Harputlu Duayenin Bilinmeyen Öyküsü

Feyza Nur Dikici/Nihat Kazazoğlu, 1941 Harput doğumlu. Ailesindeki neredeyse herkesin müzisyen olduğunu belirten Kazazoğlu, adeta müziğin içine doğmuş, müzikle büyümüş ve müzikle yaşlanmış.

Harputlu Duayenin Bilinmeyen Öyküsü

Müziğin hayatındaki yerinden bahseden Nihat Kazazoğlu:

“Kulaklarım küçük yaştan beri Harput müziğiyle Harput melodileriyle dolmuş oldu. Ninelerimizin ninnileriyle onların türküleriyle masal arasında söyledikleri türkülerle dolu geçen bir çocukluk ve gençlik yıllarım oldu. Ondan sonra ortaokul ve lise çağlarımda her zaman okulun müzik faaliyetlerinde bulundum. Lisede müsamerelerde bulundum. Bu şekilde büyüdüm.” dedi.

Harput Musiki Cemiyetinin kurucu üyelerinden olan Kazazoğlu, Harput Müziği’nin hayatındaki konumunu şu cümlelerle ifade etti:

“HAYATIM BOYUNCA MÜZİĞİN İÇİNDE BULUNDUM”

“Lise çağlarımda Avukat Fikret Memişoğlu ile tanıştım. Yetişmemde büyük emek sarf etti. O zamanın şartlarıyla elinden geldiğince sesimi halka duyurmaya, tanıtmaya çalıştı. 1971 yılında Naci Sönmez Bey’in öncülüğünde Elazığ Musiki Cemiyeti kuruldu. Ben de cemiyetin kurucu üyelerinden biriyim. Bu sefer faaliyetlerimizi Musiki Cemiyetinde devam ettirdik. Dernekte Naci Bey Sanat Müziği Korosunu idare ediyordu ben de Harput Müziği Korosunu idare ediyordum. Böylece hayatım boyunca müziğin içinde bulundum ve hala müziğin içinde devam ediyorum.”

Harputlu Duayenin Bilinmeyen Öyküsü

“HARPUT MÜZİĞİ, BİR KÖPRÜ KONUMUNDADIR”

Harput Müziği; halk müziğiyle sanat müziği arasında bir köprü konumundadır. Bir yönden halk müziğine benziyor, bestekarı ve güfte yazarı belli değil; bir yönden de Türk sanat müziğine benziyor, çeşitli gazellerin ve çeşitli sanat müziği eserlerinin makamında, onların üslubunda eserleri var ve klasik sazlarla icra ediliyor. Bu yüzden halk müziği de demiyoruz, sanat müziği de demiyoruz; Harput müziği diyoruz. “

Harputlu Duayenin Bilinmeyen Öyküsü

Harput Müziği’nin önemli eserlerinden biri Hüseynik Türküsüdür.  Türkünün bilinmeyen hikayesi:

1892'de Harput Posta Müdürü olan Akif yakışıklılığıyla dillere destan, mertliği ve dürüstlüğü ile de herkes tarafından saygı gören bir kişiydi. İkametini Harput’ta sürdüren Akif, her gün saray yolundan Harput’a çıkardı. Bir söylentiye göre Akif’in gününü gün eden eğlenceye düşkün bir yönü de vardı. Yakışıklılığıyla dillere destan olan Akif’in bir sürü sevdalısı vardı. Ailesi ise Musul’da yaşıyordu. Kız kardeşi olan Atik Hanım abisi Akif'e çok düşkündü. Aile bağları kuvvetli olan Akif ailesiyle sık sık telgraflaşırdı.

Bu hikayede Lütfü de Akif'in müdürlüğü döneminde postanede göreve başlamıştı ve Akif'in çok sevdiği biriydi. Haliyle Akif’in telgraf işlemlerinde başvurduğu birincil yardımcısı Lütfü'ydü.

Akif her gün çıktığı şehir yolunu çıkarken yolda kalp krizi geçirir ve ölür. Bu zamansız ve hiç beklenmedik ölüm duyulunca bütün bir şehir halkı, özellikle de Akif’in sevdalıları, arkasından günlerce gözyaşı döker ve bu ağıdı yakarlar:

Hüseynik'ten çıktım şeher yoluna
Can ağrısı tesir etti koluma
Yaradanım merhamet et kuluna
Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne
Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne

Lütfü gelsin telgrafın başına
Bir tel çeksin Musul'da gardaşıma
Bu gençlikte neler geldi başıma
Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne
Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne

Telgrafın direkleri sayılmaz
Atik hanım baygın düştü ayılmaz
Böyle canlar teneşire koyulmaz
Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne
Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne