Cemil TURGUT

Bir Darbenin Arka Planı

Cemil TURGUT

Ülkemizde; 1960, 1971,1980, 1997,2007 ve 2016 yıllarında olmak üzere neredeyse her on yılda bir ya darbe yapılmış ya da darbeye teşebbüs edilmiş. Bu darbe ve darbe teşebbüslerinin gerekçesi de her daim demokrasinin tehlikeye girmesi şeklinde izah edilmiştir.

Yaşı ellinin üzerinde olanlar, dönemin tek ve siyah beyaz kanalı olan TRT’de 12 Eylül 1980 sabahı Kenan Evren’in  “silahlı kuvvetlerimiz; demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak ve kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek içün yönetime el koymak zorunda kalmıştır” açıklaması ve Hasan Mutlucan’ın davudi sesiyle söylediği“Çanakkale içinde aynalı çarşı” ile başlayan kahramanlık türküleriyle uyandılar. Peki ne olmuştu da darbe sürecine gelinmişti, neden darbeye ihtiyaç duyulmuştu?

Yine yaşı ellinin üzerinde olanlar 12 Eylül 1980’den önceki iki üç yılın Türkiye’nin en kaotik ve en karanlık yılları olduğunu hatırlarlar. Türkiye; sağ-sol, Alevi Sünni, Kürt-Türk gibi siyasi, mezhebi ve ırksal kamplara ayrılmıştı. O günler kardeşin kardeşi öldürdüğü, aynı silahtan çıkan kurşunlarla sabah üzeri solcu bir gencin, öğleden sonra sağcı gencin bir öldürüldüğü karanlık günlerdi. O günlerde anneler ve babalar pencere kenarında akşam çocuklarının okuldan ya da işten eve sağ salim dönmelerini gözyaşı içinde dua ederek beklerlerdi. Şehir, kasaba hatta köylerde kurtarılmış bölge adı altında farklı görüşlerden olanların giremeyeceği alanlar oluşturulmuştu. Yıllarca bir problem yaşamadan ya ev ya da esnaf komşuluğu yapmış insanlar bir birine düşürülmüştü. Evler taranıyor, dükkanlar yağmalanıyordu.

Böyle acıların yaşandığı bir dönemde hiç unutmuyorum hem çalışıyor hem de okula gidiyordum. Elazığ’ı bilenler bilir Vali Fahri Bey caddesinde aile büyüklerimizden birilerinin çalıştırdığı Avcılar kulübü diye büyük ve bahçeli bir kahvehane vardı. O gün Elazığ’da yine çatışmaların olduğundan bahsediliyordu. Kahvehanede oturanlar bir taraftan oyunlarını oynuyor bir taraftan “ne olacak bu işin sonu” diye aralarında konuşuyorlardı. Oyun oynayanlardan biri de Dursun amcaydı. Derken kahvehaneye daha önce hiç görmediğim biri geldi ve etrafa bakmaya başladı. Belli ki birini arıyordu. Biraz göz gezdirdikten sonra Dursun amcaya doğru yürümeye başladı. Dursun amcanın kulağına eğildi ve bir şeyler söyledi. Dursun amca kas katı kesilmiş bir halde ayağa kalktı. Sanki bağırmak istiyordu ama sesi çıkmıyordu. Birde kahvehanede uğultular yükselmeye başladı. Kimi yüksek sesle “Allah kahretsin nasıl iş bu” kimi de Dursun amcaya doğru yürüyerek sabır ve başsağlığı dileklerini iletiyorlardı. Neden sonra olup biteni anlamıştım. Dursun amcanın yirmili yaşlardaki iki oğlunu da öldürmüşlerdi. Düşünebiliyor musunuz bir babanın iki oğlunun da aynı anda sağ sol davası güdülerek öldürülmesinin vereceği acıyı. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen o yıllar her aklıma geldikçe Dursun amcanın o hali gözümün önünden gitmez. Yine bir babanın balkonda çay içerken nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla üç dört yaşlarındaki kızının kucağında ölmesi sonucu yüzünün aldığı hali hiç unutmam.

Türkiye’nin neredeyse tüm şehirlerinde tablo aynıydı. Üstüne üstlük hükümet partileri ile muhalefet partileri birbirlerini suçluyor, toplumu kutuplaştırarak iyice ayrıştırıyorlardı.  Neticede toplum öyle bir hale gelmişti ki bu işten kurtuluş olarak askeri müdahaleyi görüyordu. Artık sokakta, evde, çarşıda, pazarda bir an önce askerin müdahale etmesi gerektiği konuşuluyordu.

İşte tam da istenilen buydu. Darbe şartları oluşmuştu. Artık darbe yapmanın tam sırasıydı. Ve nihayet 12 Eylül 1980 günü asker ülke yönetimine el koymuş, ABD başkanının kulağına “bizim çocuklar Türkiye’de başardı” cümlesi söylenmişti. Toplumun büyük bir kesimi derin bir oh çekmiş, anneler, babalar büyük oranda rahatlamıştı.
Darbenin üstünden bir zaman geçince toplumun bir kısmı bazı şeyleri sorgulamaya başladı. Madem ordu yönetime el koyacaktı, neden insanların ölmelerine seyirci kalınmıştı. Neden Maraş, Çorum ve daha birçok ilimizdeki katliamlara seyirci kalınmıştı. Toplumdaki homurdanmalar artınca darbeciler “ darbe şartlarının oluşmasını bekledik” diyerek o tarihi cümleyi kurmuşlardı. Yani milletin evlatları birileri tarafından yoldan çıkarılıp birbirlerini canavar gibi görmeye başlayarak öldürürken, darbeciler ellerini ovuşturarak darbe yapabilmek için şartların oluşmasını beklemişler.

Millet acısının dineceğini zannetmişti ama yanılmıştı. Çünkü darbeciler; küçük, büyük, haklı, haksız demeden gençleri idama mahkum ettiler ve büyük bir övünçle bir sağdan bir soldan diyerek annelerin, babaların, nişanlıların gözyaşlarına acımadan infazlarını gerçekleştirdiler.

Allah bir daha bu millete o acı günleri yaşatmasın. Adına alfabenin son harfleri takılan bir takım kuşaklar akılları afyon (ıpon) telefonlarında kalarak bu ülkenin hangi badireleri atlattığını anlayamaz. Bu acı günleri yaşayanlar, resmi yapanların belli olmadığı o karanlık tabloyu bu günün gençliğine bir şekilde sık sık anlatmalılar. 

Yazarın Diğer Yazıları