Faruk YILDIZ

EĞİTİM POLİTİKALARININ CİNSİYET AYIRIMI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Faruk YILDIZ

Eğitimci-Yazar

Giriş

Dünyada genel bir sorun olan cinsiyet ayırımı temelde geçmişten günümüze kadar uzanan bir sorun olmakla birlikte bu sorunun yaşanmasında gelenek, görenek ve inançların baskın bir yanı olduğunu da bilmek gerekir. Modernleşmenin, sosyal, kültürel ve bilimsel manada toplumsal olarak ilerlemenin cinsiyet ayırımına bakışı temel anlamda değiştirmediği, yasal bir düzenlemeye tabi tutulmadığı sürece eğitim ortamlarında uygulanan programlarla, müfredatla algıların giderilemediği anlaşılmaktadır.

Özellikle gelişmemiş ve gelenekçi toplumlarda cinsiyet ayırımının belirgin çizgilerle sınırlarının çizildiği ve bunun için bir alan oluşturulduğu bilinmektedir. İslam inanç esaslarını evrensellikten ve akılcılıktan geleneksel bir mecraya taşıyan hâkim ulema sınıfı özellikle 13.yüzyıldan itibaren düşüncede, bilimde, sanatta olduğu gibi sosyal yaşamın belirli alanlarında da bu geleneksel anlayışı etkinleştirmiştir. Bugün gelinen noktada düşünce alanındaki gerilemeye benzer bir şekilde her alanda domino etkisi yapan bir duraksamanın nedenleri sebep-sonuç ilişkisi bağlamında anlaşılmaya muhtaçtır.

Cinsiyet ayırımı üzerinde baskın olan bu anlayışı sadece kendi coğrafyasıyla sınırlamamak gerekir. Bilakis Müslüman toplumda kadının muhatap olduğu gelenekçi anlayıştaki bakışla; Batı dünyasında geçmişteki Hristiyan bağnazlığının kadınlara karşı tutumu arasında çok keskin fay hatları vardır.

Bu makaledeki temel amacımız sebep-sonuç ilişkisi içerisinde geçmişten günümüze taşınan gelenekçi anlayışlara dikkat çekmek ve bu anlamda eğitim programlarının ve eğitim müfredatlarının sadece cinsiyet ayırımını ortaya çıkaran yaklaşımlardan arındırılması olmakla birlikte aynı zamanda üstün vasıflarla donatılmış erdemli bir bireyin varlığında daha müreffeh ve eşitlikçi bir toplum yetiştirilmesi arzusudur.

Bu nedenle de öncelikle içinde yaşadığımız toplumda kadın-erkek arasındaki ayrımın ilişkisel boyutlarını, bireysel ve toplumsal cinsiyetçi yapıyı gözden geçirmek gerekmektedir.

 

Toplumsal Cinsiyet Ayırımı Nasıl Tanımlanmalıdır?

Cinsiyet ayırımcılığı, genel anlamda bireylere cinsiyetlerinden dolayı toplumda adaletsiz bir şekilde davranılmasıdır. Bu anlamda cinsiyet ayırımcılığı bireyin insan haklarından tümüyle yararlanmasını engelleyen sosyal açıdan yapılandırılmış cinsiyet rolleri ve normlarına dayalı olarak herhangi bir ayırıma, dışlanma ya da kısıtlamaya maruz kalmasıdır. Cinsiyet ayırımcılığı, kaynaklara ve fırsatlara ulaşmada eşitsizlik, şiddet, temel hizmetlerden yararlanmada yetersizlik, çalışma yaşamı ve siyasette kadının sınırlı olarak yer alması ve kadınlarla erkekler arasındaki kişisel ilişkilerdeki güç dengesizliği hususlarıyla yakından ilişkilidir. Dolayısıyla cinsiyet ayırımcılığı; toplumda kadınların temel hizmetlerden yoksun olması, fırsatlara ve kaynaklara sahip olmada erkeklere oranla eşit olmayan koşullar yaşaması, şiddete uğraması, siyasette ve çalışma yaşamında düşük oranlarda temsil edilmesi biçiminde tanımlanmaktadır.

 

Geçmiştin Günümüze Cinsiyet Ayırımı Sürecine Kısa Bir Bakış

Cinsiyet ayırımının farklı sebepleri vardır. Ancak bu farklı sebepler içinde etkisi en fazla olan eğitimdir. Bir toplumda cinsiyet ayırımının varlığı o toplumdaki bireylerin almış olduğu eğitimin içeriğiyle doğru orantılıdır. Örneğin gelenek ve göreneklerinde, inançlarında, törelerinde bir cinsin egemenliği söz konusu olan toplumlarda eğitim politikaları da o nispette etkilenmekte ve hazırlanan eğitim programlarında da bunların etkisi görülmektedir. 

Ataerkil bir toplum olan Türk toplumu bu özelliğini kültüründen ve törelerinden almaktadır. Göçebeliğin bir toplum olmanın beraberinde getirdiği erkek egemenliği ve sonrasında İslamiyet’ten sonra gelen Arap toplumunun cahiliye dönemi gelenekleri İslam’ın emirleriymiş gibi algılanmış ve bunlar kadınların eğitim hakkından yararlanmasının üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmıştır.

İslam öncesinde bile dünya toplumlarının genelinde eğitim ve cinsiyet ayırımı konusu incelendiğinde hak ve özgürlükler alanında cinsiyetler arasında büyük uçurumlar olduğu görülmektedir. Otoritesini gücünden ve inancın gölgesinde dogmatik olduğu sanılan ama özünde öyle olmayan dinsel özerklik hakkına sarılarak sahip olan erkek egemenliğini temellendiren egemen erkek anlayışının ilahi olan ve olmayan bütün dinlerde aynı refleksleri gösterdiğini görüyoruz. Hepsinde de baskın gelen otoriteye hâkim bir erkek egemenliği anlayışı.

Dini uygulamalara bakıldığında manzaranın aynı koşullar altında ilerlediği görülmüştür. Uzakdoğu’da bir düşünce felsefesine dayanan dinlerdeki tarihsel sürece baktığımızda erkek egemenliğinin hâkimiyetinde bulunan mabed ve devlet hiyerarşisindeki uyumsal yolculuk binlerce yıl egemen erkek üstünlüğüne dayalı bir şekilde devam etmiştir. Bir başka ifadeyle devleti yönetenlerle mabedi yönetenlerin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi ayrıcalıkları binlerce yıldır çok fazla eksilmese de erkek egemenliğine dayalı olarak devam etmektedir.

Doğu ve Batı arasındaki benzerliklerin başında cinsiyet ayırımına bağlı olarak eğitim hakkının kullanılmasına yönelik uygulamalar ve bakış açıları gelmektedir.

Özellikle eğitim hakkının kullanılmasına yönelik Doğu’da ki bakış açısı ile Batı’daki bakış açısı arasında temelde cinsiyetler arasında bu tercihin kullanılmasında benzerlikler olduğu söylenebilir. Her iki dünya arasında eğitim hakkının kullanılmasında öncelik her zaman erkekten yana olmuş bu anlayış Batı’da yirminci yüzyılın ortalarına kadar sürmüş, Doğu’da ise hala baskınlığını devam ettirmektedir.

Özellikle Ortaçağ dünyasında Yahudilik ve Hristiyanlık tarihi cinsiyet ayırımı noktasında her zaman devlet ve mabed ikilemesinde tercihini her zaman erkek egemenliğinden yana kullanmıştır. Kilise, sinagog ve tapınak Doğu’da da Batı’da da aynı refleksi göstermiş, bu refleks binlerce yıla tekabül eden ve gelenekselleşen bir olgu olarak karşımıza çıkmıştır. Kadının toplumsal statü anlamında karşılığının olmadığı ve eşya gibi maddi değer biçilerek bir araç olarak görülmesi tapınağın ve kilisenin hâkim olduğu Doğu’da ve Batı’da benzer olguları yaşanmıştır.

İnsan olarak kadının değer bulmadığı bu iki inanç atmosferinde kadın bir eşya, bir işçi, bir köle addedilmiş, en önemlisi de sosyal hayatta değersizleştirilen bir varlık muamelesi görmüştür.

Batı’da mabed devlet birlikteliğinde topluma hükmetme ve toplumu yönetme, kontrol etme dürtüsü içinde kilisenin uygulamalarında kadınların toplumdan dışlanması, bir eşya gibi görülmesi hatta ve hatta cadılık gibi altyapısında dinsel inançların yer aldığı ve daha çok kilisenin hâkimiyetini pekiştirmek için uydurulmuş ritüellerden örnekler görmekteyiz.

