Mustafa Demirbağ

Eğitenleri Eğitmek

Mustafa Demirbağ

Yazılarımı takip eden okurlar bilirler, batı kaynaklı düşünce sistemlerinden çok hazzetmem. Çünkü Hıristiyan dünyasının bakış açısı ile İslam toplumunu tasarımlamaya(dizayn etmek) kalkıştığımızda başımıza nelerin geldiğini görüyoruz. Bizi biz yapan toplumsal değerlerimizin bir bir yok olması, görmek ve anlamak istemesek te hep bunun tezahürüdür.

Yalnız şöyle bir ayrımı da gözden kaçırmamak gerekmektedir. Batının fikirlerini bizlere uygulamak yerine onların fikirlerini kendi vatandaşlarına aktarırken ki çalışma yöntemlerini örnek almak daha doğru olacaktır. Bunda herhangi bir sakınca da yoktur.

Son yıllarda eğitim politikalarındaki başarıları ile sık sık gündeme gelen Finlandiya 1811 yılına kadar İsveç egemenliğinde kalmış, daha sonra Rus hegemonyası altına girmiş ve 1917 Rus ihtilaline kadar da bu durum böyle devam etmiştir. Bugün 5,5 milyon nüfusa sahip olan bir ülkedir. Belki de bizlerin en büyük yanılgısı burada başlamaktadır. Türkiye gibi farklı etnik kimliklerin bir araya geldiği kalabalık bir nüfusa (85 milyon) ve büyük bir coğrafyaya sahip bir ülkeyi düşünecek olursak Finlandiya modelinin bize çokta uygun olmadığını anlamak zor olmayacaktır. “Finlandiya’da böyle yapılıyor, hadi bizde yapalım.” demek, kör bir bakış açısından öteye gitmeyecektir. Ama şu husus araştırılmalıdır; son yüz yıla kadar, tarihi boyunca hiç bağımsız olamamış bir millet nasıl bir yöntemle buna insanlarını ikna etti? Öncelikli olarak hangi alanlara müdahale edilerek bu yapı oluşturuldu?

Birçoğunuzun “Tabi ki eğitimden başlanmıştır.” dediğini duyar gibiyim. Evet, çok haklısınız. İlk önce eğitimden başlanmıştır. Ama bir farkla, önce öğrenciler değil, öğretmenler eğitilmiştir. Bunu yapabilmek içinde öğretmenler eğitilmelerine ikna edilmiştir. Belki de bir toplumdaki en zor şeydir eğitilmiş birini yeniden eğitilmeye ikna etmek.

Finlandiya modelinin toplumsal alt yapısının kurulmasındaki en büyük figür Finli bir filozof olan Johan Vilhelm Snellman’dır. Zaten o dönemde bir devlet söz konusu olmadığı için ülkesine âşık bir kişi olarak bu vazifeyi gönüllü yapmıştır. Snellman bu görüşü ilk ortaya attığı zaman birçok öğretmen “Nerden çıktı bu eğitim? Ne gerek var buna? Boşa vakit kaybı.” diyerek buna karşı çıkmıştır. Bu ifadeler hepinize tanıdık gelmedi mi? Ülkemizde de eğitici eğitimlerinde sık sık bu itirazlarla karşı karşıya kalıyoruz maalesef. Snellman’ın ise onlara yönelik yapmış olduğu konuşma kilit öneme sahiptir. Bir kısmını(özet geçerek) buradan paylaşalım.

“Sevgili dostlarım; işinizin ne kadar zor ve yorucu olduğunu biliyorum. Halkın mesleğinize değer vermediği, uzak yerlerde ne kadar güçlük çektiğinizi de biliyorum. Maddi durumunuzun iyi olmadığının da farkındayım. Ama ne yapalım? Unutmayınız ki, biz halkı uyandırmak için büyük görevimize şimdi başlıyoruz……. Halkın cahilliğini ve savaşın bütün ağırlığını omuzlarımızda taşımak zorundayız. İlk zamanlar belki bizi anlamayacaklar, beklediğimiz ilgi ve sevgiyi göstermeyeceklerdir. İçimizden kayıplar verebiliriz……. Sizi şehit olmaya çağırıyorum. Herkese değil, yalnızca fedakârlığa hazır olanlara sesleniyorum. Özür dilerim ama açıkça söyleyeceğim. Her meslekte olduğu gibi öğretmenler arasında da ruhu bu mesleğe yabancı birçok kişi var. Onlar çıraktan öte esnaf bile değillerdir. Öğretmenlik mesleğini sevmeyip pişmanlık duyan “mesaiciler” onlar. Bunlara dostça bir tavsiyede bulunuyorum. Bu mesleği bırakın. Kendinize başka bir iş edinin……”

Bu konuşmanın devamı ve detayları için Grigory Petrov’un yazdığı “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.

