Faruk YILDIZ

Türkiye'nin Temel Sorunu Ekonomi Mi Eğitim Mi?

Faruk YILDIZ

Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana süregelen yapısal eğitim sorunlarını çözmeye çalışıyor. Cumhuriyet’ten bu yana da geleneksel eğitim ile modern eğitim tercihleri arasında kafa karışıklığı yaşıyor.

18. yüzyıldan itibaren eğitim alanında yapılan reformlar yaklaşık üç buçuk asırdır devam ediyor. Savaşlardaki başarısızlıklarla birlikte başlayan reformlar bugün bütünsel manada hem insanın hem toplumun hem de devletin kalkınmasının sağlanması için yapılmaya çalışılıyor.

Özellikle Osmanlı İmparatorluğunun modern eğitim kurumlarının önemini geç fark etmesi ve bu fark edilişin sadece askeri alanda olması Türkiye’nin de bugün ulaşmış olduğu seviye ile doğrudan ilişkilidir. 

Düne kadar dışarıdan uzmanlar getirtilerek sistemsel dönüşümler sağlanmaya çalışılıyordu bugün ise dışarıya eleman gönderilerek uzmanlaşması sağlanıyor ve sonrasında bu uzmanlardan yapısal dönüşümler yapması bekleniyor.

Temel anlamda bakıldığında her iki yaklaşım arasında çok da belirgin farklar olmadığı anlaşılabilir. Biçimsel manada yapılan değişimlere bir ruh kazandırılmadığı müddetçe pozitif manada arzu edilen sonuca varmak pek de olası görünmüyor.

Cumhuriyetle birlikte temelden başlayan yapısal reformların dönüşümü ve değişimi sağladığı hususunda bir görüş birliğine varılsa da esas itibariyle bu dönemde Türk insanının köklerinden, tarihinden ve inancından koparıldığını da kabul etmek gerekir. 

Ancak, geçen süreçte iktidarların rengine bağlı olarak Türkiye; gelenekçi yaklaşım ile modern ve çağdaş yaklaşım arasında gelgitler yaşamış, çoğu zaman bu alan siyasi bir mücadele alanına dönüşmüştür.

Rovanşist duygularla meseleye karşı duyulan yaklaşımlar Türkiye’nin 1923’ten itibaren temel yapısal dönüşümleri gerçekleştirmesini de engelledi.

İktidarlar kendi ideolojik yaklaşımları doğrultusunda eğitim politikalarını benimseyip uyguladılar. Sağ iktidarlar Türkiye’nin köklerinden, tarihinden, inançlarından koparıldığı endişesi ile temelsiz programlar uygularken sol iktidarlar da geri kalmışlığın asıl sebebinin dinin hayatın her alanına nüfuz etmesinde ve dolayısıyla çağdaşlaşmak için bireyin, toplumun ve devletin dinle arasına mesafe koymasında görüyordu. Aslında meseleye objektif bir bakış açısıyla bakıldığında her iki siyasi görüşün de haklı yanları olduğunu söyleyebiliriz.

1983 sonrasında Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisini tam anlamıyla benimsemesinden sonra her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yapısal reformlar gerçekleştirilmiştir.

Bu anlamda Türkiye’nin eğitim meselesini en iyi kavrayan ve Türkiye’nin ufkunu açan Turgut ÖZAL döneminin temel yapısal reformların yapıldığı en iyi dönem olarak görmek gerekir. 

Bu dönemde yapılan reformların, bundan sonra gelen hükümetlerin de rotasını belirlediği ve bir referans noktası oluşturduğu görülmektedir. Türkiye'de günümüz eğitim politikalarında da yol haritası olarak Özallı dönemin reformlarının etkisini sürdürdüğü söylenebilir.

Ancak gelinen noktaya bakıldığında Turgut ÖZAL döneminden (1983-1989) sonra göreve gelen iktidarlar 1980 öncesinde olduğu gibi ÖZAL’ın gerçekleştirdiği yapısal reformları daha ileriye taşımak yerine ideolojik ve rovanşist yaklaşımlarla adeta bir deneme-yanılma yönteminin mücadele alanına dönüştürmeyi tercih ettiler.

Bugün gelinen noktaya bakıldığında eğitim alanında önemli mesafeler aldığımızı kabul etmek gerekir. Derslik sayılarının artırılması, meslek liselerinin sistematize edilerek çeşitlendirilmesi, ders kitaplarının ücretsiz dağıtılması, kısmen de olsa modüler okul ve sınıf anlayışına geçilmesi, teknolojik alt yapının iyileştirilmesi gibi daha birçok uygulama son dönemlerde önemli hizmetler olarak görülüyor.

