Mustafa Demirbağ

Zaman Tutucu

Mustafa Demirbağ

Tabi ki hepinizin aklına gelen ilk şey “saat” olmuştur. Aklın yolu birdir. Zaten saat/insan ilişkisi tarihin en eski ilişkilerinden biridir.

Zaman tutma kavramı ile alakalı olarak icat edilen ilk aletin Mısırlıların M.Ö. 4000 yılında icat ettikleri güneş saati olduğu bilinmektedir. O günden itibaren hayatımıza giren bu kavram ve aletler varlığını, her alanda olduğu gibi değişerek sürdürmeye devam etmiştir. Gelişen teknolojilerle beraber saatler giyilebilir bir eşya halini alarak değişim ve dönüşümlerini sürdürmektedirler.

Bizim yaş gurubumuz olanlar rahatlıkla hatırlarlar, dedelerimizin zincirle yelek düğmesi iliğine iliştirip yelek cebine sıkıştırdıkları köstekli saatleri. Birde camı çizilmesin diye deriden yaptırdıkları bir kılıf içine koyarlardı. Her zaman saate bakmak için çıkarılmazdı o alet. Zaman zaman kurulması icap ederdi. Bu da saat ile kullanıcısı arasında bir bağın oluşmasına neden olurdu. “Kurmalı” olarak adlandırılan bu saatlerin yerini zamanla “otomatik saatler” aldılar. Kolumuza, metal bilezik ya da deri bir kayışla giyilebilen bu saatler kurmalı saatlerin yerini aldılar. Otomatik kol saatlerinin en çok bilineni yine bizim yaş gurubumuzun hatırlayacağı üzere Hac görevini ifa eden büyüklerimizin oralardan sık sık hediye olarak getirdikleri “Japon Seiko 5” modelleridir.

Otomatik saatçilikte, bilindiği üzere İsviçre saatleri oldukça meşhurdur. Saatçilikte bir diğer söz sahibi millet ise Japonlardır. İsviçrelilerin “Quartz Krizi”, Japonların ise “Quartz Devrimi” dediği pilli saatlerin hayatımıza girmesi ile birlikte saat kullanımı farklılaşarak devam etmiştir. Quartz devrimi ile saatlerin seri üretimi yaygınlaşmış, daha kolay erişilebilir olmuşlardır. Bu durum bazı İsviçre saat markalarının iflas etmesine neden olmuştur. Benimde ilk saatim Japon malı “Stempo” marka dijital bir saati. İçinde ne olduğunu merak edip ilk gün saati bozmuştum.

Cep telefonlarının hayatımıza girmesi ile saat kullanımı bayağı bir azalma gösterse de özel meraklıları ve sınıfsal ayrımı ön plana çıkarma çabası olanların sayesinde güncelliğini korumaya devam etmektedir. Ama tartışmalarda güncelliğini korumaya devam etmektedir. Şöyle ki daha birkaç gün önce İstanbul’da yaşayan mekanik bir saat ustası akıllı saatler hakkında çok ilginç bir benzetme yaparak bu tartışmalara dâhil olmuş ve farklı bir boyut kazandırmıştır. Şöyle diyor saat emekçisi; “Onlar saat değil, kol telefonu”. Çok ilginç bir bakış açısı. Doğrusu benim de hoşuma gitti bu yakıştırma.

Günümüzde daha çok kıyafeti tamamlayıcı bir aksesuar olarak kullanılan saatler bayanlardan çok erkeklerin kollarını süslemektedir. Çünkü erkeklerin kullanabilecekleri aksesuar seçenekleri bayanlara göre oldukça azdır. En önemli erkek aksesuarı ise saatlerdir.

Biraz fazlaca ön bilgi verdiğimin farkındayım ancak bazen yazarken nereyi keseceğini bilemiyor insan. Şunu yazmasam eksik kalır düşüncesi yazıların hacmini arttırıyor maalesef.

Aksesuar tercihleri kişileri bağlar. Buna söyleyecek hiçbir lafım yok. Ama zaman gibi geri getirilmesi imkânsız bir olgunun hesaplayıcısı konu olunca detay zaruret halini alıyor.

Kimileri quartz yani pilli saatleri tercih ederken kimileri de otomatik saatleri tercih ediyorlar. Pilli saatler daha ucuz ve erişilebilir olduğu için daha fazla tercih nedeni oluyor. Ben ise pilli saatlerimin de olmasına rağmen daha çok otomatik saat tercih edenlerdenim. Neden? Diye soracak olursanız. Bunun iki nedeni var. Birincisi atalarımdan bana kalan köstekli saat gibi, benim kullandığım otomatik saat de çocuklarıma hatıra kalabilir. Rahmetli babamın bana hacdan hediye getirdiği Seiko 5 marka saati bozulmuş olsa dahi saklamadığıma hala pişmanlık duyarım. Ayrıca, otomatik saatlerin koleksiyon değerleri vardır ve yıllar sonra paha biçilemez hale gelebilirler. İkinci ve bence daha önemli olan neden ise kendini saate ait hissedenlerden biri olmamdır. Çünkü bana göre otomatik bir saat

