Yaşayan efsane: Tuncer Sönmez

Elazığ'ın değerli şairlerinden, birçok gence rol model olan 80 yaşındaki emekli eğitimci Tuncer Sönmez, hayatını, şairliğe başladığı yılları ve öğretmenlik anılarını Hakimiye

Yaşayan efsane: Tuncer Sönmez
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Elazığ’ın değerli şairlerinden, birçok gence rol model olan 80 yaşındaki emekli eğitimci Tuncer Sönmez, hayatını, şairliğe başladığı yılları ve öğretmenlik anılarını Hakimiyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ömer Enes Yılar ve Muhabir Ali Öztürk’e anlattı. Konuşmasında bir yandan yazdığı şiirlere, hayatında unutamadığı anlara, anılara değinirken bir yandan da okuduğu şiirlerle adeta ortamı bir zaman makinesine dönüştürüp bizleri o yıllara götürüyordu. Gümüşhane’de öğretmenlik okulundan mezun olduktan sonra ilk görev yerinin Bitlis’in Ahlat ilçesi olduğunu belirten Sönmez, zamanın eğitim sistemine ve yaşam tarzlarına da dem vurdu...

İşte şiirlerle süslenmiş sizi bir zaman yolculuğuna çıkarırken, aynı zamanda geleceği dikkate almanızı sağlayacak o röportaj:

-HOCAM KENDİNİZİ TANITIR MISINIZ?

1937 yılında Tunceli’nin Hozat ilçesinde dünyaya geldim. İlkokulu Pertek’te, ortaokulu Tunceli’de, öğretmen okulunu da Gümüşhane’de okudum. 1959 yılında öğretmen okulundan mezun oldum ve Bitlisin Ahlat ilçesine tayin oldum. O yıllarda okuryazar olanlar eğitmen, polis ve sağlık memuru olabiliyorlardı. Daha sonra ilkokul mezunları, ortaokul mezunları bu görevleri yapmaya başladılar. Daha sonra köy enstitüleri açılmaya başlandı.

 

-HOCAM SİZİN ÖĞRETMENLİK YAPTIĞINIZ YILLAR İLE GÜNÜMÜZDEKİ EĞİTİM SİSTEMİ ARASINDA NE TÜR FARKLILIKLAR VAR?

 

“Köy enstitüleri; hem ağaca, hem hayvana hem insana aşı yapardı.”

Bizim zamanımızda köy enstitüsü okulları vardı. Örneğin; Akçadağ gibi altı yıllık köy enstitüleri doğrudan doğruya öğretmen yetiştiren kurumlardı. Öğretmen okulları üretime dönük bir eğitimle öğrenci yetiştiriyorlardı. Köy enstitülerinde hem sağlık bölümü vardı hem ziraat bölümü vardı bu bölümlerin yanında birde öğretmenlik bölümü vardı. Tabi bunlar benim kendi şahsi tespitlerim. Köy enstitüleri böyle bir kalkınma modeli ve üretime dönük bir eğitim modeliydi. Köy enstitüsü öğrencileri o zamanda buğdayını arpasını kendisi yetiştirir, fırınlarında ekmeklerini kendileri yapar, tarlalarda, ahırlarda çalışırlardı ve devlete yük olmazlardı. Bu işleri yapan öğrencilerin içinden ziraat mühendisi vb. meslekleri olan insanlar çıkardı yaparak ve yaşayarak öğrenirlerdi.

 

“İnsan yaparak, yaşayarak öğrenir”

Eğitim sistemi içeresindeki en gerçekçi model eğitim ve üretime dönük yapılan modeldir. Şöyle bir söz vardır: “Okuduğumu anlarım, gördüğümü öğrenirim, yaptığımı bilirim.” İşte en temel nokta bu, kişi yaptığını bilmesi gerekir yaparak ve yaşayarak öğrenme buna denir. Diğer sistemlerin eğitim için pek yararlı olduğunu düşünmüyorum.

 

Ahlat’ta yaşam...

-HOCAM İL GÖREV YERİNİZ NERESİYDİ, BURADA NELER YAŞADINIZ?

İlk olarak atandığım yer Bitlis’in Ahlat ilçesinde, merkeze bağlı bir köydü. Ahlat’ta otelde yerimi ayırttıktan sonra görev yapacağım köyü görmek istedim ve köye gittim birkaç tane taş binadan başka bir şey göremedim. Köyün muhtarına bunların içinde hangisinin okul olduğunu sorduğumda bana hepsinin ev olduğunu söyledi. Bu evlerinde köyün ileri gelenlerinin evinin olduğunu söyledi. Çok şaşırdım ve muhtara, köyün sadece bu kadar evden mi oluştuğunu sordum. Köyün muhtarı bana hocam şuanda üzerinde bulunduğunuz tümsek, bir ev dedi ve sonradan dikkatli bakınca birçok yerde bu tümseklerin olduğunu gördüm. Meğerki o yörenin insanı yeri kazarak evlerini ahırlarını ve hayvanların yiyeceklerini saklayacak yerleri de yerin dibine yapmışlar ve üzerlerini örterek tepecik haline getirmişler. Soba yok, odun yok, bu şekilde yaşarlarmış. Muhtara bana okulun yerini göstermesini istedim bana okulun yerini gösterdi. Sadece okul yerinin belli edildiği ve temelinin kazıldığı bir yer gördüm bu duruma çok üzüldüm çünkü daha okulu olmayan yere bir öğretmen tayin etmişlerdi.

 

Sinemde yetişir küheylan atın

İsminde hikâyesi, o güzel Lat’ın

Şehit ziyarettir, yer yedi katın

Evliya yatağı güzelsin Ahlat...

***

Ah çeker adını anan her insan

Seni anlatmaya yeter mi lisan

Birinci mahdigeren şirin Erkizan

Kahraman otağı güzelsin Ahlat...

***

Meydan mezarlığı eşsiz kümbetler

Sanki o tarihi nöbeti bekler

Selçuklu soyundan Türkoğlu Türkler

Soyunun ocağı güzelsin Ahlat...

***

Bir kalem var ki duvar içinde

Canlara can katan su var içinde

Birde arz edeyim şu var içimde

Bin Bir şehidinle yatarsın Ahlat ...

Tuncer Sönmez bu şiiri 1960 yılında Ahlat’ta 23 yaşında genç bir öğretmenken yazdı.

 

-HEM BİR EĞİTİMCİ HEM BİR ŞAİR OLARAK AİLE HAYATINIZ VE İLİŞKİLERİNİZİ NASIL YÜRÜTÜYORDUNUZ?

İlk görev yaptığım yerde evlendim. Otuz yedi yıl hayat arkadaşlığından sonra eşimi İzmir’de kanser hastalığından dolayı kaybettim.  Bir süre yalnız yaşadım ve yalnızlığın her türlü acıını tattım ve yaşadım. Çevremdeki yakın insanlar bu olaydan sonra beni yalnız bıraktılar ve bir anda unutuldum. Daha sonra yakın bir arkadaşım bana ‘evlenmeyi düşünür müsün’ diye sordu. Bende çocuklarıma danıştım. En küçük oğlum baba sen bir evlilik yapmak istiyorsun ve benden de izin almak istiyorsun dedi. Baba benden izin alamazsın diye devam etti. Ben de içimden ‘Eyvah! Oğlumla aramızda bir sorun çıkacak’ dedim. Sonra bana dönüp ‘sen benim büyüğümsün, atamsın, sen meşhur Tuncer hocasın bildiğini yaparsın’ dedi. İşte o an çok rahatladım. Kaderde varmış kendi memleketimden ikinci evliliğimi yaptım, şimdi iki tane kızım var, lise son sınıfta çok şükür mutlu bir hayat sürüyoruz.

 

 

 

 

-ŞİİR YAZMAYA İLK NE ZAMAN BAŞLADINIZ?

Ben ilk şiir yazmaya şöyle başladım; yöremizde zaten var olan bir âdetimiz var herkes bilir. Pertek’teyken akşamları ev ziyaretlerinde bulunur ve gaz lambalarının dibinde getirilen ceviz, pestil, badem ve dut yenilirken kadınlar ayrı bir yerde erkekler ayrı bir yerde sohbet ederlerdi. Her akşam bu şekilde sırayla farklı evlere ziyaret ederdik ve evlerde büyüklerimiz mani söylerdi. Örneğin ilk aklıma gelen:

 

Mektup yazdım kış idi

Kalemim gümüş idi

Daha çok yazacaktım

Parmaklarım üşüdü

 

Mektup yazdım kardan

Aylar geçti ardan

Ne olur kavuştur bizi

Yeri göğü yaradan

 

Derdoğan dağan dağan

Ddigerarı darma duman

Felek bizi ayırdı

Hep etti darma duman   

 

Bu maniler bana az gelirdi. Daha ilkokula başlamamıştım o dönem ben bu manileri aynı ölçülerde daha uzun bir hale getirirdim. Yıllar sonra anladım ki bu yaptığım manileri uzun hale getirmek, şiir yazmakmış. Tabi şiir yazmak, resim çizmek yâda herhangi bir enstrümanı çalmak yetenek işi, kabiliyet meselesi. O yüzden benimde çocukken şiir yazabilme kabiliyetim vardı. Zaten sonradan ne şair, ne ressam ne de sanatçı olunur. Bir insanın doğuştan getirdiği yetenekler hayat süresi boyunca eğer geliştirebilirse devam eder, eğer geliştiremezse belirli bir yerde kesintiye uğrar, o yeteneğini geliştiremez.

