Rıdvan AYDIN

 YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM    

Rıdvan AYDIN

Yaygaracı bağırtlakların, yüksek voltajlı sahayı terk edişleri sonrası, barışın dört savaşçısı hala gövde gösterilerine devam ediyorlardı. Lider işaretiyle daha önce geçtikleri “avcı kol” (taktik kol) düzeninden, az önce aldıkları yeniden bir işaretle “sağa yakın kol”da toplanmışlardı. Çeşme dolaylarından ani bir geriye dönüşle Kuzeydoğu’ya yöneldiklerinde, bulutlar diyarının yükseklerinden, keşke görünür olsalardı! Alttan kendilerine bakanlardan, yakası kirsiz olanların onurla taktıkları: O barış yüreklinin, insanlık âlemine uygarlık ışıldayan rozetini anıştırıyorlardı. Yzb. Serhan İzmir radarını aradı.

“Kale, Kobra İki Üç!..” 

“Kobra İki Üç,  Kale!..”

“Frekansınızı terk ediyoruz malumat!”

“Anlaşıldı Kobra İki Üç!”    

Fren bırakma zamanının, üç saat öncesiydi… 4’lü kolun evlileri lojmandan, bekârları üs misafirhanesinden, 6’lı olarak (yedek) alınmışlardı. Lojmandakiler, uykudaki henüz minik yavrularını öpmüş, eşleriyle vedalaşmışlardı. Zamanlı zamansız göklere her gidişin, lojman kapısındaki her vedası, bakışlara karşılıklı gizlenen bir helâlleşme seremonisi; her dönüşün kapı çalması, mutluluğun kahkahalar senfonisiydi…

Savaş pilotlarının mesaileri, üs uçuş doktoruyla başlardı. Filodaki beş on dakikalık sağlık muayenesinden “Pozitif” (uçabilir) aldıklarında, gecenin şafağa yakın saatleriydi. Akabinde Filonun beş numaralı “Lider Brifing Odası”na girmişlerdi. “Hür Deniz” görevinin detaylı bilgileşimini, tüm bilimsel ve varsayımsal olasılıklarıyla gözden geçirmişlerdi. Zaten uçuş tulumlarını; uçuş montlarını; basınç elbiselerini (G suit) evlerinden giyinmiş gelmişlerdi. Filo paraşüthanesinden kendilerine ait “Paraşüt” “Uçuş kaskı” ve ismi Amerikalı ünlü bayan sanatçı, Mae West’tle anılan "Meyvest" lerini (bir tür can yeleği) alarak, uçuş hattı minibüsüyle güle oynaya uçak başı yapmışlardı. Sığınaklarında 6 uçak motor çalıştırmış, pist başına kolun asli elemanları, dörtlü olarak gitmişlerdi. Lider brifinginde, Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı, “Görerek İşaretleşmeler” yönergesinden, bir işaret de kararlaştırmışlardı.  Yzb. Serhan o işareti, İzmir radarıyla temastan önce vermişti. Lider ve elamanlar kırmız zarf içinde çıkan iki kırmızı zarfın, İzmir Radarına ait olanını, kullanım sonrası imha etmişlerdi. İşte o işareti, kolun İki ve Üç numarasına az önce gene vermiş, Üç numara (yedek lider) ise Dört numaraya iletmişti. Bu demekti ki o anlara dek, askeri bir özenle taşıdıkları diğer kırmızı zarfı da açacaklardı.

Dünya gezegeninde Genel Kurmay Başkanlığı “Kozmik Oda”ları, ulusal güvenliğin en hassas teminatı; ilgili milletin olası ölüm kalım savaşlarında can damarı, en mahrem devlet namusuydu. Ola ki evrenin uzak diyarlarında da bu böyleydi! “Çok gizli” damgaları, kırmızı balmumlu mühürleriyle “Kozmik Oda”dan yola koyulan kırmızı zarflar, dörtlü kola varana dek, epey mesafe kat ederlerdi. İlgili her birime imza karşılığı verilirlerdi. Sırasıyla “kozmik evrak” taşıyan kurye pilotları… Ana Jet Üs Komutanı, Üs Harekât Komutanı… Filo Komutanı… Filo İstihbarat Subayına dek giderlerdi… Sonrasında demir parmak, çelik kapı, şifreli kilitler ardınki bir kasadan; Filo Harekât Subayınca çıkartılıp, operasyonun pilotlarına nihayet teslim edildiklerinde; biz devlet namusuyuz der dururdu yüzleri…

Yzb. Serhan’ın işaretiyle ikinci kırmızı zarftan çıkartılan çok gizli bilgiler; Çanakkale radarının, o saatlerdeki kod adı ve frekansını da içeriyordu. Lider ve elemanlar, zarftan çıkan rakamları kokpit sağ yan panelindeki telsiz cihazına bağlamışlardı. Ülkenin tüm emektar, Muharip Hava Radar Mevzi Komutanlıkları gibi Çanakkale radarı da kadrosundaki, emektar radar operatörleriyle nam salmıştı. Yzb. Serhan kol arkadaşlarını aradı.