Tapınağın hâkim olduğu Doğu’da da durum bundan farklı değildi. Ancak yedinci yüzyıla gelindiğinde Doğuda İslamiyet’le birlikte öncelikle toplumdaki kölelik anlayışını ortadan kaldıran ilahi hükümler toplumdaki sınıfsal ayırımı da İslam’ın etkileşimde bulunduğu alanlarda ortadan kaldırmış, kadının toplumdaki statüsünde önemli değişiklikler olmuş, İslam öncesi Arap kültürünün baskınlığına rağmen yeterli olmasa da kısmen pozitif yönde gelişmeler sağlanmış ve İslami olan bu anlayışlar Doğu’da ve Batı’da (Endülüs) Haçlı Seferleri ile birlikte çok kısa bir zaman diliminde değilse bile bir süre sonra Batı’da da etkisini göstermiştir.

İslam Dini bu hususta insanlığa çok açık ve net mesajlar vermektedir.

"Birisine bir kız çocuğu müjdelenirse, üzüntüsünden yüzü simsiyah kesilir..."(Nahl, 16/58)

Bu âyette Allah (c.c.) cahiliyet insanının kadına bakışını anlatır ve takbih eder. Halbuki,

"Allah dilediğine kız, dilediğine erkek, dilediğine ikisini birden verir, dilediğini de kısır yapar." (Şûrâ, 42/49)

Cahiliyet duygularının insanlarda zaman zaman depreşeceğini bildiği için, Efendimiz (asm) kız çocuklarının, eğitimini özellikle vurgular ve "Üç, iki, hatta bir kız çocuğunu, haklarını koruyarak yetiştiren babanın, Cennette kendisiyle beraber olacağını." (Ibn Mâce, edep 3) duyurur.

Yine de İslam sonrasında da cinsiyet ayırımının tamamen ortadan kalktığını söyleyemeyiz. Çünkü gelenekler, adetler, töreler ve kültürel farklılıklar bir dogma gibi algılandığı sürece cinsiyet ayırımına yönelik algıların değişeceğine inanmak iyimserlik olur. Bu anlamda bireyi ve toplumu ötekileştirmeden ve ayrıştırmadan uzak tutacak birleştirici ve kuşatıcı yeni bir eğitim anlayışına sahip yerli ama modern, milli ama evrensel ve en önemlisi de değişime açık bir eğitim politikası ile buluşturmak devletin temel görevidir. Bu bağlamda cinsiyet ayırımının toplumda bir hak gibi algılanmasının engellenmesi ve bu anlayışın ortadan kalkması için eğitim müfredatının hassas bir şekilde hazırlanması gerekir.

Günümüzde gelinen noktaya bakıldığında Müslüman coğrafyada Türkiye ve bazı Türki devletler, Uzakdoğu’daki Endonezya, Malezya, Singapur gibi Müslüman toplumlar diğer Müslüman devletlere göre cinsiyet eşitliğinde önemli mesafeler kat etmişlerdir. Türkiye açısından cinsiyet ayırımında iyileşmeler sağlanmasında insan hak ve özgürlüklerinde uluslararası normlara ulaşma ve Avrupa Birliği Müktesebatına dâhil olma isteğinin önemli bir rolü olduğu söylenebilir.

