Büyük bir aşk ile yürekten sesleniyorum; yüreğinizle ses veriniz,
“Fatih olabilmek!”
21. asrı, o ruha taşımak! Bizim, bizlerin içerisinde yaşadığımız asra
“vicdani bir borcudur!”
O borcu, “eda etmeliyiz!” Burada asıl olan nedir, ne olmalıdır? Bir
neslin, ‘fatihleşmesidir…’
Bana göre fatihleşmenin zıddı nedir? Allah bu milleti korusun, ‘fakirleşmedir’
Lütfen, dikkat veriniz sesimize; “Sefilleri oynamıyoruz…” Sefalet
edebiyatı da yapmıyoruz…
Yüreğimizin coşkusundaki ahengini, ‘fetih ruhunu, o ruhun muştusunu…’
bugünlerde, o ana dokunarak/ kalbi ve hasbi bir hisle yaşamak
istiyoruz!
Bizlerde bir söz vardır, “Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz” Bir
milletin topyekûn “asrın idrakine” hazır olması… Cihangirane bir ruhu,
Alperen ruhunu, 21.nci asra taşımak… Asrı, o ruhla ihata etmek/ veya
kuşatmak…
Tebdil-i kıyafetle halkın içerisinde dolaşan Fatih’in kanaati bir
hakikati resmeder; “Ben bu milletimle değil Bizans’ı dünyayı bile
fethederim!” Fethi hazırlayan; O resim, O desen, O çizgi ve O boya;
maddi ve manevi planda bir büyük hazırlığı ifade eder. Kur’an’ın
beyanıyla, “emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”
Bir millet olarak, “sımsıkı Kur’an’ın ipine sarılmak…” Fethin
idrakinde, “Kur’an’ın ahlakıyla ahlaklanmak…” Bütünüyle, “Asrı Saadet
terbiyesi…” İstanbul’un fethinin 572.nci yıl dönümündeyiz. Fethin
ruhani idrakini ne kadar yakalayabildik? Lütfen sorgulayalım!
Bugünlerde geliniz birlikte, “Fatih ve Fetih Dilini…” konuşalım.
Fatih’teki iradeyi, kararlılığı onun sözlerinden de okumanız mümkündür…
Bizlere ışık tutacak o sözlerden birkaçı; “ İmparatorunuza söyleyin.
Şimdi ki Osmanlı Padişahı öncekilere benzemez. Benim gücümün ulaştığı
yerlere, sizin imparatorunuzun hayalleri bile ulaşamaz.”
“ Ya Ben Bizans'ı Alırım; Ya da Bizans Beni.”
“ Fatih olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim”
“ Yapmak istediğimi sakalımın bir teli bile bilseydi, sakalımın o
telini hemen koparır ve yakardım”
“Bu Dünya ölümlüdür. Her fani gibi bende ölümü tadacağım.”
“ Dünya devleti ebedi değildir. Fani cihanda hiç kimse de ölümsüz
değildir. İnsanların dünyada nefesleri sayılıdır ve ölümsüzlük kapısı
kapalıdır.”
“ Hayatım boyunca Allah’ın emirlerinden dışarı çıkmadım. Allah’ın
rızasını kazanmak için uğraştım. Tek gayem bu idi.”
“Şeyhim Akşemseddin Hazretleri ile beraber yaptığım zikrin lezzetine,
dünyaları bile değişmem.
Eğer şeyhim izin verseydi zikir yolunu tercih eder, saltanatı terk ederdim”
Fatih, “kendisini…” bihakkın tarif eder. Zarafeti, sadeliği, inceliği,
duruluğu, hukuku ve marifetiyle!
Kesinlikle, bir öfke değil; “tevazu abidesidir…”
Hayatıyla bir, “aşk kasidesi…” Bütün terennümüyle, “divan-ı hikmet rahlesi…”
Fatih, Hocası Akşemseddin’e sorarlar; “—İnsan açlığa ne kadar dayanabilir?”
Akşemseddin cevap verirler; “—Ölünceye kadar!”
