Beklenen Tehlike: Kuraklık
Geleceğin en önemli sorunu olan iklim değişikliği ve kuraklık konularında gazetemize önemli açıklamalarda bulunan uzmanlar, önlem alınmadığı takdirde ciddi sorunlar hatta su savaşları çıkabileceğini ifade ediyorlar.
Koronavirüs pandemisinin ardından dünyayı en çok etkileyecek ve şu anda en çok konuşulan konuların başında kuraklık ve iklim değişikliği konuları geliyor.
Dünyada artık gözle görülen ve net bir şekilde hissedilen bir kuraklık ve iklim değişikliği sorunu söz konusu.
Peki, nedir bu iklim değişikliği? Hem Türkiye’yi hem de Elazığ’ı nasıl etkileyecek? Yakın gelecekte hangi sorunlarla baş başa kalacağız ve en önemlisi ne yapmalıyız? İşte tüm bu soruların cevaplarını bulmak ve çözüm önerileri sunmak adına hummalı bir araştırma içerisine giren Hakimiyet muhabirleri, soruların yanıtlarını tek tek uzmanlarından aldı.
İklim değişikliği konusunda Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İklim Değişikliği Başkanı olarak atanan Prof. Dr. Halil Hasar, Su ve kuraklık konularında Fırat Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Hidrojeoloji konusunda Uzman Doç. Dr. Özlem Öztekin Okan, su israfının önüne geçmede en önemli yatırımlardan biri olan atık su ve arıtma konularında Elazığ Belediyesi İklim Değişikliği ve Sıfır Atık Müdürlüğü Birim Müdürü Zuhal Ekmen, kuraklık ve tarıma etkileri konusunda Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası Başkanlığı Elazığ İl Temsilcisi Mehmet Karaca gazetemize önemli açıklamalarda bulundu.
İşte her satırı önemli bilgi ve detaylar içeren o açıklamalar:
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ NEDİR?
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İklim Değişikliği Başkanı Prof. Dr. Halil Hasar’ın iklim değişikliği, iklim değişikliğinin neden olduğu sorunlar, yapılması gerekenler ve Türkiye’nin bu konudaki yol haritasına ilişkin açıklaması şu şekilde:
Prof. Dr. Halil Hasar, iklim değişikliği konusunda bilgiler vererek: “İklim değişikliği; Uzun süre boyunca iklimde gözlenen doğal değişimler ile doğrudan ya da dolaylı olarak insan faaliyetlerinin neticesinde ortaya çıkan ve küresel atmosferin bileşimini bozan değişiklik olarak tanımlanabilir.
İklim değişikliği, 20. yüzyılın özellikle son çeyreğinde en çok konuşulan ve tartışılan çevre sorunu olmuştur. Son yıllarda ise iklim değişikliği sorunu küresel bir çevre problemi olarak görülmenin ötesine geçmiş, ülkelerin kalkınma ve refah seviyelerini etkileyecek önemli bir risk faktörü olarak da değerlendirilmeye başlanmıştır. Küresel nitelikte bir tehdit olarak algılanan ve değerlendirilen iklim değişikliği ile hiçbir devletin tek başına mücadele edebilmesi ve kendini iklim değişikliğinin neden olduğu olumsuzlukların dışında tutabilmesi mümkün değildir. İklim değişikliğinin insan sağlığına ve üretkenliğine; tarım, ormancılık ve turizm faaliyetlerine vereceği zarar düşünüldüğünde, ekonomiye olumsuz etkisinin küresel düzeyde çok büyük olacağı ön görülmektedir.
Doğal dengeyi bozan insan kaynaklı faaliyetler, neticede bizzat insanı ve onun kurduğu sosyal, ekonomik ve çevresel sistemi tahrip etmektedir. Günümüzde bu etkileri giderek daha sık ve şiddetli bir şekilde hissediyoruz” açıklamasında bulundu.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE SEBEP OLAN ETMENLER NELERDİR?
Prof. Dr. Hasar, iklim değişikliğine neden olan etmenleri de sıralayarak: “Elbette doğal dengemizi bozan süreçte insan faaliyetlerinin katkısı özellikle Sanayi Devrimi ile birlikte sürekli bir şekilde artmıştır. Yapılan en son bilimsel çalışmalar iklim şartlarındaki değişimlerin Sanayi Devrimi’nden bu yana kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtların yoğun bir şekilde kullanılması ile bağlantılı ve insan faaliyetlerinin iklim değişikliğinde ana itici güç olduğunu ortaya koymaktadır. Sanayi Devrimi'nin yaşandığı 1750'li yıllardan bu yana, CO2 düzeyleri de yüzde 50'ye yakın artış kaydetti. Atmosferdeki CO2 birikiminin en az 800 bin yıldır ulaştığı en yüksek düzeyde olduğu hesaplanıyor. Görüleceği üzere, temel sorun, Dünyamızın insan eliyle ciddi bir biçimde kirletilmiş olması ve buna devam edilmesidir. Sanayileşme dönemi öncesinde atmosferdeki karbondioksit (CO2) oranı 220 ile 280 ppm (milyonda bir birim) civarında iken yeni ölçümlere göre, karbondioksit seviyeleri 2023’teki rekor artışını genişleterek 420 ppm değerini aşmıştır” şeklinde ifadelerine yer verdi.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ TÜRKİYE’DE EN FAZLA HANGİ BÖLGELERİ ETKİLİYOR?
İklim değişikliğinin ülkemizde etki alanına ve yol açtığı sorunlara da değinen Prof. Dr. Hasar: “Türkiye, iklim değişikliğinin etkilerinin yoğun hissedileceği Doğu Akdeniz Havzası'nda yer alması nedeniyle iklim değişikliğinin olumsuz etkileri yönünden yüksek risk grubu ülkeler arasında yer almaktadır. Bu bağlamda Dünya, sanayi devrimi öncesi seviyeye göre 1,1 derece ısınmışken Akdeniz Bölgesi hem karasal hem de denizel alanları bakımından yaklaşık 1,5 derece ısınmıştır. Ayrıca yapılan araştırmalar 2100 yılına kadar Akdeniz Havzası’nda sıcaklık artışının önemli derece artabileceğini de ortaya koymaktadır. Buna ek olarak Akdeniz Havzası’nda yağışların daha seyrek bir hale gelmesi beklenmektedir. Yaz aylarında alınan yağışın yüzde 10 ila yüzde 30 arasında azalması da bir risk olarak karşımızda bulunmaktadır.
Ülkemizde, 2000-2021 yılları arasında toplamda 11 bin 43 meteorolojik karakterli doğa kaynaklı afet raporlanmıştır. Özellikle son yirmi yıldır ülkemizde aşırı yağışların, sellerin, fırtınaların, toprak kaymalarının, sıcak hava dalgalarının ve orman yangınlarının daha sık ve şiddetli yaşanıyor olması da iklim değişikliği sebeplidir” dedi.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ELAZIĞ’A VE DÜNYAYA ETKİSİ NEDİR?
Açıklamasını iklim değişikliğinin ilimize olan etkilerine değinerek sürdüren Prof. Dr. Halis Hasar: “Konuya, Su Kaynakları Sektörü ile Etkilenebilirlik ve Risk Analizi çerçevesinden yaklaştığımızda Elazığ’ın özellikle su kaynakları bakımından iklim değişikliğine karşı etkilenebilirliğinin yüksek olduğunu söylememiz mümkündür. Bu çerçevede su kaynaklarına yönelik olarak Elazığ ilinin önümüzdeki dönemde riskinin en aza indirgenmesi ve uyum kapasitesinin artırılması önem arz etmektedir. Bu amaçla 2023 Mayıs Ayında başlattığımız “Türkiye’de Yerel İklim Eylemi İçin Avrupa Birliği Ortaklığı Projesi (IPA III)”nde seçilen pilot illerimizden biri de Elazığ’dır. Buna göre Elazığ’da iklim değişikliğinin tarım sektörü, su kaynakları ve kuraklık üzerindeki etkilerine yönelik bir senaryo da karşımızda durmaktadır. Bizler de bu anlayışla Elazığ’da konuyu iklim değişikliğine uyum temelli ele alıyoruz. Buna göre Elazığ’ı iklim değişikliğinin etkilerine karşı kapasitesi daha artmış ve daha dirençli bir hale getirmek adına yakın iş birliği ve koordinasyon halinde hareket edeceğimiz bir süreci hep birlikte başlatıyoruz.
“İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ KAYNAKLI AFETLERİN SIKLIĞI VE ŞİDDETİ DE HER GEÇEN GÜN ARTMAKTADIR”
Son yıllarda hem ülkemiz hem de dünyamız için, iklim değişikliğinin etkilerinin her alanda hissedildiği doğa kaynaklı afetlerle mücadele içindeyiz. Ayrıca, iklim değişikliği kaynaklı afetlerin sıklığı ve şiddeti de her geçen gün artmaktadır. İklim değişikliği kaynaklı afetler toplam doğal afetlerin yüzde 91’ini oluşturmaktadır. Değişen iklimle birlikte yaşadığımız düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar ve seller; heyelanları, erozyonu ve çölleşmeyi artırıyor. Kuraklıkla birlikte kıtlık, orman yangınları, sıcak hava dalgaları, çekirge istilası, kene, sivrisinek vb. haşereler ve bunlara bağlı olarak yaşanan uzun mesafeli göçler de artıyor. Artan rüzgâr fırtınaları ise şiddetli yağmur, dolu, hortum, yıldırım, ani sel, şehir selleri gibi afetlerin daha sık, daha şiddetli, daha uzun süreli ve her yerde etkili olmasına neden oluyor” şeklinde konuştu.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ HAYATIMIZI DOĞRUDAN ETKİLİYOR MU?
İklim değişikliği sonucunda ortaya çıkan durumlara da değinen Prof. Dr. Halil Hasar: “Dünya Meteoroloji Örgütü, 2023 yazının kaydedilen en sıcak mevsim olduğunu ortaya koymaktadır. Artık bu durum “Yeni Normal” olarak da tanımlanmaktadır. Yeni Normal olarak adlandırılan bu durum, Doğu Akdeniz bölgesindeki orman yangınlarında da belirgin bir artışa neden olmuştur. Temmuz ayının ikinci yarısında, özellikle Yunanistan'da ve Doğu Akdeniz'deki orman yangınlarının yoğunluğunda önemli bir artış meydana gelmiştir. Diğer yandan dünyanın geri kalanı da büyük afetlerle mücadele etmektedir. Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en büyük yangınlarıyla mücadele etmek zorunda kalmıştır. İklim değişikliği dünyanın en kırılgan bölgelerini de çeşitli şekillerde etkilemeye devam etmektedir. Buna göre su mevcudiyeti ve kalitesi, tatlı su kaynaklarında azalma, aşırı hava olaylarının kalabalık şehirlerde altyapı sorunlarına neden olması gibi sorunlar doğrudan insanı etkilemesi açısından dikkate değerdir.” Açıklamasında bulundu.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ORTAYA ÇIKARDIĞI OLUMSUZ ETKİLERDEN KURTULMAK ADINA NELER YAPILABİLİR?
İklim değişikliğinin neden olduğunu sorunları en aza indirmek ve dünyamızı korumak adına yapmamız gerekenleri sıralayan Daire Başkanı Prof. Dr. Halil Hasar, şunları kaydetti:
“Dünya genelinde yaşanan afetler iklim değişikliğinin insani hususlarla doğrudan ilişkisini ortaya koyması açısından da son derece çarpıcıdır. Bu bağlamda iklim değişikliği dünya kamuoyunda güvenlik boyutuyla da daha fazla tartışılmakta ve buna yönelik araştırmalar giderek artmaktadır. Bu açıdan konuya yaklaştığımızda iklim değişikliğinin dünya genelinde nüfus, ekonomik ve sosyal düzen, geçim kaynakları ve doğal kaynaklar üzerinde baskı oluşturması bakımından ciddi bir tehdit çarpanı rolüne büründüğünü söylemek mümkün olacaktır. Bunun yanında önümüzdeki dönemlerde de iklim değişikliğinin bir tehdit çarpanı olmaya devam edeceği açıktır. Ortaya çıkan tüm bu olumsuzluklar, bizleri iklim değişikliği ile mücadelede daha kararlı olmamız gerektiği fikrinde birleştirmektedir.
“HAYATİ BİR ÖNEM TAŞIYOR”
Buna göre önümüzdeki yıllarda etkisini giderek artırması beklenen iklim değişikliğinin beraberinde getireceği olumsuzlukları en aza indirmek, kayıp ve zararı azaltmak, orta çıkan riskleri yönetmek ve risklerin beraberinde getirdiği fırsatları değerlendirmek hayati bir önemdedir. Bu alanda dünya genelinde ortaya konulan çabalara destek olmak adına ortaya koyduğumuz desteğin en önemli göstergesi ülke olarak Paris Anlaşması’na taraf olmamız ve tüm dünyaya iklim değişikliği ile mücadeleye hazır olduğumuzu ispatlamamızdır.