Okulun Cinsiyet Ayırımı Üzerindeki Etkisi

Devletin en önemli ideolojik aygıtlarından biri olan eğitim ve okul sistemi, egemen ideolojinin ve toplumun başat değerlerinin yeni nesillere aktarılmasını sağlar. Bir yandan toplumsal farklılığı yaratan özellikler ve öznellikler öğrencilerin okuldaki konumunu belirler, diğer yandan bu farklılığın bilgisi ve farklı toplumsallaşma kalıpları okulda bir arada varlığını sürdürür. Okul bu toplumsal farklılıkları ortadan (sınıf, toplumsal cinsiyet, etnisite) kaldırmamaktadır. Çünkü okul bu toplumsal farklılık meselesinde yansız değildir. Bu yolla farklı toplumsal grup ve sınıfların eğitim ve bilgi ile eşitsiz ilişki kurmasını biçimlendirirken, asıl olarak egemen görüşleri ve kültürel değerleri yeniden üretir. Eğitim sistemleri gerek okulda sunulan bilgi süreçleri aracılığıyla, gerekse okulun sunduğu kültürel iklim içinde, cinsiyetçi kalıp yargıların ve değerlerin yeniden üretiminde kilit rol oynar. Okullar bunu yaparken kültürel alana has yolları kullanır, yani okulun kapısında kızların giremeyeceği yazmaz ya da resmi söyleminde ayrımcılıkla ilgili fazla bir şey göremeyiz. Dahası okullar eşitlik mitini sürdürmek adına “kızların okullulaşmasını destekleyen kampanyalar” düzenleyebilir, diğer yandan açık ve gizli müfredat altında okuldaki hayatın bütün yönleri katı biçimde cinsler arası hiyerarşiye dayalı olarak yapılandırılır.

Ülkemizde cinsiyet ayırımının giderilmesinde özellikle Cumhuriyetin ilanından sonra bu yönde iyileştirmeler yapılmış, savaş sonrası dönemde kadınların özellikle kent merkezlerinde eğitim almaları teşvik edilmiş ve eğitim, sağlık başta olmak üzere çalışma hayatına girmeleri sağlanmıştır.

Ülkemizde Avrupa’da birçok ülkeden önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi cinsiyet eşitliğinin sağlanması çabasına yönelik çok önemli bir adım olmuştur.

 

Cinsiyet Ayırımında Gelenekçi Bakış ve Müfredat İlişkisi

Cinsiyet ayırımı üzerinde gelenek, görenek ve inançların belirgin ve baskın etkisi vardır. Özellikle kadının inançlar bağlamında sosyal alanın dışına kapatılması, çalışma hayatından uzak tutulması, gelenek ve göreneklerin etkisiyle belirlenmiş alanların dışına çıkmasının engellenmesi gibi toplumsal değer yargıları bireyin ve toplumun zihninde şekillenmiş olan cinsiyet ayırımının keskin uçlarını ortaya çıkarmıştır. Bireyde ve toplumda katılaşmış bir algıya dönüşen bu anlayışın değiştirilmesi işleyen sürecin nasıl yönetildiğine bağlıdır.

Her ne kadar belli bir eğitim sürecinden geçmiş bir bireyin cinsiyet ayırımına yönelik önyargılardan ve tabulardan arınmış olduğunu düşünsek de bunun bir yanılgı olduğu da söylenebilir. Çünkü inançlar, gelenek ve görenekler erkekler için kadın üzerinde üstünlük kurma ve bunu bir toplumsal yasa olarak görmesine fırsat tanımış ve erkek bunu karşı cinsi sosyal alanda kısıtlanmış bir alanda tutma eğilimine girmeyi bir fırsat olarak görmüştür.

Bugün cinsiyet eşitliğinde düne göre çok daha iyi bir duruma gelinmiştir. Medya ve iletişim araçları, internet ile bilgiye hızlı bir şekilde erişimin sağlanması, bilginin sorgulanması gibi imkânlar sonucunda birey inançlarının, geleneklerinin ve kültürünün kendisi üzerinde oluşturduğu önyargı ve tabulardan kurtarabilmektedir. Önemli olan bireyin kalıplarının dışına çıkabilecek bir kişilik yapısına sahip olup olmamasıdır.

Önyargılar, taassup ve tabular inançların, gelenek, görenek ve törelerin yansımalarıdır. Bu algıların değiştirilmesi ve ortadan kalkması için bireyin kendi ruhsal ve bilişsel gelişimini tamamlaması gerekir. Bunun için de devlet eğitim politikalarını belirlemeden önce eşitlikçi ve adil bir eğitim müfredatı oluşturmalıdır. Eğitimli olmak kişi üzerinde cinsiyet ayırımı etkisini minimum seviyeye indirgemiyor ne yazık ki.

Uygulamadaki eğitim politikalarının ve eğitim müfredatının içerik olarak bütün toplumu cinsiyet ayırımına tabi tutmadan fert fert kucaklaması, kültür ve inanç farklılıklarını gözeterek her çağda geçerli olan evrensel, değişimci ve yeniliğe açık bir anlayışın ürünü olarak hazırlanması gelenek, görenek ve inançların bireyin ve toplumun zihninde tabuya, önyargıya ve taassuba dönüşmesini de önleyecektir.

