Geçtiğimiz günlerde kaleme aldığım köşe yazısında, “kurumsal gazeteciliğin düşüşü” meselesini ele almıştım. Şimdi ise TÜİK’in “Süreli Yayın İstatistikleri 2024” verileriyle bu çöküş sürecine dair niceliksel bir tablo ile yüzleştik. Bu resmi veriler, basılı gazetelerin yalnızca tiraj kaybetmediğini; aynı zamanda sayısal olarak da ciddi bir azalım içinde olduğunu gösteriyor.
Bugün yayınlanan verilerle, 2024 yılında resmi ilan yayımlayan gazete sayısının bir önceki yıla göre %11,9 azalarak 753 olduğunu öğrendik. Yıllardır devam eden düşüş eğilimi devam ediyor. TÜİK’in açıkladığı verilerde şu bilgiler yer alıyor:
“Bu yayınların %95,9'unu yerel, %3,1'ini yaygın (ulusal), %1,1'ini ise bölgesel yayınlar oluşturdu. Ülkemizde 2024 yılında resmi ilan yayımlayan gazetelerin yıllık toplam tirajı ise 2023 yılına göre %27,5 azalarak 462 milyon 707 bin 383 olup, tirajın %80,1'ini yaygın (ulusal) gazeteler oluşturdu.”
Yerel yayınların oransal fazlalığı yanında ulusal yayınlara göre tirajlarının vahim bir halde olması, toplam tirajların da ciddi bir şekilde düşmeye devam etmesi harika bir filmin son sahnesine geldiğimize işaret ediyor. Yazının sonunda da tartışacağımız gibi bu veriler, yeni bir dönemin inşa sürecini bugünden başlatmamız gerektiğini net bir şekilde gösteriyor.
Özellikle yerel gazetelerin, uzun zamandır ekonomik ve yapısal zorluklarla karşı karşıya olduğu somut şekilde ortaya çıkıyor. Kâğıt, baskı ve dağıtım maliyetlerinin artışı, ilan gelirlerinin dijitale kayışı ve algoritmaların şekillendirdiği dijital habercilik, bu düşüşün temel itici güçleri.
2025 Reuters Dijital Haber Raporu da bu dönüşümün küresel ölçekteki izdüşümlerini ortaya koyuyor. Rapora göre Türkiye’de haber tüketen kullanıcıların %68’i haber başlıklarını ilk defa sosyal medya akışlarında görüyor. Basılı mecralar, yalnızca haber kaynağı olarak değil, gündelik ritüelin bir parçası olma özelliğini de hızla yitiriyor.
Peki gazeteler neden bu kadar hızlı kan kaybediyor?
Öncelikli birkaç faktör açıkça öne çıkıyor. Birincisi, dijitalleşmenin getirdiği hız ve erişilebilirlik avantajı. Bugün bir haberin dijitalde yayına girmesi, basılı yayından saatler hatta günler önce gerçekleşiyor. İkincisi, reklam verenlerin medya planlamalarını neredeyse tamamen dijital mecralara kaydırması. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, okuma alışkanlıklarının köklü biçimde değişmesi. Genç kuşak, haberle ilk temasını gazete sayfalarından değil, algoritmaların şekillendirdiği sosyal medya akışlarından kuruyor.
Bu tabloya bir de ekonomik sürdürülebilirlik sorunlarını eklemek gerekiyor. Kağıt ve baskı maliyetleri döviz kurlarına bağlı olarak yükselirken, gelir artışı ters yönde ilerliyor. Bu durum, basılı gazetelerin yalnızca içerik üretiminde değil, dağıtım ve lojistik alanında da krizin derinleşmesine neden oluyor.
Hem Reuters hem de TÜİK verileri bize bugün yoğun bakımda olan bir hastanın artık son vakitlerine geldiğimiz bir noktayı anlatıyor. Bugün olmasa da bir gün karar vereceğiz ve o fişi çekeceğiz. Ayrılık elbet kolay olmayacak. Unutmak, alışmak ve yeni düzeni inşa etmek de bir o kadar sancılı olacak.
Ancak asıl kritik eşik, bu gazetelerin birer birer kapanması değil, kapanmaların sessizce normalleşmesidir. Bugün küçülmeyi olağanlaştırıyoruz. Yarın bir sabah kalktığımızda onlarca gazete birden ortadan kalktığında, bunun toplumsal sonuçlarını konuşacak bir alan dahi kalmayabilir.
Bu nedenle şu soruları bugünden masaya yatırmak zorundayız: Bu mecralar yok olduğunda gazetecilik istihdamı nasıl etkilenecek? Basılı dağıtım ve matbaa sektöründe çalışan binlerce insan nereye savrulacak? Yerel ölçekte gazetelerin kamusal belleği taşıma işlevini kim üstlenecek?
Bir gün bu gazeteler tarihe karışacak. Bu artık bir varsayım değil, verilerin apaçık söylediği bir öngörü. Ancak biz hâlâ bu yok oluşun anlamını, etkilerini, alternatiflerini konuşmak yerine gündelik kriz yangınlarıyla meşgul olmayı sürdürüyoruz.
O yüzden gelin, bu konuyu bugünden tartışalım. Şimdiden düşünelim, planlayalım, alternatif modeller üretelim. Bu dönüşümün yalnızca bir mecra kaybı değil, aynı zamanda bir toplumsal hafıza erozyonu olduğunu görmek zorundayız. Bir sabah panikle “Ne yapacağız?” sorusunu sormak, bugünden konuşmamak kadar büyük bir hata olur. Çünkü gazeteler yok olduğunda kaybolacak olan yalnızca mürekkep kokusu veya tiraj rakamları değil; yıllardır bu meslekten geçimini sağlayan editörler, matbaa işçileri, dağıtım emekçileri, reklam temsilcileri ve daha niceleri de bu sessiz çöküşün mağduru olacak.
Olası senaryoları bugünden öngörmek, istihdam kayıplarını nasıl telafi edeceğimizi, bilgi üretimini ve doğrulama süreçlerini hangi yapılarla sürdüreceğimizi bugünden tartışmak zorundayız. Aksi takdirde, bir sabah kapımıza gelen gazetenin artık hiç gelmeyeceğini fark ettiğimizde, sadece gazeteciliğin değil, kamusal sorumluluk duygusunun da büyük bir boşluğa düştüğünü göreceğiz.
Bu yüzden bugün susmak yerine, birlikte düşünmeli, birlikte tartışmalı ve bu kaçınılmaz dönüşümün yükünü paylaşmanın yollarını aramalıyız.