran hüznünü bir yana bırakıp, Çanakkale radarını aradı;

 

“Yuva, Kobra İki Üç”

“Devam Kobra İki Üç, Yuva”

“İki Üç kol, sizinle!

“Anlaşıldı İki Üç”

 

Dünya dualarınız, hayat dileklerinizce olsun!..                                          

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” Roman dosyasından devam edecek…

 

 

Yazarın Diğer Yazıları