Ders kitapları içeriklerinde erkeğin daha baskın olarak ön plana çıkarılması başlı başına eğitim müfredatlarının cinsiyet ayırımı karşısındaki tutumunu ortaya koymaktadır. Cinsiyet ayırımına neden olan gelenek, görenek ve inançlara dair yanlış, tutarsız, akla aykırı anlayışlar eğitim müfredatlarından çıkarılmalıdır. Bu anlayışların eğitim müfredatlarında yer alması bu olgunun da nesilden nesile aktarılması anlamına gelir. Eğitim müfredatları hazırlanırken özellikle kadın sivil toplum kuruluşlarının sürece dâhil edilmesi, görüş ve önerilerinin dikkate alınması cinsiyet ayırımında eğitim müfredatlarının sorunun minimize edilmesini de kolaylaştırır.

Geçmişten beri uygulamadaki müfredatın dışında eğitim ortamlarında eğitimciler, öğretmenler ve eğitim yöneticileri ve denetçileri tarafından etkisini göstermiş gizli bir müfredatın olduğunu da kabul etmemiz gerekir.

Gizli müfredat, açık müfredatta yer almayan ancak okulun işleyiş ve örgütlenmesiyle ilgili söylem ve pratiklerle verilen mesajlardır. Gizli müfredat mesajları genelde tutumlar, değerler, inançlar ve davranışlarla iletilir. Öğrencilerin ve öğretmenlerin davranış kodları müfredatta yer almaz. Ancak öğrenciler, okulda nasıl davranmaları gerektiğini okulun kültürel ortamında öğrenirler. Çünkü okuldaki hayatın pek çok yönü kurallarla düzenlenmiştir: Okul törenlerinden, derslikteki düzenin nasıl sürdürüleceğine, kültürel faaliyetlerden ilişkilerin nasıl düzenleneceğine kadar beklentiler öğrencilere yazılı olmayan kurallarla iletilir. Bu kuralların hangi amaçlarla düzenlendiği yani öğrenciyi itaate mi, yoksa eleştirelliğe mi yönlendireceğini belirler. Bu nedenle gizli müfredat mesajları resmi müfredatı tamamlayabilir ya da onunla çelişebilir. Ancak gizli müfredat genellikle statükoyu korumak için egemen kültür ve hâkim sosyoekonomik hiyerarşinin korunmasına hizmet eder. Bu nedenle öğrencinin sınıfsal kökeni, cinsiyeti, etnik kimliği ve okulun yerleştiği sosyal çevre gizli müfredatın içeriğini belirler. Örneğin, okul yönetimi kadın erkek eşitliğini resmi olarak savunurken yönetici ve öğretmen tutumları kız öğrencileri ikincilleştirebilir. “uysal, hanım hanımcık, başarılı” kız ve “sert, asi ve delikanlı” erkek gibi basmakalıp imgeler okul söyleminde, bazı öğretmenlerin tutumlarında, okuldaki kültürel ortam ve etkinliklerde açığa çıkabilir.

Geçmişten günümüze kadın eğitim hakkından istediği gibi yararlanamıyorsa çalışma hayatına tam anlamıyla eklemlenemiyorsa bunda ekonomik sebeplerin ve cinsiyetin yanı sıra gelenek, görenek ve inançların da önemli bir etkisinin olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu anlamda eğitim müfredatları cinsiyet eşitliğini temele alan bir anlayışın ürünü olarak yapılandırılmalıdır.

