*Akitlerinizi, verdiğiniz sözleri ve hukuki bir sonuç doğuran yaptığınız anlaşmaları yerine getirin. (Maide Suresi/1)
*Dinin sembollerine saygısızlık etmeyin. Bir topluma olan kin(iniz), sakın sizi haddi aşmaya sevk etmesin! Hem iyilik ve takvâ konularında yardımlaşın, günah ve düşmanlık konularında ise yardımlaşmayın, Allah'a karşı gelmekten de sakının! (Maide Suresi/2)
*Murdar hayvan-leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilmiş, boğulmuş, vurularak öldürülmüş, yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanarak öldürülmüş hayvanlarla -henüz canı çıkmadan yetişip kestiklerinizin dışında- yırtıcıların yediği hayvanlar, dikili taşlar önünde (sunaklarda) boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız haram kılınmıştır. (Maide Suresi/3)
*Din tamamlanmıştır. Allah’ın dininde eksiklik ve fazlalık yoktur. Dine ekleme yapmaya da, çıkarma yapmaya da kimsenin hakkı yoktur. (Maide Suresi/3)
* “Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun.” (Maide Suresi/8)
*Gösterişe ve şekle indirgenmiş, amaç ve anlamından yoksun, içi boş, hiçbir ibadet ve davranışı Allah kabul etmez. Adem Aleyhisselam’ın iki oğlundan birinin kurbanının kabul edilmeyişinin sebebi bu idi. Kendine layık görmediğini Allah’a layık görmüş, malının iyisini değil de kötü olanını kurban olarak sunmuştu. Oysa Allah, takva sahiplerinin ibadet ve davranışlarını kabul eder. (Maide Suresi/27)
*“Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi (haksız yere) öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Maide Suresi/32)
* “Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.”(Maide Suresi/32). Kişiyi Allah’a yaklaştıran amele vesile denilmiştir. Müfessirler âyette kastolunan vesilenin, Allah’ın emrettiklerinin yerine getirilmesi ve yasakladıklarının terkedilmesi olduğunu belirtmişler, kişiyi Allah’a yaklaştıracak ve O’nun rızâsını kazanmaya yardım edecek her türlü ibadet ve eylemi vesile saymışlardır. Hadislerde kişiyi Allah’a yaklaştıran en önemli şeyin Allah’ın farz kıldığı ibadetler ile nâfile ibadetler olduğu ifade buyurulmuştur (Müsned, VI, 256; İbn Âşûr, VI, 187; Elmalılı, III, 1670).
Kulu Allah’a yaklaştıran yolların (vesilelerin) en önemlilerinden birisi, âyette zikredilen cihaddır-Allah yolundaki her türlü gayrettir.
“Meşrû kabul edilen tevessül türleri şunlardır:
1. Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarıyla tevessül. Kur’an ve hadiste yer almış, yüce Allah tarafından açıkça emredilmiştir: “En güzel isimler (el-esmâü’l-hüsnâ) Allah’ındır; bu güzel isimlerle O’na dua edin” (A‘râf 7/180).
2. Peygamber ve velîlerin hayatta iken yaptıkları dualarla tevessül. Bu tevessülün meşruiyeti ise peygamberlerin ümmetlerine, ümmetin de birbirine dua etmelerini tavsiye eden âyetler (Nisâ 4/64; Yûsuf 12/97-98; Muhammed 47/19) dikkate alınarak kabul edilmiştir.
3. İyi ameller hürmetine tevessül. İyi amellerle tevessül de Kur’an-ı Kerîm’de müminlerin bazı dualarından örnekler verilerek teşvik edildiği için makbul sayılmıştır (bk. Bakara 2/285; Âl-i İmrân 3/16, 53, 191, 193).
“Hz. Peygamber hayatta iken bir kimsenin bağışlanması ve arzusunun yerine getirilmesi için onun duasını talep etmek” mânasında bir tevessülün meşruiyeti ve böyle bir şefaatin varlığında görüş ayrılığı yoktur. Kıyamet gününde Hz. Peygamber’den insanlara şefaat etmesinin isteneceği, onun da insanların bağışlanması için Allah’a dua ve niyazda bulunacağı inancı Ehl-i sünnet inançları kapsamında yer almıştır (Buhârî, “Tefsîr”, 17/5; Müsned, III, 500). Ancak Hz. Peygamber’in vefatından sonraki dönemlerde bir kimsenin (dünyada iken) “Ya rabbi! Peygamberin hakkı için, onun yüzü suyu hürmetine...” gibi ifadelerle dua ederek tevessülde bulunmasının meşrûluğu tartışmalıdır.
Kabir ve türbe ziyaretleri, dünyanın geçiciliği, uhrevî sorumluluk gibi konularda kabristandan ibret ve ders almak, kabirde yatana dua etmek gibi dinî ve mânevî gayelerle yapılırsa meşrû sayılmış; ancak tevessül maksadıyla, yani kabirlerde yatanların ruhlarından medet umup yardım istemek için yapılırsa fıkıhçıların çoğunluğuna göre mekruh, İbn Teymiyye ve sonraki Hanbelîler’e göre ise haram” olduğu ifade edilmiştir. (Diyanet Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2)
* “Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin.” (Maide Suresi/38).
“İslâm, meşrû kazançtan doğan malın korunmasını dinin temel hedeflerinden saymış ve telef olmaması için birçok tedbir almıştır. Bu cümleden olmak üzere kişinin haksız olarak başkasının malına el uzatmasını da kendi malını saçıp savurmasını ve israf etmesini de haram kılmıştır. Şu halde hırsıza verilen ceza sadece hukuk düzenini korumayı değil, aynı zamanda ilâhî emirlerin ve ahlâk ilkelerinin yaşatılmasını da amaçlar.
