Mustafa Uç

Bir kare bin anlatım

Mustafa Uç

Telefon mu, Fotoğraf Makinesi mi?

Küçük Mercek, Büyük Hikâye: Telefon ve Fotoğraf Makinesi Arasındaki Görünmeyen Farklar

Kıymetli Hakimiyet Gazetesi okuyucuları ve fotoğraf severler,

Her gün elimizde bir mercek var.
Bazen cebimizden çıkardığımız bir telefon, bazen de boynumuza astığımız bir fotoğraf makinesi…
İkisi de bize zamanı durdurma gücü veriyor. Bir bakıma, anı “yakalamanın” değil, onu “korumanın” bir yolu fotoğraf.

Ama gelin bugün biraz durup düşünelim:
Telefonla çekilen bir kare ile fotoğraf makinesiyle çekilen bir kare arasındaki fark, gerçekten sadece teknik mi?
Yoksa her birinin kendine has bir “ruhu” mu var?

Telefonun Gücü Cebindeki Zaman Makinesi

Artık hepimiz birer fotoğrafçıyız, farkında olmasak da.
Gün batarken gökyüzüne uzanan bir telefon, sabah kahvesinin buharını yakalayan bir kare…
İşte telefon fotoğrafçılığının en güzel yanı bu: “anlık” olması.

Hiç hazırlık gerekmez, lens çantası, tripod derdi yok.
Bir çocuğun gülüşünü, bir sokak kedisinin meraklı bakışını ya da yağmur damlalarının cama vuruşunu, sadece birkaç saniyede ölümsüzleştirebilirsin.
O anda ışık kötü olsa bile, telefon hemen devreye girer; yapay zekâ, HDR, gece modu... Hepsi senin yerine düşünür.
Sen sadece “çek” dersin.

Ama belki de telefonun en güzel tarafı, hayata daha yakın olmasıdır.
O anı süslemez, sade gösterir. Bir annenin yüzündeki kırışıklar, bir çocuğun ellerindeki boya izleri... Hepsi olduğu gibi kalır.

Fotoğraf Makinesinin Büyüsü: Işığın Kalbine Yolculuk

Gelelim fotoğraf makinelerine...
O büyük merceğin arkasında başka bir dünya vardır.
Bir makineyi eline aldığında, aslında ışıkla konuşmaya başlarsın.
Diyaframı kısarsın, perde hızını düşürürsün, ISO’yu ayarlarsın…
Yani her karede senin imzan vardır.

Makineyle çekilen bir karede “emek” duygusu vardır.
Bir kuşun kanat çırpışını dondurmak, bir deniz kıyısında dalgaların ipeksi görünmesini sağlamak... Bunlar sabır ister, bilgi ister.
Ama o kareye baktığında sadece bir görüntü değil, bir “hikâye” görürsün.

Büyük mercek ışığı daha fazla toplar, derinliği artırır, ayrıntıları öne çıkarır.
Bir portrede göz bebeklerindeki parıltıyı, bir manzarada sisin içinde kaybolan dağları...
İşte bu yüzden, makineyle çekilen bir kare, bazen sessiz ama çok şey anlatır.


Küçük Mercek mi, Büyük Mercek mi?

Telefonun merceği küçük, ama bazen büyük duygular sığar o küçücük cama.
Elazığspor’un bir maçında, tribünlerdeki o coşku anını düşünün…

Bir gol geldiğinde, herkesin elinde bir telefon havaya kalkar. O anda yakalanan kareler belki biraz bulanıktır ama içindeki sevinç, o karedeki hareket, samimiyet… İşte onu hiçbir teknoloji tam anlamıyla ölçemez. Ya da bir çocuk doğduğu gün, babasının ilk fotoğrafı telefondan çıkar.
Bir düğünde, bir arkadaşın gülümsemesi... Hepsi o an, o küçük mercekten geçer.

Fotoğraf makinesi ise sabır ister, dikkat ister.
Bir dağ başına çıkarsın, gün doğumunu beklersin.
Soğuk havada ellerin donar ama o ilk ışığın gökyüzünü boyadığı o an, her şeye değerdir.

Kısacası biri anı yakalar, diğeri anı anlatır.
Telefon hızlıdır, makine derindir.
Ama her ikisi de aynı şeyi yapar: insanı duygusuyla yakalar.

Biraz da Ruhun Kadrajı

Fotoğraf çekmek, sadece “görmek” değildir.
Fotoğraf, bir bakıma hissetmenin başka bir dilidir.
Telefonun kamerası da, fotoğraf makinesi de sadece araçtır.
Gerçek fotoğrafı çeken, göz değil; kalptir.

Bir vapurun arkasında köpüren sular, bir yaşlının bastonuna yaslanışı, bir çocuğun balona uzanan eli…
Eğer o karede duygu varsa, ışıkla birlikte his de varsa, işte o zaman fotoğraf sanat olur.

Son olarak, Hangisini Tutarsan Tut, Gönlünü Kadraja Al

Kıymetli okuyucular,
Bugün teknoloji her şeyi kolaylaştırdı. Ama kolaylık, duyguyu azaltmamalı.
İster telefonla çek, ister profesyonel makineyle…
Asıl mesele, karenin içindeki “yaşam”dır.
Işığı gören göz değil, o ışığın ardındaki anlamı gören yürektir.

Bir sonraki köşe yazımda buluşmak dileğiyle...

Sağlıkla, sevgiyle kalın.

Yazarın Diğer Yazıları