Yapılan iyileştirmelere rağmen bireyde ve toplumda arzu edilen değişimler ve dönüşümler ne yazık ki gerçekleşemiyor. Eğitim sisteminin bir çıktısı olan birey ülkenin bilim, sanat, kültür ve ekonomi girdisine yeterli düzeyde katkı sunamıyor.

Dünya bilim, sanat, edebiyat literatürüne girecek düzeyde insan yetişmiyor. 

Türkiye ekonomisi ihracatını yüz yıldır 200 milyar dolara dahi çıkaramamış. Ekonomide rakip olarak gördüğümüz Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere, Hollanda gibi ülkelerin çok çok gerisindeyiz.
Bugüne kadar ülkeyi yöneten iktidarların meseleyi bütünsel manada ele almaması, yapısal sorunların ana kaynağı olan eğitim sistemimizin sağlam temellere oturtulamaması ülkemizin dünya ölçeğinde hak ettiği konuma gelmesini de engelliyor.

Türk Eğitim Sisteminin paydaşlarının da –sivil toplum ve sendikalar- meselenin çözümünde ortaya koydukları nesnel tutumlar, ideolojik yaklaşımlar, cemaat ve tarikat gibi uhrevi yapılanmaların meselenin çözümünde göstermiş oldukları talep ve tutumlara devlet bürokrasisinin ve siyasal iktidarların açık olması, Türkiye’nin eğitim sorunlarını çözümünü zorlaştıran ana unsurlardır.

Özellikle siyasal iktidarlar eğitim sistemini evrensel normlar üzerine inşa etmek yerine daha çok kendi iktidarlarının ömrünü uzatmak için yukarıda sözü edilen gruplara vermiş oldukları tavizlerle kısa vadede kurumsal bir yapıya dönüşebilecek eğitim meselesinin yüz yılını rovanşist yaklaşımlarla adeta yapboz gibi dağıtıp yeniden toparlamaya çalışarak geçirdiler.

Günümüzde bile hala kendi talepleri karşılanmadığı için bakanların görevden alınması için dolaylı yönden ahlaksız kampanyalar düzenleyen bu grupların etkinliği karşısında siyasal iktidarların yasal düzenlemelerle önlemler alması gerekiyor.

Nesillerin duyarsızlığından, akademik yetersizliğinden şikâyet ederken öbür taraftan da sistemin sağlıklı işleyişini engelleyen tutum ve davranışlarda bulunmak samimiyetsizliğin en açık tezahürüdür.

Siyasi partilerin seçim programlarına bakıldığında da Türkiye’nin eğitim politikalarına dair tutarlı ve meseleyi temelden çözecek çözüm önerilerinden uzak olduğunu görüyoruz.

Siyasal iktidarlar irtifa kaybettiklerinde milletin önüne içi boş ekonomik programlarla çıkmak yerine ülkenin bütün sorunlarının çözümünü sağlayacak eğitim politikalarında köklü reformları hayata geçirirlerse daha inandırıcı olurlar. 

Yüz yıldır sağlam temellere oturtulamamış Türk Eğitim Sistemi, derslik sayısının artırılması, ücretsiz kitap dağıtımı, donanım ihtiyaçlarının karşılanması, bilişim ve teknolojik alt yapının iyileştirilmesi ile ancak şekilsel olarak bir ivme kazanabilir.

Evrensel değerlerden yoksun, Türk insanının düşünsel dünyası yerine duygusal dünyasına hitap eden, daha çok cemaat, tarikat ve yandaş paydaşların görüş ve önerileri dikkate alınarak hazırlanan bir eğitim müfredatı ile Türkiye ne ekonomisini sağlam temellere oturtabilir ne de toplumsal bir sözleşme ile kendi vatandaşını, toplumunu birlik ve beraberlik içinde tutabilir.

Son on dokuz yılın ilk on yılında elde edilen kazanımlar son dokuz yılda “taraf olmayan bertaraf olur” gibi keskin bir ayrıştırıcı ifade ile uçup gidiyor. 

Sözün özü; 
Vatandaş, ülke de adaletin, liyakatin yeniden tesis edilmesini istiyor. 

Vatandaş, yüz yıldır kırılgan bir zemine oturmuş ekonominin sağlam temellere oturtulmasını istiyor.

Vatandaş, her şeyden önce Türk insanının ihtiyaçlarına cevap verecek, bir cemaatin, bir tarikatın üyesi yerine bir dünya vatandaşı yapacak evrensel normlarla donatılmış bir eğitim müfredatı istiyor.

Vatandaş, siyasal iktidarın yüz yıllık meselemiz olan eğitim meselemize odaklanmasını istiyor.

Vatandaş, sanal gündemlerle meşgul edilmek yerine ülkenin temel sorunları ile ilgilenilmesini istiyor.

Vatandaş, artık refah içinde yaşamak istiyor.

Kalın sağlıcakla.
 

Yazarın Diğer Yazıları