“DOĞAL DENGEYİ KORUMALIYIZ”
Dünyada adeta bir iklim değişikliği çağını yaşadığı zamanımızda bu mücadelede yapılması gereken en öncelikli hususlardan biri elbette doğal dengeyi korumak ve sürdürülebilir bir şekilde yönetmektir. Burada esas olan doğayı yakın bir müttefik olarak görüp doğanın imkânları ile bütünleşen ve ona saygılı bir yönetim modeli ortaya koymaktadır. Tam da bu noktada karşımıza doğa temelli çözümler önemli bir aktör olarak çıkmaktadır.
“İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ KONUSU ÖNCELİĞİMİZ OLMALI”
Doğa temelli çözümlere odaklanarak ve doğa ile iş birliği halinde çalışmayı ön planda tutan projeler ve politikalar iklim değişikliğine uyum noktasında bir öncelik olmalıdır. Bu sayede aslında karşılıklı bir kazanım elde edilmiş de olacaktır. Doğayı önceleyen planlamalar yapmak hem sürdürülebilirliği bir pozitif dışsallık olarak beraberinde getirecek hem de kentlerin ve kentlilerin iklim tehlikeleri karşısında etkilenebilirliğinin azaltılması, uyum kapasitelerinin ve dirençliliğinin artırılması, doğa ile dengeli, iklim dirençli ve sürdürülebilir kentleşmenin sağlanmasına yönelik eylemleri de destekleyecektir. Burada mevcut risklerin adeta bir fırsata dönüştürülmesi de sağlanmış olacaktır. Bu kapsamda anahtar hedefin dirençlilik sağlamak ve kırılganlığı en aza indirgemek olması gerektiğini söylemek yerinde olacaktır.
“ŞEHRİLERİMİZİ VE YAŞAM ALANLARIMIZI DİRENÇLİ HALE GETİRMEMİZ GEREKİYOR”
Bunun yanında şehirlerimizi ve yaşam alanlarımızı iklim tehlikelerine karşı daha dirençli hale getirmek üzere mevcutta kullanılan gri altyapı sistemleri yerine yeşil altyapı olarak adlandırdığımız, geçirimli yol ve yüzeyler, yağmur bahçeleri, su tutma hendekleri, göletler gibi yağış suyunu tutarak suyun doğal akış sistemine uygun bir şekilde su kaynaklarına iletilmesini hedefleyen yağış suyu yönetimlerini kullanmak da iklim değişikliği ile mücadelenin değerli bir elemanı olarak ön plana çıkmaktadır.
Tüm bunlarla birlikte sanayide yeşil dönüşüm politikaları, şehircilik çalışmalarında iklim değişikliğine uyumun da gözetilmesi, yenilenebilir enerji, temiz enerji, yağmur suyu hasadı, enerji verimliliği gibi doğa ve ekosistem temelli çözümler, mavi-gri-yeşil altyapı yatırımlarına önem vermek, kuraklık, su kıtlığı, yangınlar, seller ve diğer meteorolojik doğal afetler başta olmak üzere iklim krizine bağlı afetlere karşı engelleyici çözüm mekanizmalarının ve stratejilerin geliştirilmesi de mücadelenin öne çıkan enstrümanlarıdır.”
TÜRKİYE HANGİ ÇALIŞMALARI YAPIYOR?
İklim değişikliği konusunda ülkemizin yaptığı çalışmalara da değinen Prof. Dr. Halil Hasar, şu bilgileri verdi:
“Paris Anlaşması küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi dönem seviyelerine göre 1,5 derece artış ile sınırlamayı hedeflemektedir. Bu hedefin sağlanması için küresel ölçekte, emisyonların 2030 yılında 2019 yılına göre yüzde 45 azaltılması ve 2050 yılında ise net sıfır emisyon hedefinin sağlanması gerekmektedir.
