Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

Çanakkale Zaferi

Bed­ret­tin Ke­leş­te­mur

18 Mart 1915 tarihi, Çanakkale Zaferidir… Bu zafer, bir milletin ayağa/ kıyama kalkışıdır.

Bu millet, Milli Mücadeledeki azim ve kararlılığını; Çanakkale zaferinde teyit edecektir.

“Çanakkale Geçilmez…” sözünde ibreti âleme dersler okunur. O dersin daha ilk sayfasında, “Geldikleri gibi Gidecekler!” bir milletin iradesi yazılıdır.

Çanakkale Zaferini, 2023 yılında geliniz daha yürekten ve daha içten seslendirelim.

Çanakkale bir milletin hak katında, kıyama duruşu! Sükûtun çığlığa dönüşü,  Ölüm ile hayat arasındaki, ince perdenin kalkmasıdır! O küçücük kara parçasında aklın ötesine taşan harikulade hadiselerin yaşanması…

Düşünelim, bu küçük kara parçasında, 253 bin şehit vermişiz Toprak o kadar ıslanmış ki, alnınızı secdeye koyduğunuzda; şühedanın kokusunu alıyorsunuz! Ve huşu içerisinde geçmişle gelecek arasında sürekli alıp veriyorsunuz Bir milletin ayakta kalması, tekrar hayat bulması, hürriyet ve istiklalini koruması için, ‘ya şehit, ya da gazi olmak’ gibi iki mükerrem sıfatı seçmesi.

253 bin, ‘yetişmiş nesil’ bizlere, Çanakkale’de hayatı ve hürriyeti ikrâm ediyorlardı. Bizlere, bu milletin asla esir olamayacağını hayatları pahasına telkin ediyorlardı! Çanakkale’yi geçilmez yapan en büyük sır ise, “eti kemiğe bürünmüş” manevi ihtiramı ile yüksek bir ruha, yüksek bir şuura, yüksek bir iman ve aksiyona sahip oluşudur!

Çanakkale hakkında anlatılan ve binlerce sayfayı; ciltler dolusu hatıralarda, bu milleti kaderi ilahide o deruni cilvelerle, manevi derslerle imtihandan imtihana taşıyan ve insanlığın önüne sır perdelerini araladığı safhalardan geçiriyor!

Şair, öyle bir ruh haletine giriyor ki, sözün özünde manevi bir muhatap buluyor; “Bedrin aslanları…”  Bedir, İslâm’ın ilk imtihanı! Ve Allah Resulünün dualarla kainatı saran yakarışları. 14 asır sonrasında, “garip olarak doğan bir kutlu dinin, ahir zamanda garip askerleri…” aynı akıbetle yüz yüzeler.. O yüzler, öyle masumane, öyle mazlumane bir kemal mertebesine yükselmişler ki, aman Allah’ım o ne güzel bir an!

O yüzleri, o anı; Çanakkale harbine Josef Miller ismi ile katılan ve ömrünün son baharında, ‘Ömer’  adını alan Anzaklı, kendisini tedavi eden Türk doktora anlatıyor;  “Evladım! Ben bunları sizin dedelerinizde görmüştüm. Onlar, harbin en zor anlarında iken, hatta ölüme adım atarlarken bile dillerinden Allah’ın zikrini düşürmüyorlardı. Onlar, tespihlerini çekerken, yüzlerinde bambaşka haller ve güzellikler sezerdim. Ömrümün şu son günlerinde ben de o hali yaşamak istiyorum”

Çanakkale, öyle bir nefis imtihanı ki; düşmanını bile teslim alabiliyor, ilahi vecde getirebiliyor!

Çanakkale’ye, cepheye gidebilmek için; erzak temininde bir Yahudi tüccarının kapısını çalan Zabit Muzaffer, sabaha kadar çalışarak aslından ayırt edilemeyen yüz liralık kâğıt paranın üzerine,  “Bedeli Derseâdet’te altın olarak tesviye olunacaktır” ibaresi yerine,   “Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye olunacaktır” ibaresini yazar. Erzakını alarak Çanakkale’nin yolunu tutar! O altın değerindeki bedel, ‘vatan uğrunda akıtılan kanlarıdır.’

Tarihi tespit, Çanakkale’deki manevi cereyanı gözler önüne seren bir hakikat; İngilizlerin Kraliyet Norfoik Alayının, 267 kişilik bir bölümünü;  “Kayacık Ağılı mevkiinden Damakçı Bayırının hemen karşısında ki tepede duran soluk renkte bir bulut, bütün yükünü alarak havalanmıştı!”

Çanakkale bizlere;  fizik ötesi bir ders veriyor! Öyle ki, Çanakkale savaşlarının en sıkıntılı, en zorlu anında Binbaşı Lütfü Bey dayanamaz yürekten gelen, iman ve İhlâs dolu bir seda ile haykırmaya başlar; “Yetiş Ya Muhammed! Kitabın elden gidiyor!”  Şairimiz aynı mana kıvamında bütün ruhunu mısralarla boyar; “Bu ordu, İslâm’ın son ordusudur Yarab!”

Elbette, tarihin bu en çetin düğümünde; analar, “Ben İsmailler doğurmuşum!” diyeceklerdi! Elbette, köleliğin uğursuz zincirlerinin kırılacağı tarihin dar boğazında; analar, çocuklarına kınalı koyunlar misali, saçlarına kınalar yakarak vatan imdadına göndereceklerdi!

Elbette, her haliyle ve her anıyla; tarihe ve insanlığa ders verecek bir zaferin harikulade halleri de olacaktı; Seyit Çavuş, İngilizlerin ‘Oşin’ isimli zırhlı gemisini batıran 276 kilo ağırlığındaki mermiyi omzunda taşıyarak, topun ağzına nasıl sürdüğünü Cevat Paşa’ya şöyle anlatacaktı; “Paşam! Ben bu mermiyi kaldırırken gönlüm Allah’ın feyziyle dopdolu ve te’yid-i İlahiye mahzar idi. Kendimde bir başkalık hissetmekteydim”

Cevat Paşa’nın rüyasında bir ses duyar ve o ses denizin üzerine bakmasını ister. Cevat Paşa denizin üzerine baktığında;  “Denizin üzerini bir nur cümbüşü arasında ‘kef’ ve ‘vav’ harflerini görmesi...”

Ve o sesin ertesi gün; “Ey Cevat depolardaki 26 mayını denize döşe…” Ve hadiseler bu bağlamda gelişir; “Nusret Mayın Gemisi ile Yüzbaşı Hakkı Bey kumandasında, gece yarısı her biri tekbir ile mayınlar suya salınır.”

İngiliz kumandan ve tarihçi Hamilton ne diyecekti; “Bizi Türklerin maddi gücü değil, manevi gücü mağlup etmiştir. Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı. Fakat biz gökten inen güçleri müşahede ettik…”

Muhammet İkbal’in o gördüğü rüya ve o hali Pakistan halkına anlatırken yaşadığı harikulade hal… Allah Resulü, Ümmeti için en güzel hediye olarak Çanakkale’de, dökülen kanları bir mahfaza içerisinde götürüyordu!

Elbet, Çanakkale sadece sözlerle ifade edilebilecek sade bir zafer değildi! Onun bedelinde, tarihin geleceği, İslâm’ın nurani ışıkları, Türk’ün Kur’an da ve hadislerde de ifadesini bulan imtihanı vardı. Ezan susmayacaktı, bayrak inmeyecekti, aynı zamanda ibadetlerin şartı durumunda olan hürriyet güneşi sönmeyecekti! Vatan coğrafyasına namahrem eli değmeyecekti!

Yazarın Diğer Yazıları