Selim Şengül

Gölge Arayışında Bir Şehir Hikâyesi

Selim Şengül

Gölgelenecek yer aramak bu zamanda. Gölgelenmek, deyince akla ilk gelen, bir çınarın altında gölgelendik, demektir. Gölge; bir yolculuğun, bir yaşayışın durağıdır, diyebiliriz. Yaşam gayreti, hayreti ve zorluğuyla tam gaz devam ediyor. Bu zorluklar devam ederken siz hiç gölgelenecek yer aradınız mı?

Gittiğimiz her şehrin bir kültürü, bir yaşayış tarzı vardır. Şehirlere yaklaştığımız vakit karşımıza uzun uzun binalar çıkar bir sur gibi, biz en iyisi ‘engel’ diyelim. Evet, engel. Şehirleşme çok katlı binalardan oluşmamalı. Çok katlı binalar bizden değil. Bir de bu yapılar çürük oldu mu, ardı sıra kesilmeyen felaketler topluluğu. Gölgenin arandığı dönemlerden biri de deprem süreci olmadı mı?

Her ne kadar şehirlerde bahsettiğim durum söz konusu olsa da. Neyse ki bedeni veya ruhu dinlendirebilme alanları da zaman zaman mevcut olabiliyor. Bedeni ihtiyaçların karşılandığı mekânlar, her şehrin merkezinde bulunabilecek AVM'ler, kapalı çarşılar, caddeler. Derler ya, şehrin kalbinin attığı yer.

Bu zamanda ruhu dinlendirmek kimsenin aklına gelir mi? Tüketim çılgınlığına düşmüş bir toplum ile karşı karşıyayız. Kurtulmak isteyenlere tavsiyem, ruhunuzu dinlendirecek bir gölge arayın.

Görünen o ki gönül sokaklarında, gezmek isteyen pek yok. Bu sokaklar küçüktür etkisi ise bir şehrin kültür birikimi kadar büyüktür. Gönlünüz için istediklerinizi bu sokaklarda bulabilirsiniz. İnsanları ile tanışmak, konuşmak huzur verir. Binalar birbirinin ışığını engellemez. Girmezler birbirlerinin hakkına. Kelimeler şenlenir burada. Konuşanların huzurunda damaklar tatlanır çayın yudumuyla.

Eskiler Hz. Üzeyr'e ithafen; “Üzeyr’in ülkesi”, derlermiş. Benim gözümde de Battalgazi’nin Diyarı Malatya. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde anlattı. Yolum Eskişehir Seyitgazi ilçesinde Battalgazi türbesine uzandı. Anlatılanlar kulağımızda bir hikâye olarak kalmasın diye. Burada anlatılmak istenen manevi değerlerin peşinden koşulmalı,  şehirleri medeniyet yapan faktörler yok sayılmamalı.

Bu kısa bilgiden sonra biz dönelim sokağımıza, toplumun kalbi asıl buralarda atmalı. Sokağa ilk girişte huzurun esintisi yüzünüze eser. Sokağı adımlamaya başlayınca ışık huzmeleri gözlerinize çarpar. Bir sır perdesi aralanır. İkindi vakitleri sokağa girdiğinizde; sağınızda güneş, solunuzda müze, karşınızda bir kitabevi ile karşı karşıya bulursunuz kendinizi. Bu müzeye girdiğinizde, görevli arkadaşlar beklerler bir misafiri bekler gibi. Anlatmaya başlarlar Fotoğraf Makinesi Müzesi’ni.
“Müze, 2017 yılında kurulmuş olup ülkenin en büyük fotoğraf makinesi müzesi kendi alanında Asya ve Avrupa’nın en büyük Fotoğraf Makinesi Müzesi olup, koleksiyon büyüklüğü açısından dünyada üçüncü sırada yer almaktadır. Müzede, 1876 yılından bugüne 44 farklı segmentte casus kameralar da dahil olmak üzere 2.023 kamera, 55 farklı segmentte 3.600'ün üzerinde aksesuar, sinema ve projeksiyon odası, karanlık oda, iç ve dış mekan çekimleri için iki adet hatıra çekim köşesi yer almaktadır. Müze içerisinde fotoğrafçılık alanında fotoğraf kütüphanesi, fotoğraf makinesi, tamir atölyesi, işlevsel karanlık oda bölümü ve sinema solonu yer almaktadır. Fotoğraf Makinesi Müzesi’nde teknik personel ve müze sorumlusu İrfan Tunay tarafından yaklaşık 8 yıldır ücretsiz bir şekilde fotoğraf makinesi, radyo, plak çalar, daktilo tamiri atölye kısmında yapılmaktadır. Bu hizmeti Malatya Büyükşehir Belediyesi Kültür Sosyal İşler Dairesi bünyesi’nde bulunan Fotoğraf Makinesi Müzesi’nde hizmet vermektedir.”

Müze size anlatılmaya başlandığında hayretler içinde dinlersiniz. Fotoğrafın keşfinden tutun da fotoğrafın insanlar ve devletler aracılığıyla ne için kullanıldığını gördüğünüzde, günümüzün insanı, fotoğrafın sadece telefonda çekilen bir şey olmadığını daha iyi anlayacaktır. Bana anlatıldığında aklımda kalan ölü fotoğrafçılığı, casus fotoğrafçılığı, güvercinlerin fotoğraf konusunda nasıl kullanıldığını sizde gidip öğrendiğinizde şaşıracaksınız.

Hayretler içerisinde Müze’yi gezdikten sonra ardından Fidan Kitabevi karşılayacak sizi. Tam bir kitap medeniyeti, kültür deposu, arayacağınız kitaplar arasında kaybolurken, arka fondan gelen müzik sesi dinlendirir kulaklarınızı. Çevirdiğiniz her bir sayfa size ilham ve bilgi kaynağı olarak geri dönecektir. Nitekim bana ilham verdiğini söylemeden geçemeyeceğim. Bu kısa yazının yazılmasına vesile oldu.

Günler karardı mı? Sanat Sokağında ışıklar saçaklanır, Fotoğraf Makinesi Müzesi’nde. Zaman fotoğrafların oluşumu değil midir? Sanat Sokağında sen, ben, biz neyiz ki? Birer oluşum değil miyiz? Bu zamanda.

Sanat sokağında, zamanın akışına karşı direnen meslekler vardır, adeta birer akıntıya karşı yüzmek gibidir. Bu mesleklerden biri de Şam çeliği (Damascus) tekniğinin Türkiye’deki son temsilcisi Yusuf Bayyiğit'tir. Değişen toplumun değişen meslekleri arasında, hem sanat hem de zanâat olan bu geleneği yaşatan Bayyiğit'i, yılın son ayının ilk gününde ziyaret etme fırsatı buldum. Kendisiyle yaptığım kısa sohbette, bu özel zanâat hakkında bilgi edinme şansı yakaladım.

Ayrıca “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen "Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülleri ve Yaşayan İnsan Hazineleri Ödül Töreninde” büyük bir onura layık görüldü. Kısaca söylemek gerekirse, Sanat Sokağı, toplum için faydalı işlere kafa yoran herkesin bir araya geldiği, sıcak bir yuva. Bu yuvanın gölgesinde dinlenmek herkesin hakkı. Tek yapmanız gereken bunun farkına varmaktır. Son olarak dileğim yetkililerin Elazığ için de bir ‘Sanat Sokağı’ fikrini hayata geçirmeleri.
 

Yazarın Diğer Yazıları