İlhami BULUT

EBEVEYN PROFİLİ

İlhami BULUT

Bundan takriben 55—56 sene önceydi, 5-6 yaşlarındaydım,  kardeşlerim dünyaya gelmemişti henüz evin tek çocuğu unvanı bendeydi.

                   O sene harmanı kaldırdık, ben de tıpış tıpış anneme babama refakat ediyorum çalışmalarında, evin bitişiğindeki harmandan buğdayı annemle babam ambara taşıdılar, babam ölçtü, 3 kile buğday çıktı. O seneler bizim eve en az 7-8 kile buğday gerekiyormuş, yeterli ekmek için.

                  Annem başladı yüksek sesle ağlamaya.

                  Üç kile unlukla bahar gelir mi, biz ne yiyeceğiz, beni göstererek bu çağa acından ölsün mü, bende yarım yamalak algılıyorum feveranı, çil yavrusu gibi dönüyorum bir oraya bir buraya.

                  Babam dedi yahu kadın Allah büyüktür, her şeyde bir hayır var iyi olur, çocuğun yanında bağırıp çağırma.

                   Allah büyüktür, Allah büyüktür iyi ki onu da öğrenmişsin, başka bildiğin bir şey yok, her şeyde bir hayır varmış yere gire hayrı da şerri de, işte buğdayları zamanında sulasaydın falan teknik konulara girdi.

                   Hiç unutmuyorum babam yarı öfkeyle kalktı, “göz” dediğimiz toprak bölmeler vardı ambarda, oralara da hayvan yemini koyardık, tenekeyi eline aldı daha önce harmandan çıkarılan arpayı teneke teneke buğdayın üzerine boşaltmaya başladı.

                  Her sene ki gibi yeterli miktara ulaşınca, mahsulleri acele acele karıştırdı birbirine, bereketlendirdi bir anda, al sana unluk be kadın dedi, dert ettiğin şeye bak.

                 Allah büyüktür.

                 Annem bulunan çareye sıcak baktı ama bu kerede hiç mi kapımızı biri açmayacak gelenlere arpa ekmeği yedireceğiz, rezil olacağız.

                  Babam, merak etme rezil mezil olmayız, niye biz hırsızlık mı yaptık dedi.

                  Babamın değirmene çektiği o seneki unlukla annemin yaptığı ekmekler, mübarekler biraz esmer olurdu ama şimdi yediğim ne poğaçanın ne de bir kekin tadı var o ekmekte, şeker gibiydi pekmeze, yoğurda banıp banıp yedik.

                  O çekişme sulh olmadı, maalesef akşama da taşındı, karanlık bastı çıramızı yakıp ocak başına astık (köyümüzde elektrik yok o tarihte) akşam çorbası kaynıyordu ocakta.

                 Annem söylenip duruyordu, var ki ben bir avuç döğme attım kaynatıyorum şimdi suda, ya olmazsa zıkkım mı yiyeceğiz diye.

                  Çok net hatırlıyorum, maşayı eline aldı arasına sıkıştırdığı ateş parçası ile doladığı sigarayı tutuşturuyordu ki, annem bu kez demez mi.

                  Kardeşime haber göndereyim bari bize biraz kavurma göndersin yoksa ne yiyeceğiz , gelen kış kapısı, acımızdan mı öleceğiz deyince, babam maşayı anneme fırlattı, yaralamak, berelemek amacıyla değil, hayata isyan edercesine ayaklarına doğru attı maşayı.

                 Ağlayan çocuğu dövmek gibi oldu, daha yüksek sesle ağlamaya başladı annem, ben de hüngür hüngür ağlayarak gittim annemin sırtına sarıldım, küçücük yumruklarla annemin başını omuzlarını seri bir şekilde döverek yeter anne yeter der gibi bir mesaj attım.

                 Annem beni sırtına aldığı gibi ayağa kalktı, kolay kalkmadı kocaman çocuğum, ayvan dediğimiz yerde ben annemin sırtında direğin etrafında dönüp duruyoruz, Allah senin belan vere bu çağanın ödünü, yüreğini yaracaksın deyince annem.

                 Babam kalktı beni annemin arkasından sıyırdı aldı, elimden tuttu gel oğlum gel dedi, ayvan, dam kısmına bir kapı ile açılıyordu, dama çıktık.

                Yüreğim; geniş avurtlu birinin balonu şişirip bırakması gibi çarpıp duruyordu.

                Babam bir şilte serdi dama, gel oğul gel dedi, uzandı şilteye sigarasıyla, ben de yanına.

               Aklımın yarısı annemdeydi içeride ne yapıyor diye.

                Babam, bana oğlum dedi; olur böyle şeyler sen bize bakma, sen şu yıldızlara bak yıldızlara dedi beni gökyüzüne yönlendirdi.

                Yattığım yerden gökyüzüne bir baktım bir baktım ki, ilk kez görür gibi, aman Allah, baba bu ne kadar yıldız, baktıkça gök derinleşti yıldızlar bereketlendi.

               Oğlum dedi bana, herkesin bir yıldızı var.

               Sen bu gece bakıp kendi yıldızın bulacaksın.

               Sonra anladım ki beni olumsuz konun dışına çıkarmak istiyor.

               Beni aşan hayallere daldım, öylece uyuya kalmışım.

                                                           ***

               Sabah babam giyindi kuşandı, çekti postalını anneme dedi ben şehre çalışmaya gidiyorum, sen çocuğa ve mala davara bakarsın deyip gitti.

                Sonra sıva ustası oldu, takriben bir veya bir buçuk ay sonra babam geldi,  sanki evimize çerçi geldi, heybe gözleri dolu dolu, yanında sepetler, kese kâğıtları obezite olmuş gibi.

                Sarıldım babama, bana da oyuncak getirmiş, umut getirmiş, cizlavet ayakkabı getirmişti.

                Annem bir telaşla getirilenleri istif ediyordu.

                Babam sedire yaslandı, izledi bir müddet, sonra, kolsuzun cebinden çıkardığı bir sarı lirayı başparmağı ile fırlattı altın döne döne annemin yanına düştü.

                Al takarsın dedi.

                Ve ekledi, kadın ben sana demedim mi, Allah büyüktür her şeyde bir hayır var.

                Annem ben bu çağa için ağlıyordum, yoksa ben acımdan da ölsem yine sesimi çıkarmam deyince.

                 Babam tabi tabi biliyorum diyerek kurnaz bir tebessüm arasından bir göz çaktı bana.

                Annem kalktı, ocağa doğru yürüdü maşayı aldı eline, babama fırlatmak için değil, ocakta pişeceklere ateş sürerken elini yakmasın diye.

                                                    ***

                 Sene 2011 oldu, Ağustos Ayı, bir kara haber 38 yaşındaki kız kardeşim ani bir trafik kazasında can vermişti, ben de o tarihte İstanbul’daydım, o acıyla telefondan telefona sarılıyorum, kimi arasam ya açmıyor açan da hüngür hüngür ağlıyor.

                  Annemi verin bana, konuşacak durumda değil, kaza dendi önce, yaralı dediler sonra öldü mü kaldı mı bilmiyorum şunu ver bunu ver haber yok.

                  Babamı verin bana dedim babamı.

                  Babam telefonu aldı, baba selamünaleyküm, ne oluyor nedir bu.

                  Yahu oğlum sen aklı başında birisin “veren o alan o”  uzak yoldan geleceksiniz, akıllı olun, inandık iman getirdik, sakin sakin gelin bacınıza son görevinizi yapın,.

                 Allah büyüktür dedi.

                 Az çok mektep okumak nasip oldu ama anladım ki, babam hayat medresesiymiş,

                 Şimdilerde yaşamının devamı için tabipler yoğun bakım uygun gördüler haftada üç gün sınırlı süreli bir görüşme var.

                 Varıyorum yanına.

                Selamünaleyküm hacı baba diyorum, selamlaşıp, işmarlaşıyoruz, damda bana gösterdiği yıldızları yeniden izliyorum gözlerinde tek tek.

                Hacı baba Allah büyüktür diyorum.

               Malumu ilan ediyorsun dercesine onaylıyor bütün gücüyle, fışkıran duygularla; zımni bir dua sentezi yapıyoruz ebeveyn evlat arasında.

 

ellerin sıcacık gözlerin mis gibi

emek verdin /ekmek verdin

hayat verdin bana

***

omuzlarında tıpış tıpış izlerim

yol oldun/ han oldun

toprak oldun bana

***

incindin mi acep

gücendin mi yoksa

yoksa ayak izlerim mi açtı

bu nükseden yaraları

***

oğul

biz hiç ayrılmayız derdin

haşa yalan da söylemesin ama

***                                 

bir anda

ters çevirdin baharı

bir yetim hüznü

çöküyor bana…….

 

Yazarın Diğer Yazıları