kullanıcısı ile birlikte yaşıyor. Kullanıcının hareketleri ile şarj oluyor, sanki onun kalp ritmi ile beraber yaşıyor. Heyecanlarına, çalışması ile tepkiler veriyor gibi geliyor bana. Onu kolumuzdan çıkarıp bir kenara koyduğumuzda sanki bir yakınından, sevdiğinden ayrılmışçasına bir müddet çalışıp bekledikten sonra kendini o ayrılık zamanında durduruyor. Ama asla nankörlük etmiyor. Gücenmiyor, darılmıyor. Geçen zamanı sessizce beklemeyi tercih ediyor. Yarenine, arkadaşına, sahibine, artık adına ne derseniz deyin tekrar kavuşunca zamanı ölçmeye ve onunla birlikte yaşamaya kaldığı yerden devam ediyor. Elimize aldığımızda oluşan sıcak bir temas onun yaşam kaynağı oluveriyor. Kullanıcısı onu şimdiki zamana kurarak ayarlarken geçen zaman sanki sohbet ederek tamamlanıyormuş gibi geliyor bana.

Quartz saatler zamanı daha kusursuz ölçebiliyorlar. Evet doğru. Ancak hayat kusursuz olmadığı gibi bizlerde kusursuz değiliz. O yüzden geçen süre ile beraber saatimizin bir miktar geri kalması ya da ileri gitmesi insanla beraber bir eksilme ya da azalmadır bence. Kolumuzdaki bu yol arkadaşına bizim hayat verdiğimizi göz önüne alırsak, ondaki eksikliği kurma koluna yaptığımız bir hareketle giderebilmemiz mümkündür. Bu da birlikte yaşamanın bir gereğidir.

Tanpınar’ın “ Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanında olduğu gibi bu ayarlama işi için sokaklarda kurulan bürolar bulamayacağımıza göre, saatimizi kurarken dijital (Quartz) bir saatten yardım almamız gerekecektir. İşte bu yüzden otomatik saatleri daha çok sevmeme rağmen pilli saatlerim de var. Birlikte var olmanın katmanları böyle uzayıp gider. Canlı da olsa cansız da olsa her varlık başka bir varlığa mutlaka ihtiyaç duyar.

Birlikte yaşama derken, aslında tam olarak insanlar arasındaki ilişki de böyle olmalıdır. Yanımızda yer alan arkadaşlarımızın, dostlarımızın ya da bizimle birlikte yaşayan ailemizin, sevdiklerimizin eksiklerini, müşküllerini küçük dokunuşlarla giderebilir ve bir hal yoluna koyabiliriz. Bunu tek başımıza başaramayacak olursak da başka bir dost veya yakınımızdan yardım alabiliriz. Birlikte var olarak değerlerimizi gelecek nesillere böylelikle miras bırakabiliriz.

Elbette farklı nedenlerle, istemeden de olsa, değişen şartlar gereği, değişen zamanla birlikte yani nasıl ifade ederseniz edin insanlar da bir gün gelir ayrı düşebilirler. Bu, onları tamamen unutmamız anlamına gelmemelidir. Bazen sessizce beklemek gerekebilir. Her şey zamanı gelince tekrar anlam kazanacaktır.

Bazı insanların gidişi ise zamanı tamamen durdurabilir. Belki de bu yüzden otomatik saat seviyorumdur. Kolumuzdan çıkardığımız otomatik saatin yaptığı gibi hep o zamanda kalabilmek için.

Son olarak bir tavsiye ile bitirmek istiyorum. Aldığınız saatleri saat üreticisi olan markalardan tercih edin. Replika yani çakma saatlerden uzak durun. Aldığınız replika saatlerin, anlayan birinin yanında sizi komik duruma sokacağını unutmayın.

Gerçek sevenlerinizi ise onların yerini almaya çalışan replikaları ile asla karıştırmayınız.

Yorumlar 4
Jale erdem 01 Ekim 2023 20:55

Yazar ne demek istedi acaba ☺️

Mesut 26 Eylül 2023 09:19

"Kol telefonu" benzetmesi gerçekten güzelmiş. Demekki bende kol telefonu kullanıcısıyım. Fakat şu Mert bey neyi eleştirmiş onu da hiç anlamadım. Hatta hiç yazıyı okumamış bile. Okumadığı quartz saat ile otomatik saat arasındaki farkı anlamadığından belli.

Mert 25 Eylül 2023 21:43

Sayın hocam size Quartz otomotik bir saat alıp hediye edeyim siz de bu yazarlık serüvenine bi son artık. Zira yeteri kadar komik duruma düşmekten kurtulmuş olursunuz. Bizim de zamanımıza yazıktır. Çevrenizde duyarlı bir kişi bile yok mu acaba sizi uyarsın. Ez cümle replika değil orjinal Quartz otomotik saati bi düşünün derim. Kalın sağlıcakla...

SM 25 Eylül 2023 19:36

Bilgilendirici bir yazı olmuş.Ellerinize sağlık

Yazarın Diğer Yazıları