 

“Kobra İki Üç kol; kanal Yuva!..”

 

Koldaki elemanların frekanstan sırayla cevapları, telsiz iletişiminin de bir kontrolü olacaktı.  

 

“İki!..”

“Üç!..”

 

“Dört!..”

 

……“Bir!”

 

Ege göklerinin, Batı Anadolu kıyılarına paralel uçuyorlardı. Yzb. Serhan, usta bir ressamın mavi tuvaline yansımış görkemli ege adalarının, kuşbakışı seyrine koyulmuştu. Tozanak tozanak anıların, o anlara uçuşan yazanak yazanak (belge) arşivlerini, kederler içinde geziniyordu. Kürenin obez ağalarına taşeronluk yapanlarca; mevki, makam, para için insanlığa reva görülenler, insanlık tarihinin utanılası ayıplarıydı. Doyumsuz kapitalizm illetinin harami emperyalizmi, dünya pazarının tüketimle ömür geçirtme görevini; okumasız bıraktıkları diyarların, süreğen siyasi kimsesizliğine dayatırlardı. Halkın sırtından saltanatlar sürme karşılığında, hamasetin çıkarcı simsarlarını şeytanca bulur… Kapalı kapılar ardının ödevlerini, ceket ilikleterek verir… Sömürülecek sahalara kripto (siyasal inancını gizleyen) olarak görevlendirirlerdi. Kronik okumasızlık salgınıyla sömürgeleştirilmiş oralar ki ortaçağ kalıntısı cehalet üretiminin, dünya gezegeninde en verimli üsleriydi. Oralarda gerçek yalandan; sevap günahtan; helal haramdan; hak haksızdan çekinirdi! Ayırımsız halka hizmetin, Hakk’a hizmet olgusu öze yansımadıkça; söylem ayrı eylem ayrı oldukça; yalan rüzgârlarının, cehaletle harmanlanan liyakatsizliği pirim yaptıkça; vay ki vay öylesi diyarların halineydi! Kuşaktan kuşağa hasreti çekilen huzur hep uzaklarda… Mutluluk kahırlarda… Yüzü gülmüş diyarların imrenilen yaşam seviyesi, hep dağların ardında; hep başka baharlara, hep solan umutlarda kalırdı!..

“Kobra İki Üç!.. Pars Yedi Bir, bu kanal!..”

 

Kolun iki numarası Ütğm. Yılmazer’in telsiz çağrısıyla Yzb. Serhan, Egenin anılar resitalini; geçmişin olduğu yerine bırakıp, bulunduğu anlara döndü... Sırasıyla diğer elemanların, çağrılarını bekliyordu.

 

“Panter Sıfır Altı!..”

 

“Ejder Dört İki!..” 

 

Böylece Serhan Kol, Çanakkale Radar frekansında buluşmuşlardı…

 

Radar önleme operatörlerinin, kendilerini sahaya hemen yönlendirmediğine bakılırsa, komşudan henüz bir haber yoktu. Ama illa ki olacaktı. Gelmezlik yapmazlardı. Yzb. Serhan bu kez kafaya koymuş, hatta hafızasının kozmik odasına, koyu kırmızıyla not düşmüştü. Teşrif buyurup da belalı sahanın, gerginlikler kızıştıran gövde gösterilerine koyulurlarsa komşu liderin önünü kesecekti. Zira mesleki donanımları gereği, Hazreti Eyüp sabrına eğitilmiş gök yiğitlerin; şu sakin anlarda bile, nörolojik trafolar zorlayan yüksek voltajını, bir lider ve öğretmen olarak tahmin edebiliyordu. Ve biliyordu ki yurtseverliğin ana kitabını, göklere ustaca yazan mangal yürekler; “Hür Deniz”e kilit atmış kokpitlerinde, pek rahat durmazlardı. Ağızlarının oksijen maskesinde, büyük olasılıkla dişlerini gıcırdatır, özel eldivenli ellerinin yumruklarını sıkarlardı. İşte bu yüzdendi ki Yzb. Serhan; Ege yükseklerinin yaman elektriklenen akrobatik dalaş seanslarıyla komşuyu ağırlamadan, üslerine göndermeyi pek düşünmüyordu… Yakıtları kritiğe düşse bile, koldaki elemanların yüklendikleri pervasız elektriği, komşuya boşaltmak gerekiyordu. Kaldı ki olası yakıt kritiğinde, yakın uzaklıktaki 6ncı ya da 9ncu Ana jet üslerinden birine kapağı atacaklarını, lider brifinginde zaten kararlaştırmışlardı… Öyleyse kendilerini yeryüzünden izleyecek tüm Radarların olanca elemanlarını, adrenalin sağanağıyla operasyon odasına koşturtup; koldaş söylencesi yıllar yılı sürecek, şiirsel bir gökler şölenini hayat sahnesine koymak, neden olmasındı!..                            

                                   Dünya dualarınız, hayat dileklerinizce olsun!..                                          

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları