Naçiz duygularımın hangi yıl, hangi gün ilk defa şiirle nüksettiğini hatırlıyor değilim ancak bu tarihin 1980 yılı öncesi olduğuna kesin eminim.
Rahmetli Şayzer Ninem’in ninnisini net hatırlıyorum, ben 7 yaşında iken hakkın rahmetine kavuştu, bambaşka bir ünsiyet vardı aramızda, ilk torunuydum ilk olmanın tadı ve ayrıcalığı bu fakire nasip oldu.
Belki on yaşlarındaydım rahmetli babamlar ekin biçerken bende kendimce yardım etmeye çalışırdım. Her tarlanın bitiminde babam;
Gökten indi bir kırat
Kanatları Katbekat
Kolumuza kuvvet
Tarlamıza bereket
Allahümme Salli
Ala Seyyidina Muhammed
Diye bir dörtlük okur, kalkar kıbleye döner ellerini yüzüne götürerek şiirini ve duasını tamamlardı.
Ergen olmayan dönem algılarım, beni çoğu kez tanımsız bir hüzne sevk ederdi.
Sonra köyümüzün camisinde Mevlit okunurdu.
Güzel sesli heveslilerce;
Çağrışûben dediler kim merhabâ Merhabâ ey âli sultân merhabâ Merhabâ ey kân-ı irfan merhabâ Merhabâ ey sırr-ı fürkân merhabâ Merhabâ ey nûru râhman merhabâ Merhabâ ey bülbül-i bâğ-ı Cemâl
Mevlidin bu kısmı beni lirik bağlamda çokça etkilerdi. İlkokul dönemi başladı, İstikbal Marşı okunurken her Türk çocuğu gibi saçlarımın diken diken olduğunu hatırlatmaya gerek yok sanırım.
İlkokul öğretmenimiz nur içinde uyusun Ali KARAGÖZ Milli bayramlarda köy meydanında bize şiirler okuturdu.
İşte o bayramlardan birinde bana da; Faruk Nafiz Çamlıbel’in
ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.
***
"Göynünü Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi..."
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, İsimli şiirini okumak düşmüştü.
Bu şiiri ezbere okudum kaçıncı sınıftı hatırlamıyorum, siyah önlük, beyaz yakalıklı, yumuk yumuk ellerle şeve kırarak şiiri okumuşum ki; yerime geçerken Öğretmenim geldi, başımı sıvazlayarak “ kerata yaptığın beğendin mi ? Anneni ağlattın dedi “ Ben de hata yapmış gibi mahcubiyet yaşadım.
Meğer taltif etmiş.
Ergenlik öncesi sevgiler bana göre dogmatik bu benim yorumum, ebeveyn sevgisi de dahil, bir Çinli de annesini sever, Arjantinli’de bir Türk’te; nüans farkları yok değildir, yani bir Türk annesinin yavrusuna yanması farklı olsa da dogmatiktir.
Doğuşla gelir ve bu çocukluk evresi yine bana göre genel olarak hemen hemen her çocukta aynı olur, çok farklılık arz etmez.
Lakin, ergenlik ayrı bir çizgi; yine bana göre artık özgün ve özelleşir, uzun konunun hülasası algı farklılığı kişiden kişiye ergenlikten sonra değişkenlik gösterir diye düşünüyorum.
Ergenlik öncesi çocuk, duygularını özgünce yönetemez çünkü sevgiliye dair duygu söz konusu değildir henüz.
Ergenlikten sonra en azından bir eş arayışı güdüsü tetikler insanı ve duygu katmanı zenginleşir ve seçiciliğe yönelir.
Ergenlik öncesi çocukluktan beri belirtilen argümanları içime sara sara bu minval üzere şiir sevgisinin içinde buldum kendimi.
İçinde bulunduğum koşullar gereği şiire bulaşmamın kısa hikâyesi bu olsa gerek diye düşünüyorum.
Şimdi tamamına ulaşamadığım ilk olarak kaleme aldığım, …Mutluluk…isimli bir şiir yazdığımı biliyorum bunun ilk dörtlüğü de hatırımda.
Bir umut parıldar gözlerde aniden
Bazen sahte bazen güleriz sahiden
Kıyılardan kaçan dalgalar misali
Ayrılır ansızın geldiği sahilden
Türk Edebiyatı Dergisi’nde 1985 yılı Mayıs sayısında bir şiirim bir dergide ilk olarak yayınlandı. Çare Sende diye.
Bu şiiri çok sevdiğim merhum Bekir Sıtkı Erdoğan’a ithaf etmiştim.
O yıllarda bu şairimizin şiirleri Türk Edebiyatı Dergisi’nde aralıksız yayınlanıyordu bir ara şiirleri çıkmaz oldu ben de onun üzerine bu şiiri yazdım gönderdim yayınlandı.
Yıllar sonra merhum Bekir Sıtkı Erdoğan’ı sanırım o tarihte Ayvalık’taydı (şair abimiz M.Şükrü Baş’ın evinden ev telefonu ile) aradık, hal hatır sorduk, Bir divan çalışması olduğunu söyledi, hocam size bir ithafım vardı, biliyorum İlhami’ciğim dedi.
Hocam okuyabilir miyim deyince, tabiî ki cevabını bir gül gibi uzattı bana, telefonda bu şiiri okudum
“Yahu İlhami’ciğim sen benim hassas, duygusal biri olduğumu bilmiyor musun. Ne yaptın sen……..” uzun bir duraksama.
Hocam hürmetlerimizi kabul buyurun lütfen. Dedim.
Ve son selamlaşma oldu, bu. Hancı Şairimizle…
Çare Sende
Üstad Bekir Sıtkı Erdoğan’a
Soran seyrek, şu derdimi, halin nedir vaktin nedir?
Selam gelir yarım yamak, yoksa lügât lâl mı nedir?
Sükût, dilin bülbül gibi, mahsus mu dur, maksat nedir.
Haber gelir seyrek seyrek, küskün müsün yoksa nedir.
***
Karıncalar, karar ile bir yuvaya rızık çeker
Tohum diye tane tane bağban ki, bir tahmin eker.
Madem ki bir soy evladı, kesin kesin kana çeker.
Bak! Mizacım “mızmız” oldu. Petek eski bal mı nedir.
***
Hele bak şu tecelliye, mutlak günüm hasret gider.
Zaten, dilim ucundadır. Sen azıcık bahset yeter.
Lale, boynu bükük bükük gün*güneşten himmet ister.
Bilmez misin? Ey sevgili! Yazık nerde, günah nedir.
***
Her kafadan bir ses gelir, bu dünyanın manzumesi,
Sana gönlüm kafes oldu. Artık ister bülbül sesi.
Bize, yakın-bigâneler çok soracak, kimin nesi.
Delik deşik, sinem benim, bilmez misin te’sir nedir….