Türkiye 10 Kasım 2021 tarihi itibariyle Paris Anlaşmasına resmi olarak taraf olmuştur. Ülkemizin iklim politikaları bakımından 27 Eylül 2021 tarihinde gerçekleşen Kabine Toplantısı’nda 2053 net sıfır emisyon hedefi ve yeşil dönüşüm hamlesini ilan etmesi önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Bu bağlamda Türkiye, Ulusal Katkı Beyanının (NDC) güncellenmiş ve BMİDÇS Sekretaryasın sunmuştur. Yeni belge ile 2015 yılında Referans Senaryoya kıyasla yüzde 21’e kadar azaltım olarak açıklanan ulusal azaltım hedefi, güncellenerek yüzde 41’e yükseltilmiştir.
“YOL HARİTASI ÇALIŞMALARINA BAŞLANMIŞTIR”
NDC Ulusal Katkı Beyanı açıklandıktan sonra ülkemizin 2030 hedefine ulaşmak için yol haritası çalışmalarına başlanmıştır. Türkiye’de hem sera gazı emisyonu azaltım alanında, hem de iklim değişikliğine uyum kapsamında 2 ayrı eylem planı hazırlanmaktadır. Her iki eylem planı birbirini tamamlayıcı nitelikte olup, kapsadıkları sektörler ve iklim değişikliğine ilişkin yaklaşım anlamında önemli farklılıklar içermektedir. Her iki eylem planının ortak noktaları ise iklim değişikliği ile mücadelede kilit ve öncelikli hedefler içermesidir.
“TÜRKİYE DURUMUN FARKINDA”
İklim değişikliğinin ana sebebi olan sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik olarak, hazırlamış olduğumuz politika belgelerinin de içerdiği üzere, enerji verimliliğinin artırılması, yenilebilir enerji kullanımının yaygınlaştırılması, sanayi ürünlerinin karbon ayak izinin azaltılması, döngüsel ve kaynak verimli bir ekonomik modelin benimsenmesi, ulaşım sektöründe elektrifikasyonun yaygınlaştırılması, bilinçli gübre kullanımının arttırılması, karbonun fiyatlandırılması ve yutak alan (orman) kapasitesinin artırılması faaliyetleri yürütülmelidir. Bu faaliyetlerin realize edimesi ile sera gazı emisyonlarının azaltılması ile küresel iklim değişikliği ile mücadelede önemli adımlar atılmış olacaktır. Ülkemiz de içinde bulunulan bu küresel durumun farkındadır. Buna göre dünyada ve bölgesinde güçlü ve lider bir ülke olma rolümüzden hareketle gerek ulusal alanda gerekse uluslararası ölçekte bu mücadeleye katkı sunuyoruz.”
DOÇ. DR. ÖZLEM ÖZTEKİN OKAN:
“SU YÖNETİM PLANI HAZIRLANMALI”
Hidrojeoloji uzmanı Doç. Dr. Özlem Öztekin Okan ise kuraklık ve su kaynakları konusunda şu açıklamayı yaptı: “Küresel ölçekte etkisini gösteren iklim değişikliği, yüzey ve yeraltı su kaynaklarının kontrollü bir şekilde kullanılmasını gerektirmektedir. Yağışlarla beslenen yeraltı sularını başta içme amaçlı olmak üzere evsel ve tarımsal sulamada kullanmaktayız. Sadece bugün değil gelecekte de bu amaçlarla yeraltı sularından yararlanacağımızdan, su kaynaklarımızı hoyratça kullanmamalıyız. Su kaynaklarının gerek verim gerekse kalitelerinin sürdürülebilirliğinin sağlanması için il bazında su yönetim planı hazırlanmalıdır. Günlük hayatımızda, bireysel alanlarda (ev, işyeri vb.) suyu daha kontrollü kullanmamız ve daha duyarlı olmamıza rağmen ortak yaşam alanlarında (mahalle, köy çeşmeleri vb.) bu hassasiyeti göstermemekteyiz. Suyun kullanıldığı her alanda aynı hassasiyeti ve duyarlılığı göstermeliyiz. Küresel iklim değişikliğinin yaşandığı bu dönemde boşa akıtılan her damla çok kıymetlidir.
Bu noktada, yerel ölçekte su tüketimi ile ilgili halkı bilinçlendirmeye yönelik çalışmalar yapılmalıdır. İl genelinde kontrolsüz akan çeşme vb. su noktalarındaki su kayıpları, su iletim hatlarında oluşmuş/ oluşabilecek sızıntı ve kaçaklar düzenli olarak kontrol edilip gerekli önlemler alınmalıdır. İlimizde tarımsal alanlarda damla sulama sisteminin yaygınlaştırılması, su kaynaklarının daha verimli kullanılmasına katkı sağlayacaktır.
“SU KAYNAKLARIMIZI NE KADAR İYİ KORUYORUZ?
İlimizde, 6 Şubat 2023 Pazarcık depreminden sonra nüfusta artışın olduğu bilinmekte. Nüfus arttıkça su ihtiyacımız da artacaktır. Bu ihtiyacı karşılamak için yeni su kuyuları denetimli ve planlı bir şekilde açılmalı ve kayıt dışı kuyuların açılmaması için gerekli önlemler alınmalıdır. Su kaynaklarının sadece miktarı değil kullanım amacına uygun nitelikte olması ve kalitesinin devamlılığının sağlanması da oldukça önemlidir. Özellikle şehrimizin içme suyunu karşılayan su kaynaklarının beslenme alanlarında koruma alanları oluşturulmalıdır. Su kuyuları çevresinde, suyun içme amaçlı kullanımına zarar verecek olumsuz etkenlerin önüne geçilerek gerekli tedbirler alınmalıdır. Suyun içme amaçlı kullanımında olumsuz bir etkiye sahip olan, tarım arazilerinde fazla kimyasal gübre kullanımı denetimli hale getirilmelidir. Katı ve sıvı atıkların depolanma alanlarının belirlenmesi oldukça önemlidir. Atık yönetiminde düzenli depolama alanlarının oluşturulması için ilgili kamu kurumları arasında işbirliğine yönelik disiplinler arası çalışmalar yapılmalıdır.
ZUHAL EKMEN:
“ATIK SULARIN DOĞRU TEKNİKLİKLE ARITILMASI ÇOK ÖNEMLİ”
Elazığ Belediyesi tarafından yapımı tamamlanan Elazığ Belediyesi İleri Biyolojik Atık Su Arıtma Tesisi şehrimiz için oldukça önemli çalışmalardan biri. Peki bu büyük çalışma şehrimize neler kazandıracak? Elazığ Belediyesi İklim Değişikliği ve Sıfır Atık Müdürlüğü’ne bağlı olarak görev alan Zuhal Ekmen bu konuda önemli açıklamalarda bulundu. Ekmen’in açıklaması:
“Çeşitli kullanımlar sonucunda tüketilen suların arıtılmadan alıcı ortamlara verilmesi birçok çevresel risk oluşmasına neden olmaktadır. Özellikle su kaynaklarımızdaki ekosistemin zarar görmesi, koku kirliliği kısacası çevre ve insan sağlığı olumsuz etkilenmektedir. Doğal kaynaklarımızın sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi ve korunması için atık suların doğru teknikle arıtılması oldukça önemlidir.
“BU MODERN PROJE İLE ELAZIĞ'IN 2057 YILINA KADAR ATIKSU PROBLEMİ ORTADAN KALDIRACAK”
İlimiz adına baktığımız zaman artan nüfusa bağlı olarak atıksu debisindeki artış, ve mevcut arıtma tesislerinin yetersiz olması sebebiyle Elazığ Belediyesi tarafından yeni arıtma tesis projelendirilmesine ve yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Bunu projelendirerek alt yapı ihalemiz ve atık su tesisi olarak Elazığ Belediyesi bunu şehrimiz için göğüslemiştir. Elazığ Belediyesi Atık su Arıtma Tesisinde dikkate aldığımız nüfus verileri ile bu modern proje ile Elazığ'ın 2057 yılına kadar Atık su problemi ortadan kaldıracak şekilde tasarlanmıştır. 750.000 nüfusa hizmet verebilecek yeni tesisimizin tasarımında alternatif olarak belirlenen proseslerden İleri Biyolojik Azot ve Fosfor Giderimli Uzun Havalandırmalı Aktif Çamur Prosesi seçilmiştir. Toplam ortalama atık su debisi; 150.000 m³/gün olarak planlanmıştır. Elazığ-Bingöl Yolu 17.Km'de mevcut arıtma tesisisin üzerinde bulunduğu yaklaşık 250 dönümlük arazi üzerine inşa edilecektir.
“TARIMSAL SULAMAYA ENGEL OLAN AZOT FOSFOR GİBİ KİRLETİCİLERİN DE GİDERİLMESİ SAĞLANACAKTIR”
Yeni İleri Biyolojik Atık su Arıtma Tesisimiz ile başta Keban Baraj Gölü ve diğer su kaynaklarımız korunarak ki bunlar en önemli sebeplerimizdir. Doğaya ve çevreye zarar verilmeden atık suların arıtılması sağlanacaktır. Özellikle yeni tesisimiz ile sularda canlı ölümlerine, alg patlamasına, koagülasyonun engellenmesine, suların sertliğinin artmasına, tarımsal sulamaya engel olan azot fosfor gibi kirleticilerin de giderilmesi sağlanacaktır. 2022/1148720 İhale Kayıt Numaralı "Elazığ Belediyesi İleri Biyolojik Atık su Arıtma Tesisi (Biyolojik Azot ve Fosfor Giderimli Uzun Havalandırmalı Aktif Çamur Prosesi) Yapım İşi" ihalemiz kapsamında 14.02.2023 tarihinde "Yüklenici" ile sözleşme imzalanmış olup 21.02.2023 tarihinde yer teslimi yapılarak yapım işine başlanmıştır. Yapım işi kapsamında yaklaşık %35 ilerleme kaydedilmiş halihazırda inşa süreci devam etmektedir. İşin teslim süresi 720 gün olup 2025 yılının ilk çeyreğinde tesisimizi devreye almayı planlamaktayız.”
İL TEMSİLCİSİ KARACA:
YAŞAM İÇİN BÜYÜK BİR TEHLİKE SÖZ KONUSU
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Elazığ İl Temsilcisi Mehmet Karaca bölgemizde ve ilimizde yaşanan kuraklığın oluşumunu ve yaşanan sorunun neler doğuracağını ve alınması gerek önemleri şu ifadelerle dile getirdi:
“Kabaca tanımlayacak olursak kuraklık bir bölgede nem miktarındaki geçici dengesizliğin o bölgedeki su kıtlığı ile ilişkisidir ve doğal bir iklim olayıdır. Kuraktan nemli iklim tiplerine kadar herhangi bir yerde herhangi bir zamanda meydana gelebilir. Kuraklığı meteorolojik, tarımsal ve hidrolojik kuraklık olarak sınıflandırmaktayız. Meteorolojik kuraklık bir yerde, belirli bir sürede ortalamaya göre yağıştaki azalmanın kriter olarak alındığı kuraklıktır. Tarımsal kuraklık toprakta bitkinin ihtiyacını karşılayacak miktarda su bulunmaması olarak tanımlanır ve nem kaybı ve su kaynaklarında kıtlık oluştuğu zaman meydana gelir. Ürün miktarında azalmaya, bitkilerin büyümelerinde değişime ve hayvanlar için tehlikeye sebep olur. Hidrolojik kuraklık yeraltı su kaynakları, yüzey suları veya yağış periyotlarının etkisi ile ilişkilidir. Meteorolojik kuraklığın uzaması durumunda hidrolojik kuraklık ortaya çıkar. Yeraltı suları, nehirler ve göllerin seviyesinde keskin bir düşüşe sebep olur. İnsan, bitki ve hayvan yaşamı için büyük bir tehlike yaratır. Bir dönemde yaşanan yağış miktarında azalma toprak neminde hızlı azalma meydana gelir” şeklinde açıklamalarda bulundu.
ELAZIĞ’DA YAŞANAN KURAKLIK ARTARAK DEVAM EDİYOR
Küresel ısınma ile birlikte dünyada ve Türkiye’de son yıllarda kuraklığın etkisi görülmektedir. Ülkemizde ve Elazığ’da yaşanan kuraklık artarak devam ediyor. Gelecek yıllarda da yaşamaya devam edeceğiz.
YAĞIŞLI GÜN SAYISI AZALIYOR
Sıcaklıklar mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşmekte ve yağışlı geçen gün sayısı azalmaktadır. Kuraklığın ekonomik, çevresel ve sosyal etkileri olmakla birlikte bundan en çok tarım sektörü etkilenecektir. Hali hazırda kuru tarım alanlarında kışlık ekimi yapılan arpa, buğday ve mercimek gibi ürünlerde çıkış problemleri yaşanmaktadır. Çimlenen alanların bir kısmı ise sıcaklıklardan dolayı zarar görmüştür. İlkbahar aylarında da yeterli yağışın düşmemesi durumunda kuru tarım alanları ile birlikte sulu tarım alanlarında sulama yapılacak birçok üründe verim düşüklüğü ve rekolte azlığı yaşanabilecektir.
2020 YILINDAN BU YANA KURAKLIKLA İLGİLİ SORUNLAR ARTARAK DEVAM ETMEKTEDİR
Kış ve ilkbahar aylarında kar ve yağmur olarak yeterli ve dengeli yağışların olmaması durumunda ürünlerde oluşacak ciddi verim düşüklüğü ve üretim miktarı azalması, çiftçinin üretimden çekilmesine sebep olabilecektir. Açığa çıkacak gıda arz açığını kapatmak üzere daha yüksek fiyatlarla ithalat söz konusu olabilecek, tüketicilerin daha yüksek fiyata gıdaya erişimi olacaktır. Yüksek gıda enflasyonu bizleri yakın dönemde bekleyen çok önemli bir sorun olacaktır. Kuraklığın son 1-2 yıl içinde değerlendirilmesi bizi çok sağlıklı bir sonuca götürmeyecektir. Ancak 2020 yılından bu yana kuraklıkla ilgili sorunların artarak devam etmektedir. İklim değişikliğine karşı mühendislik çalışmaları ciddi önem kazanmaktadır. İklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarını tüm dünya olarak yaşıyoruz. Doğaya bağlı bir sektör olan tarım sektöründe doğadan kaynaklı zararını en aza indirgenmesi sağlanmalıdır. Bu yönde politikaların bir an evvel hayata geçirilmesi çok önemlidir. Tarım ve Orman Bakanlığı her yıl ‘Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Eylem Planı’ hazırlamaktadır. Bu eylem planları kağıt üzerinde kalmamalı tarım genel anlamda desteklenmeli; tarıma verilen destek arttırılmalı, gübre ve mazot dahil desteklerin tamamının artması gerekmektedir. Çiftçi, 4.2 milyon hektar alanı ekmekten vazgeçmiştir. Çiftçi kayıt sistemine kayıtlı kişi sayısı 2.8 milyondan, 2 milyona düşmüştür. Çiftçi kâr elde edemediği için üretimden çekilmiştir.
DEPREMLE YAŞAMAYA ALIŞMA GİBİ KURAKLIKLA YAŞAMAYA DA ALIŞMALIYIZ
Kuraklık tarımsal üretimi olumsuz yönde etkilerken bunun olumsuz etkilerini azaltmak için birkaç önlem bulunmaktadır. Bunlardan birisi yetersiz suyu toprakla buluşturmak için sulama yatırımlarının hızlı bir biçimde tamamlamaktır. Türkiye’de sulama yatırımları halen yüzde 60 seviyelerindedir. İlimizde Uluova ve Kuzova sulama yatırımları halen tamamlanmamış hatta proje aşamasındadır. Bu yatırımların çok hızlı şekilde tamamlanması gerekiyor. Ayrıca geçmişte yapılan açık kanal sulamanın yerine; devletin yatırım bütçesiyle kapalı kanal, damlama ve yağmurlama yöntemlerine teşvik ve yatırımlar artırılarak suyun daha tasarruflu kullanılması sağlanmalıdır. Kuraklığa toleranslı türlerin ıslahı ve teşviki artmalı, kuraklığa toleranslı türlerin araştırma geliştirme çalışmaları yapılmalıdır. Özellikle ekim aşamasında bu türlere devlet desteğinin arttırılarak çiftçinin bu ürünlere yönlendirilmesi gerekmektedir. Kuru tarım gerçeğini kabul ederek, kuru tarım ile sulu tarım arasındaki verim farkından kaynaklı gelir farkının teşviklerle kapatılarak özellikle hububata yönelik kuru tarım üreticisine destek verilmelidir. Bununla birlikte bireysel olarak su kaynaklarının sınırsız olmadığının farkında olmalıyız ve suyu evimizde ve çevremizde dikkatli kullanmalıyız. Onun için biz oda olarak şunu söylüyoruz; “depremle yaşamaya alışma gibi kuraklıkla yaşamaya da alışmalıyız.”