İlhami BULUT

Şiir Deyip Geçme (Leyla ve Mecnun Meselesi)

İlhami BULUT

Yüzyıllardır edebiyatımızda başyapıt olarak; müstesna bir yer tutan bu Leyla ile Mecnun hikayesi nedir? Kamu düzenine ne kazandırmıştır. Kısaca; bir göz atalım.

Derler ki; Abbasiler döneminde, iki husumetli ailenin çocukları olan Leyla ile Kays aynı mektepte okurlarken; muallimin dikkatini çeker, Kays isimli çocuk, bir türlü derse dahil olmaz, defterine bakar ki binlerce kez Leyla yazmış ve yazmaya devam ediyor, Muallimi uyarır; nedir bu yazdığın; Kays; beyit şeklinde, Leyli’den başka bir şey var mı ki bu dünyada der.

Leyla (etimolojik olarak= leyli, gece, uzak anlamındadır) ‘nın ailesi çocuklarını mektepten çekerler; Kays (Mecnun’a dönmeye başlar; cinnet derecesinde, çıldıran) göremediği Leyla’yı beyit beyit şiirlere dolamaya girişir.

Bu Leyla ile Mecnun hikayesini edebiyatımıza ilk defa taşıyan Ali Şir Nevai olmuştur; yüzlerce şair tarafından divan olarak yazılmıştır.

Ta ki; 16. yy. gelen Fuzuli’nin Leyla vü Mecnun mesnevisinden (mesnevi esasen, kendi döneminde şiirler yazılmış bir nevi romandır) sonra bir daha da bu eserin üstünde yer alan bir eser vücut bulmamış, Fuzuli tarafından bu aşk bir nevi mühürlenmiştir.

Çok dramatik bir şiir tabi ki, Leyla ve Mecnun hikayesi, mesnevisi, şiiri. Bu anlatımlardan hikaye olarak şunu anlıyoruz.

Mecnun çöllerde Leyla, Leyla diye inlemeye başlar, bu iniltiye hemen tüm kabileler muttali olur; tabi Leyla’nın ailesi için bir şeref meselesi olmuştur.

Leyla’nın kabilesi göçe karar verir, hikmet bu ya, çölde giderlerken Leyla’yı taşıyan deve çölde kaybolur, malum çölde rüzgar ve kumun dansından dolayı yol, iz bulunmaz. Daha önce çöllere düşmüş olan Mecnun’la karşılaşırlar, bunların bütün görüşmeleri, konuşmaları aruz vezinli beyitlerle olur, işte bu beyitlerin anlamı ile okuyunca bambaşka bir lezzet ve letafet içerir.

Leyla ile Mecnun çöldeki bu baş başa kalışlarında; bak Mevla bize lütfetti baş başa kaldık der; Leyla, Mecnun ‘ben buldum Mevla’yı, neyleyim Leyla’yı’ deyince; bakmış ki, Mecnun; bambaşka bir alemde yaklaşır, bir ziyaret gibi Mecnun’un eteğini öper ve bir ziyaretgahtan çıkar gibi gerisin geri uzaklaşarak gider.

Leyla’nın ailesi İbn Selam diye biriyle Leyla’yı evlendirirler; Leyla kocasına der ki, ben de bir cin var, diyor; her kim sana el sürerse ikinizi de aynı anda boğarım, kocası buna inanıyor ve uzak duruyor.

Zeyd isimli bir kişi Mecnun ile Leyla arasında haber getirip götürmektedir. Leyla’nın evlendiğini Mecnun’a iletir, zaten işi gücü çöl çöl gezmek olan Mecnun; bütün kabileleri çadır çadır gezmeye başlar, İbn Selam konuya muttali olmuştur.

Leyla’nın kocası çadırda otururken; üzerindeki deri mi, elbise mi olduğu belli olmayan, saç sakal içinde sadece dişleri ve gözleri parıldayan Mecnun’u görünce, çadıra davet eder. Güz vaktidir çadırda mangal başına buyur eder, Mecnun gelir, Leyla’nın kocası sorar, nedir bu gamın Leyla Leyla, ben de Leyla’yı seviyorum, bu seninki nasıl sevmek deyince. Mecnun; sen Mecnun değilsin ki, beni anlayasın, bu arada rüzgarla açılan çadır kapısının önünde Leyla’yı gören; Mecnun mangaldaki ateşi elleri ile alarak göğsüne basar, yanar yakılır.