Şimdi burada esas önemli olan iki konu var. Yukarıda belirttiğim gibi birincisi öğretmen eğitimlerinin esas teşkil edildiği husus. İkincisi ise şehitlik vurgusu. Eğitim adına ülkesi için can verenlerin bizim dinimizce de şehit kabul edildiği malumunuzdur. Ancak çok şükür artık ülkemizde

böyle bir durum söz konusu da değildir. Ülkemiz kurucu unsurları zamanında bizler için şehitler vererek hepimize Türkiye Cumhuriyeti adında altın bir miras bırakmışlardır. Tabi ki hain terör örgütlerine vermiş olduğumuz ve vermekte olduğumuz şehitlerimizi de unutmamak lazım. Onlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Biz eğitimcilerin ise şehitlerimize vefa borcu olarak birinci duruma odaklanmamız gerekmektedir.

Sürekli müfredatları değiştirmenin Ülkemizde netice vermemesinin en büyük nedeni, eğitimcilerin bir kısmının buna ikna edilememesidir. Bir kesimin durumu sahiplenmeyip Snellman’ın tabiri ile mesaici olarak görünmesi başarısızlığımızın en büyük nedenlerinin başında gelmektedir. Öğretmen arkadaşlarımızın bazıları bu dediğime kızacaktır. Ama emin olun buna kızanlar mesaicilerden başkaları değildir. İşini hakkı ile yapanların isteklendirilmesini (motivasyonunu) bozanlarda bunlardır.

Tabi ki bizdeki sorunun sadece bir ayağı budur. Diğer bir hususta öğretmen yetiştiren kurumlarımızın yaklaşımıdır. Öğretmen yetiştiren kurumlarımız, Ülkemizin gerçeklerinden uzak, popülist, batı temelli, sanal öğretilerden bir an evvel vazgeçmelidirler. Kampüs alanlarının dışına çıkıp gerçeklerle yüzleşmelidirler. Çünkü batı asla gerçeklikten taviz vermez. Yukarıda bir kısmını verdiğimiz, Snellman’ın konuşmasında tek bir popülist söylem var mıdır? Ancak batı kendi toplumuna uyguladığı yöntemler yerine hayali (ütopik) yaklaşımlarını çok büyük gerçeklermiş gibi bize satarlar. Biz ise artık birilerinin müşterisi olmaktan kurtulup, fikri mülkiyeti bize ait olan, kendi özgün akademik çalışmalarımızı ortaya koymaya odaklanmalıyız.

Ne kadar büyük bir tezat ile karşı karşıya olduğumuz burada da karşımıza çıkıyor değil mi? Çünkü baştan beri anlatmaya çalıştığımız eğitici eğitimlerini yapması gereken, öğretmen yetiştiren kurumlarımız, maalesef olaydan çok daha uzaklar. Şimdi de onlar bana kızacaklar. Kızmaktan vazgeçip gerçeği görmek, öz eleştiri yapmak maalesef hiç aklımıza gelmiyor.

Kıymetli öğretmen arkadaşlarım. Dört bir yanımızı düşmanların sardığı bu çağda emin olun savaşımız yeni başlıyor. Şapkamızı önümüze eğerek değil, gözlerimizi dört açıp, ileriye bakarak, gerçeklerle yüzleşmeliyiz. Sizler isterseniz başarabilirsiniz.

Bu arada Eğitim Fakültesi dekanı kimdi acaba?

Yorumlar 6
Kendini eğitmek 08 Mart 2024 18:18

Mustafa bey üslup, davranış ve insani ilişkiler bakımından en fazla eğitime ihtiyaç duyan kişi sizsiniz

Vedat 30 Ocak 2024 17:55

Emeğine sağlık değerli kardeşim.Elin sazıyla bizim türküler maalesef söylenmiyor.Kendimize ait milli bir müfredatımız olması ve inanmış eğitim ordusuna sahip olmamız gerekiyor.QRV2

Özlem Baş 27 Ocak 2024 10:57

Gerçekten çok doğru. Eğitimciler model olması gereken insanlar ama sabah aralarındaki sürtüşme ve gruplaşmslardan birbirine selam vermiyor, aldığı çayın bardağını bahçede bırakıyor, watsap gruplarından birbirleriyle uğraşıyor, dedikodu yapıyor, sigarasını külünü yere atıyorlar.Derse geç gir erken çık ya da idare gevşekse bunu kullan durumlar çok. İdareci ve öğretmenler yeniden eğitilmeliler.

Feridun Yılmaz 18 Ocak 2024 19:26

Mustafa Bey uzun zamandan beri takip ediyorum, ilk kez yorum yapıyorum. Size hayranım. Elazığımızda sizin gibi güzide eğitimci-yazar ve gazetecilerimizin artmasını diliyorum.

SM 17 Ocak 2024 10:01

Eğitimin güzel sözlerle değil,fiiliyattaki gerçekleri ile yüzleşmesi açısından güzel bir yazı olmuş.Ellerinize sağlık

Taha Yusuf SARIGÜL 16 Ocak 2024 12:49

Çok güzel bir yazı. Kaleminize sağlık

Yazarın Diğer Yazıları