Cemil TURGUT

Vitrin Siyasetinde Fiyasko

Cemil TURGUT

Ülkemizde çok partili hayata fiili olarak geçiş tarihinden bugüne kadar siyaset hep insanımızın ilgi odağında olmuştur. Neredeyse her seçim dönemi büyük bir heyecan ve coşkuyla geçmiş, halkın geniş katılımıyla sonuçlanmıştır. Avrupa ülkelerinde seçimlere katılım oranları yüzde kırk elli oranında olurken, ülkemizde yüzde seksen doksan arasında gerçekleşmiştir.

Siyasi partilerin de ideolojik eğilimleri önceleri genel olarak sağ ve sol olarak şekillenmiş ancak daha sonra; sosyal demokrat, klasik sağcı, milliyetçi, milli görüşçü, muhafazakâr milliyetçi, ulusalcı şeklinde daha geniş yelpazede yapılanmıştır.

İşte bu yapılanma neticesinde siyasi partiler, parti felsefelerine inanmayan farklı anlayıştan siyasetçilere de kapılarını açmış ve “her kesimi kucaklıyoruz” mesajı vermek için onları meclise taşımışlardır. Buna siyaset diliyle “vitrin siyaseti” dersek yanılmış olmayız her halde.

Elbette bir partinin bütün kesimlere kapısının açık olması gerekir. Her anlayışın, kitle partisi iddiasıyla ortaya çıkan partide temsil edilmesi gayet doğaldır. Ancak, partinin felsefesine ve ülke için yapılması düşünülen hayırlı işlere uzak ve fakat sırf vitrinde görünsünler de bu kesimlerden oy alayım kaygısının, o partiyi trajik bir sona doğru sürüklemesi kaçınılmazdır. Bu durumu önce Anavatan partisinde görmüştük. Adına dört eğilim denilen siyasi yelpazeyle vitrin siyaseti alanı oluşturulmuş ancak Anavatan partisinin sonu hüsranla sonuçlanmıştı.

Günümüzde de Ak Parti’de vitrin siyaseti güdülerek; sosyal demokrat, klasik sağcı, ulusalcı ve keskin milliyetçi kesimlerden bazı siyasetçilere bu anlamda imkânlar verilmiş ancak hem Ak Parti felsefesini özümsemeyenler hem de ülke için yapılmak istenen büyük yenilik ve projelere vizyonları yetmeyenler “trenden inmişlerdir”. Ömründe bırakın bakan olmayı, meclisin dahi yüzünü göremeyecek olanlar, vitrin siyaseti anlayışından dolayı hayal bile edemeyecekleri makam ve mevkilere kavuştular. Gördüğümüz kadarıyla trenden inenlerin neredeyse tamamı ya yeniden vekil yapılmadıkları ya bakan yapılmadıkları ya rant elde edemedikleri ya da daha başka menfaatler için trenden inmişlerdir.

Burada elbette sorulması gereken temel sorulardan biri de hep Ak Parti mi haklı sorusudur. Tabi ki her zaman ve zeminde Ak Parti’nin haklı olduğunu söylemek doğru olmaz. Ak Parti'nin de ilkesel olmasa da tarım, eğitim, yerel yönetim ve bürokrasi gibi bazı alanlarda stratejik hatalar yaptığını ifade etmek gerekir. Ve fakat genel olarak son yirmi yılda halkın büyük desteğini alarak bir siyasi güç olan Ak Parti'nin ülke için yaptıkları da göz ardı edilmemelidir.

Bundan sonraki süreçte başta Ak parti olmak üzere siyasi partilerin daha çok fikren beslendikleri zeminden kimseleri değerlendirmesi onlar açısından makul olacaktır diye düşünüyoruz. Bu bağlamda özellikle Ak Partinin de artık vitrin siyaseti için bulduklarıyla değil, kendi tabanının sesine kulak vererek kuruluş felsefesini benimsemiş kimselerle siyaset yapmayı düşünmelidir.

Konuya nerden daldık derseniz bildiğiniz gibi Ak Partiden daha önce istifa eden vitrindeki siyasilere hafta başında istifa eden Fakıbaba da eklendi. Tıpkı diğerlerinin temel felsefe olarak Ak Partiyle yolları kesişmemiş olmaları gibi Fakıbaba da sosyal demokratlıktan gelen ve Ak Partiyle kan uyuşmazlığı olan biri. Neden istifa ettiğinin arka planına bakıldığında basından takip ettiğimiz kadarıyla diğerleri gibi parti hesaplarının kendi aleyhine sonuçlanmasından rahatsız olduğu için daha önce bakanlık verilen sosyal demokrat ya da liberaller gibi o da Ak Partiyle yollarını ayırmış.

Bu değerlendirmenin sonunda dememiz o ki Ak Parti, bundan sonraki seçimlerde kendi tabanından birilerine veya pazara kadar değil mezara kadar diyen samimi kimselere fırsat vermelidir. Falan aşiretin oyu ya da filan kişinin oyu var bunu fırsata çevirelim anlayışı son yaşanan istifalarla bir fiyaskoya dönüşmüş ve artık siyasi literatürdeki yerini kaybetmiştir vesselam.
 

Yazarın Diğer Yazıları