Cinsiyet Ayrımının Giderilmesinde Zorunlu Eğitimin Rolü

Eğitim öncelikle temel bir insan hakkıdır. Eğitim sistemleri herkese eşit fırsat tanımada ve cinsel kalıp yargılarla mücadelede önemli rol oynamaktadır. Çünkü eğitim tutum ve davranışları değiştirmede güçlü bir araçtır. Ancak bir toplumda fırsat eşitliğinin olduğunu söyleyebilmek için de o toplumda koşulların, erişim süreci üzerinde belirleyiciliğinin olmaması anlamına gelir (Ferreira ve Gignoux, 2010: 8). Dolayısıyla fırsat eşitliği politikası, gerçek eşitliğe ulaşmak için sadece zorunlu koşuldur. Eğitime erişimi engelleyen koşulların etkisini telafi edici yaklaşımları gerekli kılmaktadır. Sözgelimi kızların eğitime erişiminin başlıca engeli yoksulluk ya da kızların eğitime karşı ataerkil direniş ise, kızların eğitimi sürdürmesini sağlayacak burs gibi maddi destekler ve ailelerin kadınların eğitimine yönelik olumsuz tutumunu dönüştürecek destek programlarına ihtiyaç vardır. Genellikle fırsat eşitliği politikalarının göz ardı ettiği bu durum evrensel özellikler göstermektedir. Bu nedenle dünyada eğitim eşitsizliğinin en görünür yanı toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile ilgilidir. Pek çok durumda gelir ve sınıfsal konum ya da etnisite ile ilişkili biçimde olsa da kız çocuklarının ve kadınların eğitim hakkına erişimi hala önemli bir sorun alanıdır. Eğitim hakkının kullanılmasına yönelik engeller ve tehditler toplumsal cinsiyet söz konusu olduğunda genellikle doğal karşılanmaktadır. Bu nedenle kızlar ve kadınlar eğitim hakkından yararlanamamaktadır.

Türkiye’de kızların eğitime erişiminin sağlanmasında geçmişte yaşanan okullaşma, öğretmensizlik, ataerkil ve gelenekçi yaklaşımlar bugün tam anlamıyla olmasa bile genel olarak ortadan kaldırılmıştır denebilir.

1997 yılına kadar beş yıl olan zorunlu eğitimin 1997’den itibaren sekiz yıla ve 2012 yılından itibaren on iki yıla çıkarılması cinsiyet ayırımının giderilmesindeki en önemli engelleri ortadan kaldırmıştır. Özellikle çıkarılan kanun, yasa ve yönetmeliklerle zorunlu eğitimin uygulanmasında yaşanacak sorunların önüne geçilmiş, kızların okula devamındaki zorunluluk algısı ebeveynlerde içselleştirilmiştir.

Bu anlamda kısa vadede olmak kaydıyla her alanda cinsiyet ayırımının ortadan kaldırılması ve her alanda cinsiyet eşitliğinin sağlanması için yükseköğretimin de kademeli olarak zorunlu eğitim kapsamına alınarak bir devlet politikası haline getirilmesi daha müreffeh bir toplum olma adına üzerinde düşünülmelidir.

Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanmasında Uzaktan Eğitimin Rolü

Ekonomik yetersizlikler ve ataerkil yaklaşımlar bazı ailelerin çocuklarının eğitimi önünde önemli bir engel olarak görülmektedir. Aileler ekonomik sıkıntılar nedeniyle eğitim alma hakkından erkek çocuğunun yararlanmasını daha öncelikli olarak görmekte bu anlamda kız çocuğunu mecburen geri plana atmaktadır. Türkiye’de geçmişte bir aile politikasına dönüşen bu realite günümüzde devletin uygulamış olduğu eğitim politikaları ile genel olarak ortadan kaldırılmıştır.

Eğitimin on iki yıl zorunlu hale getirilmesi, bursluluk gibi uygulamaların yanı sıra uzaktan eğitim uygulaması başlı başına cinsiyet ayırımı önündeki engellerin kaldırılmasında zorunlu eğitimden sonra başat bir rol oynamıştır. Okula devamı ya da eğitime erişimi yoksulluk ve ataerkil nedenlere bağlı olarak engellenen kız çocukları uzaktan eğitim imkânı ile eğitimlerini tamamlama fırsatı yakalamışlardır. Açık ortaokul, açık lise, açık öğretim gibi uygulamalar sadece kız öğrencilerin değil yoksul ailelerin erkek çocuklarının da eğitim hakkından yararlanmasını sağlamıştır.

Aynı zamanda uzaktan eğitim uygulaması toplumdaki fiziksel engellilerin de eğitim hakkından yararlanmasına imkân sunarak toplumdaki dezavantajlı bütün grupların eğitime erişimini kolaylaştırmıştır. Teknoloji geliştikçe bu ve buna benzer uygulamalar daha iyi geliştirilerek cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına daha çok katkı sunacaktır.

