İnsan ne kadar uzun yaşarsa yaşasın ömür onun için hep kısadır. Çünkü geçmişi düşününce ne kadar kısa zaman dilimi içerdiğini sanırız. “Sanki dün gibi” başlar bazen söylemlerimiz. “Zaman ne çabuk geçiyor” diye de vahlanırız çoğu zaman. Yaşantımız boyunca kıymet verdiğimiz değerlilerimizi daha çok arzu ederiz. Gözlerimiz arar bir şekilde.
Peki, ahir ömrümüzde değerli kalabilen kaç kişi var hiç düşündük mü? Ya da kimler için değerli kalmaya devam etmişiz?
Bu konuyu şahsım adına düşünmek bu güne kısmetmiş meğer. Düşündüm ve tabloyu oldukça vahim buldum. Değer ve paye verdiğim ne kadar çok insan geçmiş hayatımdan ve geriye ne kadar azı kalmışmış meğer. Sonra öz eleştiri yapma ihtiyacı hissettim. Bilmeden yaptığım hatalar var mıydı? Bilerek kırdıklarımın gönlünü ne kadar alabilmişim? Çünkü bazen insan öfkesine hâkim olamayıp bile isteye de insanları kırabiliyor. Sonra bu zümreyi yani bilerek kırdıklarımı eledim. Çünkü birini bilerek kırmışsam zaten ne o benim için değerlidir, ne de ben onun için. Bilmeden kırdıklarımı ise zaten bilmiyorumdur. Bir gün yüzüme söylerlerse ve benim için değerli olduklarına kani olursam, mutlaka özür dilerim.
Kıymetli bir dostum vardı. Kızdığı zaman şöyle derdi: “Şimdi ben Yavuz mu olayım, yoksa Yunus mu?” bende tam olarak bu noktadayım. Gerek sosyal hayatımda, gerekse iş hayatımda çokça payelendirdiğim insanlardan, uzak yakın demeden hayatımda kalanlarla, diğerlerini düşündüm. Sonuç olarak “Yavuz” olmaya karar verdim.
Hiçbir zaman, birileri beni neden aramadı, neden sormadı diye dertlenen biri olmadım. Çünkü hayat gailesi herkesin omuzlarında büyük bir yük haline geldi. Kentleşme çoğaldı. Nüfus kalabalıklaştı. Büyük aileler yok oldu. Çekirdek aile içinde mikro bir hayat anlayışı hâkim oldu. Bu sebeptendir ki gerçekten yakınlar uzak oldu. Bu benim içinde geçerli. Ancak hasbelkader de olsa, planlı da olsa arkadaşımla karşılaştığımda ya da bir araya geldiğimde hiç aradan zaman geçmemiş gibi karşılar, eskiden kaldığım yerden devam ederim. Ama bir zümre var ki bu aralar onları kafaya takmış durumdayım. Onlara bulduğum yeni isim ise; “sosyal provakatör”. O yüzden bugünden itibaren şahsıma karşı olmasa bile, “sosyal provokatörlük” yapan herkesi hayatımdan çıkaracağım.
Nedir sosyal provokatörlük?
Öncelikle şunu belirteyim. Benim için dostluk, arkadaşlık hiç de basit şeyler değildir. Eğer biri gerçekten benim dostum ya da arkadaşımsa, ona düşmanlık eden herkes benim düşmanımdır. Yanımda kimsenin alenen onun arkasından konuşmasına müsaade etmem. Asla arkadaşımı satmam. Yanlışı olabilir. Bu bizim sorunumuzdur. Yanlışını ben kendim yüzüne söylerim. Ona kin güden kimsenin yanında “benim arkadaşım hatalı” demem. Her iki tarafta bana aynı derecede yakınsa haklıdan yana tavır koyarım. Beni yakından tanıyan herkes bunu bilir. Benim bu düşüncemi doğru bulmayanlar olabilir. Bu da onların sorunudur.
Geleyim sosyal provokatörlere: Bir insanın yanına gidip ona dost olduğunu söyleyip, ertesi gün onun kuyusunu kazan birilerine yavşıyanlar; birinin yanında başka birilerini eleştirip ertesi gün gidip eleştirdiği kişinin masasında; Elazığ tabiri ile “balım gülüm” olanlar; sosyal provokatörlerin ta kendileridir. Şimdi sizler; “Yahu bu ‘sosyal provakatör’ dedikleriniz, bildiğimiz ‘ikiyüzlüler’” diyeceksiniz. Haklısınız. Ama ben kendi icat ettiğim bu kavramı daha çok sevdim. Bence bu daha derinlikli bir ifade.
Köşemden birilerine gönderme yapmak hiç âdetim değildir. Bu yazım da zaten özellikle birine ya da birilerine ithaf edilen bir yazı değildir. Benim kelamım kim üstüne alınıyorsa onadır. Sadece
safları sıklaştırıyorum. Araya girmeye çalışan şeytanlara karşı tedbir alıyorum. Çünkü onları artık iyi tanıyorum. Birileri de beni öyle görebilir. Hiç sorun değil. Onlar da kendi saflarından sorumludur.
Şu olumsuz düşünce de oluşsun istemem. Bu düşüncelerimi yüzüne söyleyemeyeceğim kimse yok ve yeri geldiği zaman da söyleyeceğimi hakiki dostlarım iyi bilirler.
Siz siz olun kimseye hak ettiğinden fazla paye verip akılları sıra arkadan sizleri pespaye etmelerine müsaade etmeyim. Ben bundan sonra asla müsaade etmeyeceğim. Yıllarca “Yunus” oldum. Şimdi biraz da “Yavuz” olma zamanım geldi.