Kendi zevkimiz, estetiğimiz, zarafetimiz, inceliğimizle ne kadar tanışız?
Bu yazımızda, “İğne ve Oya” kavramını paylaşmak istiyorum.
Rengi, deseni, çizgileri, motifleri ile bütünde, ‘kimliğimiz…’
İğne ve Oya; Türk’e ait, bir medeniyet dilidir…
En tatlı düşlerin, ılık bahar serinliğinde dalında tomur tomur çiçek açmış;
Göz nurunun çimlendirdiği ışık zenginliğidir…
“Hilal kaşlım, gül yüzlüm, gökteki yıldızım…”
Nakışlarla zarafetin, inceliğin, sadeliğin göz nuru ilmiklerinde örüldü zaman…
“Gül ağlama Gül! Bize
Ele diken, Gül bize
Gül olanın yüzünde
Gül açılır, Gül! Bize” diyen şairin mısralarındadır, tuval!
Nasıl ki, ‘gönül’ kelimesi sadece bu millete aittir…
O gönlü, göz nuruyla saklayan en ince, zarif ve dokunaklı sanat olarak da bilinen,
“Türk Danteli” iğne oyaları, bu milletin nesilden nesile, atadan evlada taşıdığı,
Yüreğinin atışıyla ilmek atışlarını birleştiren,
Bu milletin zevkini, estetiğini, duygu zenginliğin yansıtan bir sanattır…
İğne oyalarının malzemesi genellikle ipektir…
O tarihi yolu bizlere çizgi çizgi, desen, motif motif anlatan atalar yadigârı bir büyük miras,
Hala geleneklerimizle emeğin ve alın terinin koruduğu yegâne zenginliğimizdir…
El sanatları, milletimizin kültürünü temsil etmektedir.
O sebepledir ki, kültürel kimliğin en canlı belgeleridir.
Anadolu insanını bu kültürle daha yakından benimser ve tanımlarsınız…
Doğu ve Güneydoğu’nun İç-Batı Anadolu’ya açılan o huzur, o güven dolu penceresinde,
İlk aklınıza gelen de, Tebriz Gülüdür!
Gül perçeminde, yürek dolusu utangaç bakışlar,
Kendisine örtünmek kadar zarafetinde en ince yolunu seçmiştir…
Türk insanı zevkini, estetiğini, duygusallığını, hoşgörüsünü,
Özünden süzülerek şekillenen el sanatları ile yansıtmaktadır.
Bütün bu el sanatlarının mükemmel örneklerini saymakla bitmez ki…
Oya, ince bir dantel olarak da tarif edilebilir... Türkiye’ye özgüdür…
Süslemek ve süslenmek amacıyla insandan eşyaya mükemmelliği taşıyan zarif dokunuştur…
Elâzığ’da, tarihi Harput şehrinde iğne, tığ, fırkete gibi aletlerle, değişik yardımcı malzemeler kullanılarak bu mükemmel el sanatlarına erişebilirsiniz…
Bu coğrafya insanının duygularını renklere ve oyaya nasıl dönüştürmekte olduğuna saatlerce gözlerimi kırpmadan görmek ve gördüklerimle, ‘iğne ve oya’ arasındaki bağa kendimi doyasıya vermek isterim.
Türk zevki ve Türk estetiği olarak bilinen Oyalara sizler;
İğne Oyaları, Tığ oyaları, Mekik Oyaları, Firkete Oyaları, Koza Oyaları, Yün Oyaları, Mum Oyaları, Boncuk Oyaları altında tanımlayabilirsiniz…
İğne Oyasını dünyada sadece Türk kadını kullanmaktadır.
Bu nedir, Türk kadınının üstün meziyetlerine en tabii bir örnektir…
O sebepledir ki, İğne Oyalarına, ‘bizim desenlerimiz’ diyoruz…
El Sanatları!. Atalardan bizlere kalan en nadide miraslardır!.
O emekte, o emeğin harcında; ‘nesillerin ruhu’ vardır.
Bu milletin zevkini, inceliğini, sadeliğini, zarafetini; her ilmikte sadakatini, her desende iç dünyasının zenginliğini ve derinliğini, her motifte hayatı yorumlayışını görmeniz mümkündür…
Rahmetli Şeref Tan;
“Konuş beni, anlat beni, kelam olam dilinde
Koy sandığa, takıp çıkar, kemer olam belinde
Al dizine, eziyet et, kasnakta ger, istisen
İğneleri batır bana, gergef olam elinde..”
