Kuşlar ne güzel cıvıldaşıyor. Adeta aşk nağmeleri diziyorlar birbirilerine.
Yemyeşil çimenler sabah güneşi ile birlikte adeta yüzümüze gülüyorlar.
Sonsuz mavilikler içinden yüzümüze gülümseyen Güneş, ne de güzel ısıtıyor içimizi. Sadece ısıtıyor mu? Sabahları, bize karanlıktan merhaba diyerek aydınlatıyor dünyamızı.
Serin rüzgâr ne de güzel esiyor. Adeta tenimizi, saçlarımızı okşuyor. Titretiyor yemyeşil yaprakları, kurumuş otları. Sazın teline vuran bir ozan gibi değil mi? Sonra ince bir toz kaldırıyor topraktan savuruyor etrafa….
Gece karanlığında ay adeta pusulamız oluyor. Karanlıkta açan bir çiçek gibi gülüyor yüzümüze….
Yıldızlar bir nakış gibi süslüyor karanlık gökyüzünü.
Bembeyaz bulutlar gökyüzünde mavi tuvale çizilmiş bir resim gibi adeta.
Çisil çisil yağan yağmur, adeta bir daktiloda yazılan şiir mısraları gibi değiyor bedenimize.
Esen fırtına; bu öfken kime ve nedendir acep?
Kara bulutlar arasında oluşan şimşekler, adeta iki gladyatörün kılıçla çarpışmasını andırıyor. Bu öfkenin dışa vuruşumu şu gürleyen gök gürültüsü…
Çiçek özüne konan çalışkan arı, sadece bal için mi çalışır sanırsınız? Belki de yediğimiz her meyvede izleri vardır.
Eyyy başı dumanlı yüce dağ, kim bilir sinende hangi sırlar saklı, kimler saklı koyunda acaba…
Toprak altından yeryüzüne bakış atan çalışkan karıncalar sizde mi baharı bana müjdeliyorsunuz?
Ne güzeldir pencere önünde oturup yağan yağmuru, lapa lapa yağan karı izlemek. Hele hele yanan bir soba ve üzerinde demlenen bir demlik çayla birlikte olursa.
Baharla birlikte kırlarda, yamaçlarda açan rengârenk çiçekler sanki yere serilmiş bir gökkuşağı gibiydiler.
Kim demiş sonbahar hüzündür diye. Başka hangi mevsimde vardır o pastel güzellik?
Delişmen taylar toynaklarını vuruyorlar dörtnala. Dalgalanan yeleleri ile özgürlüğe doğru kanat çırpıyorlar sanki.
Uçsuz bucaksız derya, bir karar ver artık. Çarşaf gibi dingin olan mısın? Fırtınalar içinde kabaran, hırçın dalgaları ile bize meydan okuyan mısın?
Şimdi: Yukarıda yazdıklarımı, herhangi bir sıra gözetmeksizin, aklıma gelen ilk cümleleri kullanarak yazdım. Yazdıklarımın hepsi de güzel şeyler. Hepimizin istediği, kimi zaman da aklımızdan geçen durumlar, olaylar her neyse işte.
Yukarıda yazdıklarımın benim tarzım olmadığı hepinizin malumudur. Peki, neden böyle bir şey yazma ihtiyacı hissettim? Vaktiyle yapılmış iki eleştiri aklımda yer etmiştir. Biri çok değerli bir arkadaşımın yazılarımın duygusal olmadığı yönündeki eleştirisiydi ve onun için “Duygusal Bir Yazı” başlıklı yazımı yazmıştım. Tabi ne kadar duygusal oldu o da ayrı bir konu. Bir diğer eleştiride ise
yazımın altına yorum olarak yazılmış ve hiç tanımadığım bir okurumun, yazılarımın yine duygusuz ve aynı zamanda “moda mod” olduğu yönündeki yorumuydu. Umarım bu sefer duygusal olabilmişimdir. İnşallah moda mod da olmamıştır. Olmadıysa da yapacak bir şey yok.
Şimdi işin özüne geleyim. Ben bir roman ya da hikâye yazarı değilim. Eğer öyle olsaydım bu yazdıklarımı genişletip çok güzel betimlemeler yapabilirdim. O zaman hem duygusal olurdu hem de moda mod olmazdı. Ancak ben, tamamen hobi amaçlı köşe yazarlığı yapan biriyim. O yüzden elimden geldiği kadar bilgi dolu ya da farklı bakış açılarını içinde barındıran yazılar yazmaya çalışıyorum. Köşe yazılarının amacı da bu değil midir zaten. Sınırlı bir alanda, sınırlı bir konuya değinmek. Ancak atomu parçalamayı da vadetmiyoruz tabi ki. İstanbul’u da yeniden fethetmeyeceğiz. Hep benimki doğru demek de en büyük cahilliktir. Bizimki sadece şahsi fikrimizin beyanıdır. Elbette eleştirmek bir haktır. Eleştiri yapmayı bilmek ise bir zarurettir. Bilmediğini istemek ise ancak insanı gülünç duruma düşürür.
Şimdi sizlere soruyorum. Yukarıda yazdığım azıcık süslü cümleler, hangi sorunumuza çözüm sundu? Ya da hayatımıza dair nasıl bir perspektif kazandırdı? Bize bilmediğimiz neyi öğretti?
Hadi bakalım; yaz dedin, yazdım Abdurrahman Çavuş. Şimdi ne olacak onu da söyleyiver.