Açlık, onda aşkı ilahi vardır. Varlığın gayesini sürekli okumaya
azmetmiş bir açlık!
Fatih’e sorarlar: “—İstanbul’u niçin fethettin?”
Zor soruyu kolaylaştıracak bir cevap; “—Çünkü o benim gönlümü fethetti!”
Tıpkı rüzgârın aşıladığı bulutlar misali… O damlalarda gözyaşı vardır,
O damlalarda hayatın kendisi vardır. Adil bir yüzün tebessümüyle
İstanbul’un çehresi de değişecekti…
Fatih, çocukluğu cıvıl cıvıldır; Yaramaz mı yaramaz… 11.Murat
dayanamaz, gözünden titrediği Fatih’e dönerek; “Ne kadar yaramaz bir
çocuksun, senden adam olmaz” diye çıkışır.
Fatih’in yanında bulunan büyük Veli Akşemsettin gülümseyerek cevap
verirler; “Peder ne der, kader ne der!”
Batı gözüyle bu Ulu Hakan’ı dinlediniz mi?
İşte sizlere İtalyan Zorzo Dolfin; “Sultan Mehmet, çok az gülerdi.
Zekâsı, daimi bir çalışma halindeydi.
Çok cömertti. Her işte fevkalade atılgan, hatta cüretkârdı. Seçtiği
hedeflere erişmek için çok ısrar ederdi. Soğuğa, sıcağa, açlığa,
susuzluğa tahammüllüydü. Kesin konuşur, kimseden çekinmezdi.
Zevk ve sefadan uzaktı. Türkçe, Yunanca ve Sırpçayı çok iyi
konuşurdu. Her gün bir müddet okurdu. Roma tarihi, başka devletler
tarihi… Avrupa’daki bütün devletleri tanırdı. Özellikle İtalya’nın
coğrafyasını en ince noktasına kadar bilirdi. Ve bir Avrupa haritasını
yanından ayırmazdı.
Askeri ve coğrafi ilimlerle isteyerek meşgul olur. Araştırmalar,
incelemeler yapardı. Tabiiyeti altında bulunan ülkelerin âdet ve
şartlarını devletin ve bölgenin menfaatlerine kullanmakta
maharetliydi.”
Fransızların ünlü devlet adamı Napolyon’a, “Siz mi daha büyüksünüz
yoksa Fatih Sultan Mehmet mi?
Fransız Hükümdarının cevabı hayatın da, tarihinde gerçeğidir bir
bakıma; “Büyüklükte ben onun çırağı bile olamam; Çünkü ben, kılıçla
zapt ettiğim yerleri henüz hayattayken geri vermiş bir bedbahtım.
Fatih ise fethettiği yerleri, nesilden nesle intikal ettirmenin
sırrına ermiş bir bahtiyardır.”
Fatih’in bir dilenciye verdiği cevap müthiştir; Sultan Mehmed,
dışarıda gezerken, yanına gelen dilenciye bir altın verir. Dilenci
aldığı parayı beğenmez. “Aman Sultanım, koskoca padişah kardeşine bu
kadar mı para verir?“ Padişah, nereden kardeş olduklarını sorunca da
şöyle cevap verir: “İkimiz de Hazreti Âdem’in çocukları değil miyiz? O
yüzden elbette kardeşiz.”
Sultan’ın cevabı gecikmez: “Bu keşfini sakın ola ki başkasına
söylemeye kalkma. Diğer kardeşlerimiz de pay isterlerse sana zırnık
bile düşmez.”
Oğlu Mehmet'in yaklaşan doğumu üzerine, II. Murad sabaha kadar
uyuyamaz, gece boyunca Kur’ân-ı Kerim okuyarak müjdeli haberi bekler.
Tam Fetih Suresi’ni okuduğu sırada oğlunun doğum haberi padişaha
iletilir. Sultan bu müjdeli haber üzerine: “Ravza-i Murad’da bir
gül-i Muhammedî açtı” der. (Murat’ın bahçesinde Muhammed’in bir gülü
açtı.) Asırların beklediği, fetih müjdesi… O müjdenin en sıcak ifadesi
11. Murat’ın sözlerinde tecelli edecekti…
Fatih’in asrımıza kadar yansıyan vasıfları; Fatih Sultan Mehmed,
soğukkanlı ve cesurdu. Ne istediğini, ne yapacağını, ne yapabileceğini
bilen bir karaktere sahiptir. Çok merhametli ve müsamahalıydı. Askeri
ve siyasi sahada eşsiz bir deha idi.
Sır saklamasını bilirdi; “Sırrıma sakalımın bir tek telinin vakıf
olduğunu bilsem, onu yolar, atarım”
Çok başarılı bir diplomattı. Osmanlı donanmasının kurucusu Fatih’tir.
Fatih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet
verirdi. Fatih Sultan Mehmed, kelam ve matematik ilminde devrinin en
büyük otoritelerinden biriydi. Fatih Sultan Mehmed, teşkilatçı ve
imarcı idi. Fatih, asrın nöbetinde… Tarihin, odak noktasında… Yeni
bir çağa kapı açacak kadar donanımlı adil yüzlü devlet adamıdır, O!
Fatih’i, günümüzün devlet adamlarının daha iyi anlamaları ve okumaları
gerektiğine inanıyorum… Ondaki irade, mahcubiyeti ile birlikte
büyümüştür…
İstanbul’un fethini bizler, maddi olduğu kadar bu milletin; “mana
fethi…” olduğunu da düşünmeliyiz.
Bu fetihle, Osmanlı “yükseliş dönemine…” girecektir. Bir devletin
artık, “fütuhat çağı…” başlayacaktır.
Bu fetihle, tarihi Roma İmparatorluğu ömrünü tamamlayacaktır. Bir, çağ
kapanacak ve “yeni bir çağ…” başlayacaktır. İstanbul’un fetih
müjdesini Allah Resulü 8 asır önce haber verecektir; “İstanbul mutlaka
fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan; o ordu ne
güzel ordudur.”
Fatihteki irade mükemmeldir; “Ya İstanbul beni alır, Ya ben İstanbul’u…”
Bu iradenin kaynağında, Fatih’in diliyle, “Ehl-i İslam’ın mücerret
gayretidir, gayretim”
O gayretin içinde asırlara ışık saçan yıldızlar vardır; Ebu Eyüp
Ensari şehadeti, “fethin alametidir!”
Büyük Sahabe Ebu Eyüp Ensari şehadetinde şöyle seslenecektir; “Beni
alın götürebildiğiniz yere kadar ileriye götürün, hatta imkân varsa
surların içine girin ve beni oraya gömün…”
Tıpkı, toprağa atılan ‘tohum’ misali!
“Ulubatlı Hasan…” Ulvi fedakârlığın, fetih hasretiyle kendisine
yüceleri seçen, o iradede; ‘fethin şehadeti’ olabilecek kahramanlar…
Usta Kalem Yahya Kemal; “Biz İstanbul’da mekânı değil, zamanı
fethettik” diyeceklerdi.
İstanbul’un fethinin üzerinden 572 yıl geçmiş… Fatih Sultan Mehmet’e
gelinceye kadar, İstanbul 29 defa kuşatılmıştır… İstanbul’u fethetmek,
‘kıtaları fethetmekti…’ İstanbul’u fethetmek, ‘asırları fethetmekti…’
İstanbul’un fethiyle, tarihin gidişatı değişecekti. Asya’dan Avrupa’ya
köprü kurulacaktı… Bu millet artık, İstanbul’dan, ‘deryalara…’ ve
‘kıtalara…’ hükmedecekti. İstanbul, bu milletin ‘kızıl elması…’
olacaktı!
Fatih, İstanbul’un fethiyle birlikte, 1100 yıllık Doğu Roma
İmparatorluğunu ortadan kaldıracaktı.
Fatih, 25 sefere katılacaktı… Bu seferlerle, İstanbul’u kuşatabilecek
bütün ‘yollar…’ emniyet altına alınacaktı. Fatih, babasından aldığı, “
880 bin km2 vatan coğrafyasını fütuhatlarla 3’e katlayacak ve Devletin
yüzölçümü 2.214.000 km2’ye ulaşacaktı…”
Fatih’i yetiştiği iklimde kimler yok ki; Akşemseddin, Molla Hüsrev,
Molla Gürani, Molla Yegân,
Hızır Bey Çelebi, Hocazade, Ali Kuşçu…
Fatih Dönemi, her bakımdan, her alanda kendisini gösteren, ‘devletin
kuruluş ve yükseliş’ dönemidir…
Fatih’in hedefinde, “Batı Roma” ve dolayısıyla, Kıta Avrupa’sı vardır…
Fatih’in, Bizans İmparatoruna bir sözü vardır; “Benim gücümün ulaştığı
yere, sizin hayalleriniz bile ulaşamaz…” O büyük hayalleri 21.nci
asırda da yaşamak isteriz.
Üstat Necip Fazıl bir şiirinde ne diyorlar;
“Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler
Yedi renk yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Ada’da rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından,
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
Gecesi sümbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul, İstanbul…”
Arif Nihat Asya’nın ‘gençliğe çağrısı’
“Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!”
Fazıl Hüsnü Dağlarca ise şöyle seslenecekti;
“Cihanın yarısı gök;/ Önünde şehit şehit durmuşuz,
Cihanın yarısı İstanbul almışız.”
İstanbul, bir cihan şehri… İstanbul, Cihana hükümranlık ‘tuğrası…’
Bir de şöyle bakalım; Allah Resulü (sav) 850 yıl öncesinden;
“İstanbul’un fethini haber veriyor!”
Bu nedir? Bu milletin, “Doğu Roma’yı kaldıracağına…” Bir büyük, ‘cihan
devleti kuracağına…’ işarettir. Fethi tefekkür etmek, bu milleti,
‘geleceğe…’ hazırlamaktır.
Fatih Sultan Mehmet’in, Hz. Muhammed’e (sav) yazdığı şiir;
“Sen kokmayan gülü neyleyim,/ Neyleyim sensiz baharı?
Sen doğmayan günü neyleyim,/ Neyleyim sensiz ben dünyayı?
Senin tenine değmeden gelen yağmuru istemem,/ Meltemi istemem.
Seni parlayacaksa parlasın yıldızlar,/ Sana yanmayan yıldızı semalarda istemem.
Bülbüller söyleyecekse seni söylesin, / Senden okumayan bülbül olsa dinlemem.
Özlemim sen olacaksan yansın yüreğim,/ Sılası sen olmayan gurbeti
istemem, vatanı istemem.
Bir ateş yakacaksa beni kalbimden, / Senin aşkının ateşi yaksın,
Senden gayrı başka bir aşkla kül olursa kalbim, / Bu kalbi istemem,
ateşi istemem, koru istemem.
Seni göremediğim vahalar bedevilerin olsun,/ Ben senin çölünü isterim,
suyu istemem.
Sana çıkacaksa durmaz yürürüm,/ Sonu sen çıkmayan yönü istemem, yolu istemem.
Ben gönüllü bir köleyim, kulağımda küpem.
Kalbini fethedecekse geçerim bin Sina’yı birden./ Yoksa neyime?
Bu fethi istemem, Mısır’ı istemem, cihanı istemem./
Ben Sultan Fatihim, önündeyim İstanbul’un./ Yakarım bu şehri yüzünde
bir tebessüm için.
Yoksa gül yüzünü güldürmeyen sultanlığı istemem, İstanbul’u istemem.
Ben bir garip Yunus’um, yazdığım sensin, yandığım sen.
Senden gayrı bir aşka ben kalemi istemem, kâğıdı istemem.
Ben senin ümmetinim, sensin benim efendim.
Senden gayrı, senden başka efendi istemem, sevgili istemem, istemem…”
Selam Olsun, Fatih ve Fetih Ruhunu Taşıyanlara…