Bir dönem, İğne Oyaları Sergileri açılıyordu…
O sergilerle geleneksel kültürümüz il dışına taşıyordu…
O sergilerde, “Akçe kesesi, örme-gergef işlemeciliği, geleneksel 5 şiş çorap örmeciliği vs
Geleneksel Türk motifleri desen çizimleriyle daha yakından tanıma fırsatı buluyorduk
Bir şiirimizde şöyle sesleniyoruz;
“Ne oyalı yazma, kilim dokusu
Yıldızlara kanmış yârin uykusu
Toprakla bezenmiş terin kokusu
Yapıya mertek olmayan, dal ağlar.
Rüzgâr fısıldar sevginin adını
Nice iklime taşır muradını
Dertli olana verir abadını
Abidlere isyan eden kul ağlar.”
“Önce çuvaldızını kendine, iğneyi başkasına batır” gibi bizim yüreğimizden damlayan
bir ağrıya/bir sancıya ne güzel deyim/ ne güzel ifade getirmişiz!.
Kınalı ellerdeki; “oyalı yazma, kilim dokuyan” iğne, sadece kasnaklarda değil,
Yüreklerde de iz bırakmış…
Cenani Dökmeci, “Yıkılan Harput” isimli şiirinde;
“Ustası, çırağı; toyu, ermişi;
Tezgâh başlarında bıraktı işi,
Puşunun, yazmanın yok savruluşu,
Bardaktan boşalan, dolan kalmadı.”
Sıklıkla ‘ev/aile ekonomisinden’ bahsederiz.
Uzun kış gecelerinin o mazide kalmış tatlı hatıralarından söz ederiz…
Bir aile; tezgâh başında!
Güngörmüş, hayat mektebinde saç ağartmış evin büyüğü;
işinin ehlidir, ustasıdır, maharetiyle atalardan kalan bu zevkli işin öğretmenidir!.
Nasıl ki, Orta Asya’dan bu millet kopuzu beraberinde getirmişse;
Ona uyak olacak sevdasını/ hünerini de aklıyla, fikriyle, zikriyle, duruşuyla yanında taşımıştır
Milletleri ayakta tutan, zevk-estetik sahibi yaparak, ince duygularıyla hayata bağlayan kültürleridir.
Bu sanat bizlere içten gür bir sesle seslenir;
Cenani Dökmeci’nin o nefis şiirinden;
“Menekşe, lale, karanfil/ Kelebek gibi kanatlı
Sim çeken bir kınalı el/ Kaderden ince sanatlı
Gönülden süzülüp inen/ Turna teli, keklik kanı
Al yanakta yanıp dönen/ Can nakışı anı anı
İğne, ibrişim gülüşüp/ Tülbende örmüş hülyayı
Periler çeyiz bölüşüp/ Baş tacı etmiş oyayı
Öpücük gönderir kuşlar/ Sanki kır çiçeklerine
Oyalar uçuşa başlar/ Kelebeklerin yerine…”
Şu anlatım sadeliği bir zevkin, bir işvenin; ‘kelimelerle raksı’ değil midir?
O zevkin insanı hayata bağlayan, ‘kutlu nakışı’ değil midir?
Ses, söz ,hiciv ustası Arif Nihat Asya,
“Taşıtıp kalyonla pırlanta inci
Abide haline koydu sevinci
Gergefte işleyip bir inci sultan
Ki çiçek verirdi saksıya koysan.
“Süleymaniye,
Seni oya oya işlemek için
Çizgileri noktaları tartarak
Yıllarca çalışmış yüzlerce kişi
Göz nuruna iman gücünü katarak”
Söze; zevk, estetik vermişsin…
Taşa; yüreğinden kopan iz, alamet, nişan bırakmışsın…
Usta kalem Yavuz Bülent Bakiler;
“Bendedir öksüzlerin çektiği çile
Gözyaşımı oya yaptım mendile
Ağlasam sesimi yattığı yerden bile
Duyacak analar bilirim.”
Sevginin cümlesinde harman nakışlarla, zarif ve anlamlı bakışlarla,
Geliniz, hayatı birlikte güzelleştirelim, zirvelere taşıyalım