Mustafa Demirbağ

Yeni nesil bağımlılık

Mustafa Demirbağ

Başlığı görür görmez birçoğunuzun aklına teknoloji bağımlılığının geldiğini biliyorum. Böyle düşünmekte de oldukça haklısınız. Gerçekten de bu olgunun derinlemesine incelenerek buna karşı çözüm stratejileri geliştirilmesi elzem olmuştur. Ancak yazıma konu olan husus teknoloji bağımlılığı değil. Bence var olan ama henüz literatürde tam karşılığı olmayan yeni bir tür bağımlılıktan bahsetmek istiyorum.

Haydi başlayalım:

İşimiz gereği her gün birçok insanla muhatap oluyoruz. Bunun yansıması olarak ortaya çıkan bu geniş yelpaze içinde, farklı bölgelerde ve farklı kültürlerde yetişmiş insanları karşılaştırıp daha rahat analiz etme fırsatımız oluyor. Birçok araştırmacı da böyle düşünüyor olacak ki okullardaki bu çeşitlilik birçok yüksek lisans, doktora tezlerine veya diğer bilimsel makalelere en uygun çalışma ortamı olarak görülmektedir. Fakat hiçbir çalışmanın, içinde yaşayanların deneyimleri ve gözlemleri kadar etkili olamayacağı da aşikârdır.

İşte bu gözlem ve deneyimlerimiz neticesinde yepyeni iki tür bağımlılığın giderek yaygınlaştığını görmekteyiz. Bunlardan birincisi “ebeveyn bağımlılığı” olarak karşımıza çıkıyor. Her eğitim öğretim yılı başında ailesine bağımlı öğrenci sayısında ciddi bir artış görmekteyiz. Yemeğini kendi başına yiyemeyen, ayakkabısını giyemeyen, kişisel bakımını kendi başına yapamayan, çantasını bırakalım da beslenme çantasını veya suluğunu bile kendi başına taşıyamayan, eşyalarına sahip çıkamayan hatta varlığını bile unutan çocuklarımız giderek çoğalmaktadır. Bunların yanı sıra kendi anne babasının dışındaki sesli komutları ve direktifleri duymayan ve hiç kendisine mal etmeyen öğrenci sayısında da artış gözlemlenmektedir. Bu da çocuklarımızın tek odağa mahkûm edildiğine dair verilebilecek en güzel örneklerden biridir.

Gelelim ikinci bağımlığımıza. Zaten bunlar iç içe geçmiş durumdadır. Aileler tarafından kazan-kazan ilişkisi gibi algılanmasına rağmen, birlikte kaybettikleri, bağımlılık sarmalının asıl kaynağı birazdan dilim döndüğünce anlatacaklarımdır. Sanırım, tahmin edenleriniz olmuştur. Bu bağımlılık; çocuklarımızın zihinsel, bedensel ve ruhsal gelişimine olumsuz etki eden, anne-babaların iyilik zannettikleri, fakat iyi sonuçlar doğurmadığının farkında bile olmadıkları “çocuk bağımlığından” başka bir şey değildir.

Kentleşmenin yoğunluğu, güvenlik kaygıları, maddi yetersizlikler, topluma olan güvenin kaybolması vs. vs. gibi var olan sorunlar olmasına rağmen bu bağımlılığın oluşmasına mazeret olarak asla ve asla kabul edilemez. Yeni nesil anne ve babalar önce kendilerini ve buna bağlı olarak da çocuklarını yalnızlaştırmaktadırlar. Uydurulmuş bahanelerle, kendilerini; yakın ve uzak akrabalarından, komşularından, iş arkadaşlarından sistematik olarak uzaklaştırdıkları için tek bir mutluluk sebebine sarılmaktadırlar. O da çocuklarından başkası değildir. Kendileri uzaklaşırken çocuklarını da buna mahkûm etmektedirler. Çünkü kadim bir topluluk olan Türk Milletinin en büyük gücü ve mutluluğu kendimizden uzaklaştırdığımız yakınlarımızdır. Bu tercihli yalnızlaşma, elde kalan tek şey olan çocuklarımıza bağımlı bir hale geliş olarak karşımıza çıkıyor. Elbette çocuklar yeteri kadar, hatta fazlası ile mutluluk sebebidir. Ona söylenecek bir lafımız yok. Ancak bu tek odak haline getirdiğimiz çocuklarımızı ve bizleri, etrafımızdaki diğer çocukların ve süren hayat dinamiklerinin varlığından uzaklaştırmaktadır. Bu da hem bizi çocuğumuza hem de çocuğumuzu bizlere aşırı bağımlı hale getirmektedir. Diğer çocukların ve yakınlarımızın farkına varılmadan yaşanan bir dünya, çocuklarımızı bireyselleştirirken toplumsal uyum becerilerinin gelişmesine ve sağlıklı bir zihinsel alt yapı oluşturmalarına da mani olmaktadır.

Yaşanmış, basit, fakat anlamlı bir örnek vermek isterim. Geçtiğimiz günlerde, Milli Eğitim Bakanlığımızın uygulamaya koyduğu, “geleneksel çocuk oyunları” ile alakalı bir öğretmen arkadaşımızın “yakantop” gibi kadim olduğu kadar bir o kadar da basit olan bir oyunu oynattığı esnada, bazı öğrencilerin bu oyunu daha önce hiç oynamadığı görüldü. Kuralları hakkında ise hiçbir fikirleri olmadığına şahitlik edildi. Çocuklarla yapılan kısa mülakat neticesinde ise anne ve babaların çocuklarının akranlarıyla etkileşimde bulunabilmesi için ev dışına neredeyse hiç çıkarmadıkları anlaşıldı. Bakanlığımızın bu uygulamasının ne kadar isabetli olduğunu da bu vesile ile daha iyi idrak etmiş olduk. Oysaki belirli kurallara bağlı olarak oynanan her eğitici oyun, çocuklarımızın komutlara ve kurallara uymasına, disipline edilmesine yardımcı olur. Yazının başında atıfta bulunduğumuz teknoloji bağımlılığının da bir nebze önüne geçilmiş olur. Fakat bu sorunu ilk elden tespit edip tedbir alması gereken acaba Bakanlık mı olmalıydı? Ya da; uzaktan kumanda ile önce ruh sonra toplum huzuru nereye kadar iyileştirilebilir? Sorularının cevabı da bir muammadır. Konumuza dönecek olursak, ebeveynlerin aşırı korumacı olan bu tutumunu bağımlılıktan başka nasıl izah edebilirim doğrusu bilemiyorum. Ancak şunu biliyorum ki, yaşıtları ile etkileşime girmeyen bir çocuk eksik çocuktur. Bu tür çocuklarda toplumsal uyum becerilerinin gelişmesi, mutlu bir birey olması ise imkânsızdır.

Çok uzatınca yazıların okunmadığının farkındayım. Keşke öyle olmasaydı da içimizi biraz daha dökebilseydik. Artık şuna o kadar kaniyim ki, biz eğitimciler çocuklarda gördüğümüz bu duruma ailelerinden daha çok üzülüyoruz. Çünkü bizim gördüğümüzün onlar maalesef farkında bile değiller. Farkında olsaydılar elbet bizden daha çok üzülürlerdi. Neticede evlat

Çok geç olmadan demek isterdim ama diyemiyorum. O yüzden şöyle diyeyim: Daha fazla geç olmadan görüneni görmeye başlamamız gerek.

Yazarın Diğer Yazıları