Kitabını yazarından alabildiğim "Zikzak Sokak" romanını okuduktan sonra, artık Zekeriya Bican benim gözümde "Zikzak Sokak" romanının yazarı olarak da kalacaktır. Bir eseri kalıcı yapan faktörler çoktur; lakin gönle işleyen azdır. Gönlümüzde artık "Zikzak Sokak" var olacaktır. Bu kitabı okudum ve uzun zamandır okumadığım roman türünün bir nevi açlığını giderebildim.
Romanlar bize bir hayatı, bir dönemi, bir süreci uzun uzun anlatır ve farklı üsluplarla karşımıza çıkar. Cemil Meriç bir yazısında roman için “teşhir sanatıdır” der. Evet, roman bize bir şeyler gösterir, teşhir eder; bazı olayları, durumları yazar içinde kalmış olduğu durumu da farklı isimler altında anlatabilir. Tıpkı bir kişiye bir konuyu anlatırken kendi derdimizi başkasının derdiymiş gibi anlatmak gibi.
"Zikzak Sokak" için Elazığ-İstanbul romanıdır, diyebiliriz. 387 sayfa olan roman, Nedim karakterinin geçmişin verdiği o tatlı, güzel hatıraların hazzını, içtiği salebin yudumuyla anımsayarak başlar. Romanı etkili yapan faktörlerden biri, romanın yaşanmış olmasıdır. Kitapta yaşanan ölümlerin, olayların, sevdaların, ayrılıkların yaşanmış olması okuyucuyu derin bir hüzne boğar. Roman okunduğu sırada okuyucu ile daima duygudaşlık içerisindedir. Zaman zaman sevdalıların yaşantısındaki davranışlar okuyucuyu romanın içine alır. Ayrıca sizi Türkiye'deki 60'lı, 70'li, 80'li yılların sade sevgisini yaşatır, kendinizi o kişilerle beraber görürsünüz. Kişiler varlıklarını sahip oldukları eşyalarla değil, sahip oldukları değerler ile var olmaya çabalarlar. Günümüzde markaların dayattığı, sevgilerin günlerden ibaretmiş gibi algılandığı bir sevgi yoktur.
Romanın İstanbul sayfalarında ise geleceğe umutla yeşeren bir aşkın tohumları atılıyor; Nilüfer ve Ahmet'in narin ve güzel bir dille anlatılan tanışması, okuyucuyu bir anlığına romanın sadece bu iki özel insana yazıldığı hissine sürüklüyor. İstanbul'un atmosferi aktarıldıktan sonra, tayini İstanbul'dan Elazığ'a çıkan Ahmet Albay'ın ve ailesinin, özellikle Zikzak Sokak’a taşınmaları romanın ana eksenini oluşturuyor.
“Zikzak Sokak, Birinci Harput Caddesinin soldan ikinci sokağıydı. Yedi metre enindeki bu sokak, gerçekten adı gibi zikzaktı, ama çıkmaz değildi. Caddeden girilince, sokak önce sola, sonra sağa açılır ve yaklaşık yüz metre sonra tekrar sağa dönerek Yeni Caminin köşesinden Pertek Caddesi’ne bağlanırdı. Zikzak Sokak’taki evlerin her malzemesi insan elinden çıkmış ve sanki insani ruh verilmişti. Hiçbir malzemesi fabrika işi değildi. Duvarları kesme taştan, kapıları masif ağaçtandı. Kapı tokmakları ve kilitleri bile el yapımıydı.”
Burada samimi insanların, tüm insanlığa örnek olabilecek saygı, sevgi ve hoşgörü kavramları, yaşayış biçimleri, yazarın etkileyici anlatımıyla gözler önüne seriliyor. Bu aktarım, aynı zamanda çocukluğumuzda izlediğimiz o sıcak sokak dizilerinin naifliğini de taşıyor. Ahmet Albay'ın çocuklarının Elazığ'da şekillenen karakterleri, onların tüm yaşamlarını olumlu yönde etkiliyor.
“Acı-tatlı birçok şey öğrendim. O güzelim çıkmalı, cumbalı evler, korunmaya alınması gerekirken çarpık şehirleşmenin kurbanı olmuş. Çocukluk yıllarımın unutulmaz mekânı, mahallenin güzelim kesiti yıkılmış ve yok edilmiş içinde kocaman bir tarih taşıyan sırf el yapımı evlerin arsası dolmuş durağı olmuş meğer. Şimdi durakta dolmuş bekleyen insanlar, bir zamanlar bu mekânda yaşayan güzelim insanları ve hatıralarını nereden bilecekler. Hayat ne kadar acımasız sürüp gidiyor.
Zikzak sokak, her şeyi ile insandı ve havası bile insan kokardı. Bayram ve kandil günlerinde sokak baştan ayağa yıkanırdı. Her komşu kendi kapısının önünü süpürür ve yıkama suyuna suyu katılırdı. Şimdi gül kokan sokak ve sokak sakinleri başka bir âlemin sakinleri oldular. Eminim ki, cennetteki evleri ve sokakları da öyledir. Hâlâ rüyalarımı süsleyen o küçük sokağın çiçekleri, olan çocukları büyümüş ve Türkiye’nin dört bucağına yayılmışlar. Hatırladıkça içim acır...”
Roman hakkında söylenecek çok şey var; unutmayın, hiçbir eser mükemmel değildir. Ancak benim de benimsediğim düstur şudur ki, dışarıda kötülük kol geziyor olabilir, önemli olan içimizde ve dışımızda iyiyi ve güzeli aramaktır. Buna en iyi örneği romandan bir alıntı ile verebilirim. “Bak Mustafa ne kadar iyi bir mühendis olursan ol, eğer bir güzel sanatla meşgul olmazsan, hayatın tek düze ve çok renksiz geçer. Bir güzel sanatı, kendine hobi edinmezsen hayatı yine yaşarsın ama sadece zaman öldürürsün. Hani bizim orada bir söz vardır; ‘ot geldi, palak gitti’ diye. İşte bu hayatta ot gelip, palak gitmemek için mesleğinin yanında bir güzel sanatı daha sevecek ve öyle yaşayacaksın. Bu sanatlar, musiki veya resim olabilir. Örneğin ben, musiki ile meşgul oluyorum. Bilhassa Harput musikisiyle ilgileniyorum. Harput türküleri söylüyorum. Harput musikisi çok köklü bir musikidir. Şarkıları gönüllere şifa, ruhlara devadır…”
Bu romanı eleştirecek bir nokta bulamadım kendimde. Umarım hayatımız kötülüklerden uzak, iyiliği aramakla geçer. İşte bu soğuk günlerde, "Zikzak Sokak" gibi bir romanı okuyarak gönlünüzü ısıtabilir ve hayatınızı daha anlamlı kılacak değerlere sahip olabilirsiniz. Zekeriya Bican'ın kaleminden çıkan bu sıcak ve samimi hikâye, Elazığ'ın ruhunu ve insani değerleri en güzel şekilde yansıtarak okuyucunun kalbinde kalıcı bir iz bırakıyor. Tıpkı Zekeriya Bican'ın "Sekizinci Şehir"in yazarı olarak anılması gibi, "Zikzak Sokak" da onun edebiyat dünyasında ayrıcalıklı bir yere sahip olmasını sağlayacaktır. Son olarak romandaki şahsiyetlerden hayatta olanlarına hayırlı uzun ömürler dilerim, vefat edenlere ise Allah'tan rahmet diliyorum.