Hırsızlık, “başkasına ait bir malın, muhafaza edildiği yerden sahibinin rızâsı olmaksızın ve sahiplenmek kastıyla gizlice alınması” demektir. Bu fiili işleyen kimseye de hırsız denir. İslâm hukukçuları arasında genel kabule göre hırsıza el kesme cezasının (had) verilebilmesi aşağıdaki şartların varlığına bağlıdır:
a) Hırsızın cezaî ehliyetinin bulunması yani temyiz gücüne sahip ve ergenlik çağına ulaşmış olması.
b) Hırsızlığın haram olduğunu bilmesi. Hırsızlığın haram olduğunu bilmeyen yeni müslüman olmuş bir kimseye bu ceza uygulanmaz.
c) Hırsızlık suçunun kasıtlı olarak işlenmesi, yani hırsızın başkasına ait olduğunu bildiği bir malı sahiplenmek maksadıyla bilinçli bir şekilde ve isteyerek alması.
d) Çalınan malın eylem esnasında başkasına ait olması, bu malda hırsızın mülkiyet cinsinden bir hakkının veya hak şüphesinin bulunmaması.
e) Malın, muhafaza edildiği yerden gizlice alınmış olması. Malın zorla alınması veya emanet malın geri verilmemesi –haksız fiil olmakla birlikte– gizlice alma sayılmadığından hırsızlık değildir.
f) Malın menkul ve mütekavvim (hukuken korunan iktisadî değere sahip mal) olması. Suçlunun fiiliyle taşınabilen her mal menkul sayılır. Mütekavvim olmayan mallar haklara konu teşkil etmediği için mülkiyeti de korunmaz. Meyve, sebze gibi kısa sürede bozulan şeylerin çalınmasında da el kesme cezası uygulanmaz (Nesâî, “Sârik”, 10-13).
g) Malın korunmuş iken alınmış olması. Açıkta bırakılan veya koruma altında bulunmayan bir malın alınması had cezasını gerektiren hırsızlık suçunu oluşturmaz.
h) Çalınan malın değerinin belirli bir miktara (nisab) ulaşmış olması. (Değersiz ve kıymeti örfe göre az olan birşeyin çalınmasından dolayı da el kesme cezası uygulanmaz.)
ı) Açlık, zaruret ve zorlama gibi hırsızlık suçunu işlemeyi kısmen veya tamamen mâzur gösterecek bir mazeretin bulunmaması.” durumlarında hırsıza el kesme cezası uygulanmaktadır. (Diyanet Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2)
Kur’anın koyduğu hükümlerde; cezaların caydırıcı olması, önleyici bir tedbir olarak suça giden yolların kapatılması, mağdurun, kamunun ve suçlunun vicdanının tatmin edilmesi esastır. Yukarıda izah edildiği gibi her hırsızlık edenin değil, belli şartları taşıyanların ellerinin kesilmesi emredilmektedir.
-Peygamber Efendimiz, şefkat ve merhamette zirve olmasına ve şahsına karşı yapılan her türlü kötülüğü affedici olmasına rağmen; adaletin tesisi, suçun ve suçlunun cezalandırılması, Allah’ın emrinin yerine getirilmesi noktasında çok tavizsiz bir duruş sergiliyordu.
Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Mekke’lileri pek üzmüştü. Ona cezanın uygulanmasını istemiyorlardı. Bunun üzerine:
- Bu konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kim görüşebilir? diye kendi aralarında konuştular. Bazıları:
- Buna Resûlullah’ın sevdiği Üsâme İbni Zeyd’den başka kimse cesaret edemez, dediler.
Üsâme de onların istekleri doğrultusunda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile konuştu.
Peygamberimiz Üsame’ye:
- “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:
“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.” (Buhârî, Enbiyâ 54, Megâzî 53, Hudûd 11, 12; Müslim, Hudûd 8, 9.)
-Kur’anın bu emirlerini eleştirenlere söylemek gerekir ki; hırsızlık yapanın elinin kesilmesini, cinayet işleyerek kadınları dul, çocukları ana-babasız bırakanların yaptıklarına karşılık olarak öldürülmesini emreden ayetlerden, herkesin elinin kesilmesi ve öldürülmesi anlamı çıkmaz.
-Hırsızlık yapmayan ve yapmayı da düşünmeyen bir kimsenin, hırsızın elinin kesilmesinden rahatsızlık duyması da düşünülemez. Cezaların ağır olması, caydırıcılığı, mal ve can güvenliğini sağlamaya hizmet edecektir. Bugünkü hukuk sistemi bu manada; adaleti ve emniyeti sağlamaktan uzak olduğu gibi, mağdurun ve toplumun vicdanını tatminden de uzaktır.
Hayatta olanları uyarmak için gönderilen Kur’anın; toplumsal hayata yönelik ilke ve düzenlemelerinden bir kısmını, Maide Suresi 38. ayete kadar esas alarak, ayetlerden anladıklarımızı ve ayetlerin işaret ettiği hakikatleri ifade etmeye çalıştık. Allah-u Teala hepimize Kur’anı anlamayı, yaşamayı ve hesap gününde de Kur’an ahlakına sahip Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselam ile bereber olmayı nasib etsin. Vahyin bereketinden istifade etmek dileğiyle Allah’a emanet olunuz…