 

Okullaşmada Cinsiyetçi Yaklaşımı

Zorunlu eğitimle birlikte yasaların etkinleştirilmesi ile eğitim hakkının cinsiyet ayırımına tabi tutulmadan kullanılması çok önemli bir aşama olmuştur. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığının E-okul modülü ile Nüfus İdaresi Genel Müdürlüğünün MERNİS (Merkezi Nüfus Sistemi) modülünün senkronize çalışması kız çocuklarının okullulaşması önündeki tüm engelleri kaldırmıştır. Ancak buna rağmen hala ataerkil ve kültürel bakış açılarından kaynaklı anlayışlar etkisini sürdürmektedir. Bu sorunun giderilmesi adına ve zaruri bazı cinsiyetçi mesleki yaklaşımlar kız öğrencilere yönelik okulların açılmasını sağlamıştır.

2000’li yıllardan sonra yoksulluğa, gelenekselliğe ve ataerkil yaklaşıma karşı kız çocuklarının eğitim hakkını kullanmasına kolaylık sağlayan imam hatip okullarının açılması kız çocuklarının okullulaşmasını sağlaması açısından çok olumlu bir iyileşme olsa da üstü kapalı bir cinsiyet ayırımına dolaylı yönden bir alan açıp açmadığı tartışılabilir bir konudur.

Aynı şekilde kadınların yaptığı bir meslek olarak görülen hemşirelik, aşçılık gibi mesleklere erkeklerin de alınması bir bakıma cinsiyet eşitliğini bozan bir yaklaşım olmakla birlikte kadınların çalışma hayatındaki alanını daraltan bir uygulama olduğu da ayrıca tartışılabilir.

Cinsiyetçi yaklaşımlarla okullaşma kız öğrencilerinin eğitim hakkını kullanmasındaki en büyük engel olan ataerkil bakışı ortadan kaldırmış gibi görünse de cinsiyetler arasındaki olağan iletişim bağını sınırlayan bir alanın açılmasına da neden olmuştur.

Bu anlamda ebeveynlerin karma eğitimi bahane göstererek kız öğrencilerin eğitimini engelleyici bir tutuma girmelerine karşın tamamen karma eğitimden oluşan yükseköğretimdeki bu uygulamayı içselleştirmeleri de ayrı bir tartışma konusudur.

Sonuç ve Değerlendirme

Eğitim cinsiyet ayırımının giderilmesinde tek başına yeterli değildir. Ailede ebeveyn, üniversite de, okulda ve sınıfta akademisyen ve öğretmen tutumu, müfredattaki ders kitapları içerikleri, görsel ve yazılı medyada ki programlar, gelenek, görenek ve inançların yarattığı toplumsal dürtüler cinsiyet ayırımını tetikleyen ana unsurlardır. Cinsiyet ayrımını tetikleyen bu unsurların ortadan kaldırılması için yeni eğitim politikaları geliştirmeye ihtiyaç duyulmaktadır.

Ancak Türkiye’de zorunlu eğitimin on iki yıla çıkarılması ve uzaktan eğitimin yaygınlaştırılması cinsiyetler arasında fırsat eşitliğini sağlamış ve bu uygulamalar cinsiyet ayırımının önündeki engelleri büyük oranda ortadan kaldırmıştır.

Cinsiyet ayrımcılığına yönelik kızların eğitime erişimi hakkını kullanılabilmesi ve toplum olarak istenilen hedeflere ulaşılması için bu yöndeki yasaların, ilgili mevzuatların katı bir şekilde uygulanması gerekmektedir.

Cinsiyet ayrımının ortadan kaldırılması ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması için eğitim müfredatının bu yönde çabalar gösterilerek hazırlanması gerekir.

Türkiye son yıllarda cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik çok önemli adımlar attığı tartışmasızdır. Kızların okullulaşmasına ve yetişkinlerin okuma yazma öğrenmelerinin sağlanmasına yönelik kampanyalar önemlidir. Kısmen sorunun çözümüne katkı sunan kampanyalardan ziyade sürdürülebilir eğitim politikalarla sorunun temelden çözülmesi gerekir.  

NOT: Bu makale Eğitim-Öğretim ve Bilim Araştırma Dergisi “Eğitime Bakış”ın 45. Sayısında yayımlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları