Mustafa Demirbağ

Karabağ Zaferine Farklı Bir Bakış

Mustafa Demirbağ

Derin tarihi bilgiler, işin meraklısı değilsek hepimizi yoruyor bunu biliyorum. O yüzden ben Karabağ Savaşı’nın derin tarihine girmeyeceğim. 1988 yılında o zaman ki SSCB’nin göz yummaları ve desteği ile Azeriler üzerinde yoğunlaşmaya başlayan baskılar ve zulümler, 1991 yılında SSCB’nin dağılması ve Rusya Federasyonu’nun kurulması ile Dağlık Karabağ’da ki durumu fiili bir işgal haline dönüştürmüş ve neticesi malumdur. 2020 yılına kadar da bölge Ermeni İşgali ve zulmü altında kalmıştır.

2020 yılında yaşanan İkinci Karabağ Savaşı ile Azeri kardeşlerimiz büyük bir zafere imza atarak 44 gün gibi kısa bir sürede bölgeyi işgalden kurtarmış ve vatan toprakları özgürleştirilmiştir. Pe ki 30 yılda yapılamayanlar nasıl 44 gün gibi kısa bir süre içerisinde başarıldı. 30 yılda verilmeyen Türkiye Cumhuriyeti desteği nasıl 44 günde her şeyi değiştirdi. Bu konu üzerine biraz kafa yormak gerek diye düşünüyorum.

SSCB’den ayrılan Azerbaycan o zamanın şartlarında nizami bir ordusu bulunmayan, yeteri kadar silah donanımı olmayan, doğal kaynakları SSCB’ tarafından sömürülmüş bir ülke durumundaydı. Ermeniler ise başta Rusya olmak üzere tüm Hristiyan lobisinin desteğini almaktaydı. Bu yüzden bununla baş edebilmek için önce belirli bir alt yapı kurulması gerekiyordu. Sadece silahlanma yetmezdi. O silahları kullanacak uzaman ekip oluşturulmalı, siyasi şartların operasyona elverişli hale gelmesi beklenmeli ve en uygun zaman kollanmalıydı. Evet, süreç uzun oldu ama zafer elde etmek, sürüncemede kalmaktan daha değerliydi.

Bazen salt silahlanmak yetmiyor demiştik. Bunu biraz açacak olursak; ülkelerin kendilerine ait bir haberleşme ve radar ağına, kendi savaş yönetim sistemlerine sahip olmaları gerekiyor. Ordulardaki millilik oranlarının arttırılması gerekiyor. Savaş yönetim sistemi dediğimiz şey, basit anlamı ile şunu ifade etmektedir. Silah sisteminin üzerinde, onların çalışmasını sağlayan elektronik sistemler, radar ve komuta kontrol merkezleri ile irtibatını sağlayan yazılımlara verilen addır. Herhangi bir ülkeden satın aldığımız bir silahı kullanabilmeniz için sisteme ya milli bir savaş yönetim sistemi kurarak kullanacaksınız ya da sizde yok ise o silahla beraber bu sistemleri de satın almak durumunda kalacaksınız. Bu durum satılan silahlara üretici ülkeler tarafından müdahale edilebilir olmasını beraberinde getirmektedir. İstedikleri ambargo ve kullanım kısıtlamalarını size rahatlıkla dayatabilmektedirler. Hatta bazen kendi geliştirdiğiniz yazılım ve sisteminiz olsa bile sattıkları silahlarda bunları kullanmanıza müsaade etmeyebiliyorlar. Örnekleyecek olursak: Türkiye'nin ürettiği Bayraktarların kamera ve motorlarını temin eden Kanada, Ermenistan - Azerbaycan Savaşı'nda bu araçların kullanılmasından dolayı Türkiye'ye ihracat yasağı getirmişti. İşte tam olarak Türkiye neden bunca yıl bekledikten sonra bu yardımı yaptı sorusunun cevabı buranın altında yatmaktadır.

Bilindiği üzere ülkemiz son 20 yılda savunma sanayinde büyük atılımlar yaptı ve yurt dışına bağımlılık oranı %90’lardan %20’lere kadar indi. Bir diğer değişle millilik oranı %80 e çıkarıldı. Elimizdeki tüm silah sistemlerini mümkün olduğu kadar hızlı modernizasyonlarla ve özgün ürünlerle, yerli sistemlerle donatıyoruz. Bu da böylesi bir savaş durumunda Azerbaycan gibi kardeş bir ülkeye yardım yaptığımızda bize ait donanımları, yazılımları, savaş yönetim sistemlerini de özgürce kullanabilmelerinin yolunu açmıştır. Bu desteği yaparken de kimseden izin almamız gerekmiyor. Hatta şu anda Azerbaycan uçakları, TUSAŞ ve Aselsan tarafından modernize edilmektedir. Bu modernizasyon yerli mühimmat entegrasyonu ve elektronik muharebe sistemlerinin yenilenmesini içermektedir.

Siyasi şartların uygun olması durumuna gelince. Bunu da detaya inmeden kabaca şöyle özetleyelim. Bölgede devam eden Ukrayna-Rusya gerginliği Rusya’nın dikkatini başka bir yöne

çektiğinden ve bu savaşa tarafsız kalan Türkiye’yi de karşısına almak istemediğinden dolayı istemem ama yan cebime koy diyerek görmezden gelmeyi tercih etmiştir.

Konvansiyonel savaşlarda öyle hadi ben savaşıyorum deyince olmuyor bazı şeyler. O kadar kolay olsaydı bir avuç Ermeni çeteciyi tükürüğümüzle bile boğardık. Kurşun zayiatına bile gerek kalmazdı. Ama maalesef öyle olmuyor. Artık delikanlı savaşlar yok. Teknolojik üstünlükler var. Bu teknoloji yarışında da yeteri kadar geri kalmıştık. O yüzden Karabağ 30 yıl beklemek zorunda kaldı. Sosyal medya da kınayarak, bol laf kalabalığı yaparak kazanılmıyor savaşlar. Sana atılan füzeyi havada vurabiliyorsan kazanıyorsun. Oturduğun yerden yüzlerce kilometre uzağı görebilip, orayı tehdit edebiliyorsan kazanıyorsun. Evet, bizim Ülke olarak düsturumuz “Yurtta sulh, cihanda sulh” çizgisidir. Ama caydırıcı bir güç olmak ta barışın en büyük teminatıdır.

Aklınıza şu soru takılmış olabilir. Şimdiye kadar aldığımız silahlar çöp mü yani?

Cevap hem evet hem hayır. Aslında bu konu uzun uzun makalelerin yazılabileceği kadar detay içeriyor. Yine detaya inmeden dilim döndüğünce en kaba haliyle anlatmaya çalışayım. Bildiğiniz üzere ülkemiz NATO üyesidir. Bu da elinde bulunan tüm silah sistemlerini öncelikle NATO ağına entegre etmesini zorunlu hale getiriyor. (S400 krizinin de ana nedeni budur.) Aradaki fark şudur eğer silah bizim yapmış olduğumuz bir sistem ise bunu yeri ve zamanı geldiğinde NATO ağından bağımsız kendi milli ağımızla kullanabiliriz. Çok şükür Ülkemiz son yirmi yılda bu alanda çok büyük ilerlemeler kat etmiş ve kendi başına her türlü operasyonu yapabilecek kabiliyete ulaşmıştır. Ancak satın aldığımız (yazılımları ile beraber) sistemler ise NATO ağından bağımsız olarak faaliyet gösterememektedir. Oradan ayrılınca tabiri caizse kör haline gelmektedirler. Yani düşman bir NATO ülkesi olursa silahlar bir nevi çöp halini alabiliyor. NATO’ya düşman bir ülke ise korkunç ölümcül. NATO’nun tarafsız kaldığı bir ülke olursa da izin dâhilinde kullanabilirsiniz. Yani bayağı karışık ve çok katmanlı bir konu. İleride belki bu konu ile ilgili geniş bir yazı yazılabilir. Ya da bu vesile ile belki meraklı okuyucular kendileri araştırarak öğrenebilirler.

Hani; “Ne yapalım tankı, helikopteri, sihayı, uçağı, füzeyi, gemiyi?” diyenler bir kez daha düşünmeli bence. Tamam, elbette hayat idame ettirmek için öncelikle yetecek kadar bir gelire sahip olmamız şart. Ama bu yapılanları yok sayarak çözüm üretilemez. Her ikisi de olsun, bunun peşine düşülmelidir.

Ne kadar az dışa bağımlı ve güçlü olursak o kadar özgür ve refah sahibi bir ülke olacağımız akıldan çıkarılmamalıdır.

Can Azerbaycan’ımızın zaferi tekrar kutlu olsun.

Yorumlar 1
SM 10 Ekim 2023 16:47

Çağımızda teknolojik üstünlüğün yoksa ezilmeye mahkumsun.Ellerinize sağlık

Yazarın Diğer Yazıları