Bunu gören İbn Selam Leyla’yı boşar; Leyla bu inanılmaz serüven, aşk içinde vefat eder.

Mecnun’un; Leyla’nın kabri başında söylediği şiirler, dillere destandır.

Bu aşk hikayesinin çok kısa özeti budur; Fuzuli’nin edebiyatımızda çok çok farklı bir yeri vardır.

Çok lirik ve dramatik bu aşkın iskeleti bile değil bu anlatım, bu aşkı ete, kemiğe bürüyen Büyük Şair Fuzuli’dir.

Şimdi; kendi kendimize düşünelim, bu akıllara ziyan aşk serüveni, inanılmaz güzellikteki anlatım ile Fuzuli’nin kaleminden neşet etmesi,

Kamusal bir yarar içerir mi;

Fuzuli’nin bu eseri takribi dört asır önce yazılmış, o gün bugün, edebiyatımızı kuşatmış ve kaynak olmuştur.

Başka yararı var mı?

Fevkalade yararlar içermiştir, şöyle ki; Fuzuli’nin bu mesnevi, şiirinden sonra; hemen bütün kadınlar Leyla gibi sevilmek istemişlerdir.

Ve o dönemde hemen her evden bir Leyla çıkmıştır, Leyla ismi bu günkü deyimle moda olmuştur. Bunun tesiri bugün bile toplumumuzda görülmektedir.

Yanan, yakılan Mecnun olduğu için bu ismi koyan olmamıştır.

Fakat erkekler de Mecnun gibi sevmeye yeltenmiştir, bunlar şiirlere, şarkılara ve birçok sanat alanına taşınmıştır.

Birçok şair; Mecnun’u geçmeye çalışmış, hayali de olsa Leyla ile yanmıştır.

Bakın hiç farkında olmadan sevgi bir kalite kazanmaktadır. Toplum estetikleşmektedir. Anonim efkar güçlenmekte, sevgi yarışı açılmaktadır.

Bugün dünyanın ihtiyacı da bu değil midir?

Konulan isimlere, kalplerin dizaynına kadar etki eden nedir. ŞİİR.

İnsan tek başına ne Mecnun olabilir ne de Leyla, hani demişler ya; şimdi niye hiç Mecnun yok. Denmiş ki, şimdi Leyla var mı ki.

Leyla ile Mecnun sadece çöllerde yaşamaz, onların şimdiki meskeni şehirlerdir.

Bugün; çoğu kez, bir parkın yanından geçerken, yüzümüzü çevirmeye neden olan nedir? Günübirlik aşklar, saman alevleri; şiirsizlik, bizi gizlice paçamızdan tutarak aşağılara çeker.

Oysa insan müstesna sevgilere layıktır.

Sonuçta Leyla, Mecnun hikayesi yukarıda da anlatıldığı üzere bir şiirdir.

Şiir deyip geçmeyin; dediğimiz budur işte..

Şiiri olmayan toplumlar millet olamaz, bu gün İsviçre medeni bir toplum ama şiir olmadığı için bir millet olamamıştır.

Millet olmasa ne olur, bir zorba gelir, her şeyi elinden alır, her şeyi bunu iyi anla; şiiri olmayan millet İSTİKLAL MARŞINI yazamaz.

Şiir insanın yüreğini ve vicdanını harekete geçirir, yüreklerin toplu vurmasına medar olur.

Bir milletin düzeyini anlamak için şiirine bakmak yeterlidir, Amerika şiirinin kıtlığı bize bir şeyler anlatmaz mı acaba.

Şiir toplumu centilmen kılar, adaletsizliği gidericiliği silahtan daha güçlüdür.

Şiir yazdıran, yazan ve okuyanlara selam olsun.

İşte bu fakirin bu mecrada bulunma gayreti buna mebnidir.

Şiir aklın dışına değil, üstüne çıkmaktır.

Şiir; akıl ile hayat arasındaki boşluğu dolduran, sanatların şahıdır.

Türk şiiri; ninniden, ağıta kadar bize refakat eder.

Ezcümle; ŞİİRE DEVAM..

Diyeceksiniz ki, seçim sathı mailine girilmiş ki; ortalık toz duman; şimdi şiirin zamanı mı?

Tam da zamanı, içimiz, dışımız siyaset oldu; hep söylüyorum; ne zaman edebiyatımız, siyasetten daha çok yer kapsarsa o zaman işte, daha çok mutlu olacağız biz.

Yazarın Diğer Yazıları