Şiir konusunda bana yardımcı olan hiçbir öğretmenim veya arkadaşım olmadı aksine hepsi de bu işe engel olmaya çalıştılar. Ama ben yılmadan, bıkmadan, usanmadan ve moralimi bozmadan, inatla; yaz kış, gece gündüz sürekli okudum, sürekli yazdım. Şiir yazmak benim için bir tutku, bir hobi ve bir zevk meselesi. Her insanın kendine göre bir zevki vardır. Örneğin; bazı insanlar av yapmaya meraklı olur, bazı insanlar futbola meraklı olur bende şiir yazmaya meraklıyım ve şiir yazmak beni dinç tutuyor. Şiir benim gıdam ben şiirle besleniyorum ve mutlu oluyorum.

 

 

Sona yaklaşırken sorup sormama arasında kaldığımız o soru:

-HER ŞAİRİN KAYNAĞI AŞKTIR, ACIDIR, SEVDA VE HASRETTİR. SİZ DE EŞİNİZİ KAYBETTİĞİNİZ ZAMAN ŞİİRLERİNİZDE BİR DEĞİŞİM OLDU MU?

 

İşte bu sorunun ardından bir doğruldu ihtiyar delikanlı derin bir iç çekerek şu dizleri kalbinden kulağımıza en derinden htirerek okudu:

 

Bir sebeple gittin uzaklardasın

Dönülmez yollarda yandırdı yazın

Şimdi gönüllerde bir hatırasın

Sımsıcak saran o ellerin nerde

Ne güzel takdirdi gençlik çağımız

Aşkımız sevgimiz yavrularımız

Bitmek bilmeyen o gönül bağımız

Bal akan o şirin dillerin nerde

Haydigererin gitmez oldu karşımdan

Mahrum kaldım sevecen bakışından

Senden sonra neler geçti başımdan

Bal akan o şirin dillerin nerde

Sımsıcak saran o ellerin nerde

 

Eşimin vefatının da tabi büyük bir etkisi oldu şiirlerime. Bu hayatta kime ne zaman ne olacağı belli değil...

 

Zaman bir deryadır ömür damlası

Kader muammadır yaşam aynası

Var olmak çok güzel şey

Dünya çok güzel

Ne acı insanın fani olması

Her birimiz bir faniyiz

Neden bu kadar caniyiz

 

İnsan doğmak ayrı bir şeydir insan olmak ayrı bir şeydir. İnsan kelimesi üzerine ansiklopediler yazılır işte bu yüzden çok önemli insan olabilmek. Dünya dediğimiz aslında bir sahne ve bütün canlılar gelir o sahnede oyununu oynar gider.  İşte bize de bu sahnede verilen rolü anlımızın akıyla yerine getirebilirsek ne mutlu bize.

 

-ŞİİRLERİNİZDE NE TÜR KONULARI İŞLİYORSUNUZ?

Ben bütün şiirlerimde vatan, millet, bayrak, din, iman, akıl, mantık, vicdan, hizmet ve merhamet gibi konular işlerim. Yani eğitimciliğime de halen devam ediyorum diyebilirim. Gündemi yakından takip ediyorum bu da şiirlerime yansıyor örneğin gündemde olması sebebiyle Arap liderlerine kızdım ve bununla ilgili bir şiir yazıp internet ortamında yayınladım. Ben haber dinlerim şiir yazarım, şarkıyı veya türküyü dinlerken sözlerinin manasına dikkat ederek dinlerim şiir yazarım. Zaten şarkıdan veya türküden zevk bu şekilde alınır. Bir sohbet esnasında bir fikir yakalarım o fikirle ilgili bir şiir yazarım yâda herhangi bir gördüğüm veya okuduğum olay hakkında şiir yazarım.

 

 

-SON OLARAK NELER SÖYLEMEK İSTERSİNİZ HOCAM?

Bir insanın kendisine saygısı olmazsa kimseye saygısı olmaz. Güzel giyinmek, temiz giyinmek bir insanın kendisine saygısından kaynaklanır. Moral bulur ve insan çevresinden saygı görür. Örneğin; iyi bir elbise giymemiş bir insan alışverişe gittiği zaman başka bir itibar görür ama şık giyinmiş bir insan gittiği zaman başka bir itibar görür. Ben İzmir’de büyük okullarda müdürlük yaptım bir bisikletim bile olmadı hep dürüst çalıştım ve yurdumun yavrularını yetiştireyim zihniyetiyle görevimi yaptım. Dağ köylerinde de aynı hevesle ve psikolojik durumla çalıştım Türkiye’nin en büyük illerinden biri olan İzmir’in göbeğinde bile aynı duygu ve psikoloji ile çalıştım. Gittiğim şehir, kasaba veya köylerde bütün bu yerlerin okul bahçelerini ve çevrelerini ağaçlandırdım. 80 yıllık hayatım anlatabildiğim kadarıyla bu. Eski günlerimi hatırlamama ve anlatmama aracı olduğunuz için teşekkür ediyorum. Gazetenizin okuyucularına ve sizlere teşekkürlerimi sunuyorum.