Bu kavramı çok seviyorum. Geçmişte kullanılmış. Bir kez daha bir yazıda yer almasının tam zamanı değil mi?
Önce bu kavramın hikayesine bakalım. İletişim kuramlarının tanıdık isimlerinden Frankurt Okulu’nun temsilcilerinden biri olan Felsefe Profesörü Theodor W. Adorno, normalde desteklemesi gereken öğrenci eylemlerine karşı sert bir tutum almaktaydı. Hatta bazı kaynaklara göre öğrencilerin protestolarına daha fazla tahammül edemeyen Adorno, polis çağırma girişiminde bile bulunmuştu.
Adorno’nun bu tutumuna karşı, Almanya'nın Frankfurt şehrinde, 1960'ların sonlarında, birkaç öğrencinin üniversiteyi işgal ederek göğüslerini açtıkları da iddia edilir. Bu eylem, sadece fiziksel bir gösteri değil, aynı zamanda kamusal alanın doğuşunun simgesiydi. Çünkü Adorno’nun öğrencisi Jürgen Habermas, hocasının aksine daha yapıcı bir tutumdaydı. Bu tür eylemleri kamusal alanın oluşumunun bir parçası olarak değerlendirirdi. Yine de yapılanları tasvip etmezdi. Hatta bir dersinde bunu yapan öğrencileri “Solcu Faşistler” olarak nitelemişti.
Türkiye’de muhalefetin en güçlü partisi konumunda bulunan CHP’de işler iyi gitmiyor. Hem kendi içinde yaşadığı ayrışma hem de her geçen gün bir yeni yolsuzluk ve usulsüzlüğe dair operasyon durumun vahametini gözler önüne seriyor. Bu durum CHP’yi her geçen gün biraz daha sertleştirirken daha fazla hata yapan bir kurum konumuna getiriyor. Kuruma bağlı şahıslar da bu ruh halinden uzakta değiller.
Bugün Türkiye'de muhalefet medyasının durumu da kötüye gidiyor. Habermas'ın ideal kamusal alan anlayışından oldukça uzak, “Solcu Faşistler” kavramına çok yakın bir noktada. Muhalif medya kendi mahallesinde olanları görmezden geliyor. CHP’nin bulunduğu “karanlık oda” onlar için görünmez bir konumda. her geçen gün daha sertleşen bir söylemle, halkın güvenini kaybetmeye devam ediyor. Eleştiri ve sorgulama yerine, körü körüne savunma ve ideolojik bir duruş sergileniyor. Bu durum, medyanın tarafsızlık ilkesini zedeliyor ve halkın doğru bilgiye ulaşma hakkını da ihlal ediyor.
Muhalefetin mevcut tutumu, kamusal alanın çöküşüne neden oluyor. Eleştiri ve sorgulama yerine, ideolojik bir körlükle hareket etmek, halkın doğru bilgiye ulaşma hakkını ihlal ediyor. Bu durum, medyanın toplumdaki rolünü zedeliyor ve demokratik değerlerle çelişiyor. Normalde kamusal alana bağlı olma, daha da geliştirme rolünü üstlenmesi gereken muhalefet bu rolden çok ama çok uzakta.
Kendi mahallesini toparlamak, yeniden güçlü bir hale getirmek ve çürüklerden arındırmak için muhalefet medyasının öncelikle kendi hatalarını kabul etmesi ve tarafsızlık ilkesine sadık kalması gerekiyor. Eleştiri ve sorgulama, demokratik bir toplumun temel taşlarıdır ve bu değerler yeniden hayata geçirilmelidir. Ancak bu şekilde, halkın güveni kazanılabilir ve kamusal alan yeniden işler hale getirilebilir.
Yoksa her geçen gün biraz daha erimeye, daha fazla hata yapmaya ve güven kaybederek gözden düşmeye devam edecekler…