Ömer Enes YILAR

Küresel medyadan algoritmik ambargo ve dijital sansür

Ömer Enes YILAR

Aktivizm, sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte günümüz dünyasında en çok konuşulan kavramlardan biri haline geldi. Bu kavram, dijital çağda kazandığı yeni anlamlarla birlikte sayısız akademik çalışmaya da konu olmaya devam ediyor.

Modern toplumsal hareketlerin anlaşılmasında kilit bir yere sahip olan aktivizm, bu alandaki öncü isimlerden Charles Tilly tarafından bireylerin veya grupların mevcut siyasal, toplumsal ya da ekonomik düzeni etkilemek, dönüştürmek ya da korumak amacıyla yürüttükleri kolektif eylemler bütünü olarak tanımlanır (Tilly, Social Movements, 1768–2004, 2004).

Bu tanımın ışığında, dijital çağın sunduğu olanaklarla aktivizmin çok daha etkili bir kavrama dönüştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunu destekleyen pek çok akademik çalışma bulunmakla birlikte, bazı tarihsel örnekler bu durumu anlamamız açısından son derece öğretici.

Örneğin “Arap Baharı” olarak adlandırılan ve birçok ülkeyi derinden sarsan toplumsal hareketler, sosyal medyanın siyasal dönüşümdeki gücünü açıkça ortaya koymuştur. Henüz yeni bir iletişim alanı olmasına rağmen sosyal medya, geniş kitleleri ortak bir amaç etrafında birleştirmiş ve uzun yıllar değişmeyen iktidarların birbiri ardına sarsılmasına zemin hazırlamıştır.

Benzer biçimde, ülkemizde yaşanan Gezi Parkı olayları, sosyal medyanın toplumsal olayları nasıl karmaşık hale getirebildiğine dair çarpıcı bir örnektir. Başlangıçta çevre duyarlılığına dayalı bir aktivist hareket olarak doğan bu süreç, manipülasyon ve dezenformasyonun etkisiyle bambaşka bir mecraya taşınmıştır.

Dolayısıyla aktivizm, bir yandan dijital medyanın sağladığı imkanlarla Tilly’nin çizdiği çerçeveye uygun biçimde daha etkin ve faydalı bir araç haline gelirken; diğer yandan aynı dijital alan, manipülasyonun ve yönlendirilmiş bilginin en güçlü biçimde üretildiği bir zemine dönüşmüştür.

Bu noktada asıl tehlike, küresel medya şirketlerinin elinde bulundurduğu algoritmik güçtür. Çünkü bu güç, hangi bilginin görünür olacağını, hangi sesin susturulacağını belirleme kapasitesine sahiptir. Bu durum, yalnızca Türkiye için değil, dünyanın birçok ülkesi için ortak bir tehdittir.

Nitekim küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi, insanlığın ortak bir sorunu etrafında gelişen aktivist hareketlerde sosyal medya platformlarının desteği dikkat çekicidir. Çünkü bu mesele, küresel şirketlerin de “meşru” gördüğü bir sorun alanıdır. Fakat mesele, şirketlerin politik çıkarlarıyla örtüşmediğinde tablo hızla değişmektedir.

Tam da bu noktada akıllara şu soru geliyor:
Küresel medya devleri, çıkarlarına ters düşen bir konuda da aynı özgürlükçü tavrı sergiler miydi? Yoksa bu kez algoritmik ambargo ve dijital sansür devreye mi girerdi?
Bu soruların cevabını bugün Gazze meselesinde net biçimde görüyoruz. Başta META olmak üzere küresel medya şirketleri, açık bir insanlık dramı karşısında mağduru değil, güç sahibini koruyan bir pozisyona yerleşmiş durumda. Gazze’de yaşanan zulme dikkat çeken, mazlumların sesini duyurmaya çalışan her dijital girişim, “topluluk kurallarına aykırı” denilerek bastırılıyor; aktivizm dijital olarak sansürleniyor.

Bu tablo, sadece Gazze için değil, gelecekte yaşanacak tüm insani krizler için de büyük bir uyarı niteliğinde. Çünkü bugün sessiz kalınan her dijital sansür, yarının gerçeklerine yön verecek bilgi akışını belirli ellerin kontrolüne bırakmak anlamına geliyor.

Bugün nasıl ki Türkiye, savunma sanayisinde attığı yerli ve milli adımlarla kendi kaderini belirleme gücünü kazanmışsa; aynı kararlılığı dijital medya alanında da göstermelidir. Küresel medya devlerinin uyguladığı algoritmik sansür ve bilgi tekelleşmesi, artık sadece iletişim değil, ulusal güvenlik meselesidir. Bu nedenle Türkiye’nin, kendi dijital iletişim altyapısını güçlendirecek, küresel medya bağımlılığını azaltacak bir “Milli Dijital Medya Hamlesi” başlatması kaçınılmazdır.

İletişim Başkanlığı’nın kurulması, önemli bir adım olsa da artık daha kapsamlı bir yapılanmaya ihtiyaç var. Bu alanda doğrudan dijital medya, veri güvenliği ve içerik politikalarına odaklanacak bağımsız bir bakanlık ya da genel müdürlük kurulması; ülkemizin bilgi egemenliğini koruma yolunda stratejik bir gereklilik haline gelmiştir.
Türkiye, dijital çağın pasif izleyicisi değil; kendi dijital kaderini tayin eden aktif bir aktörü olmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları