Bu yazıyı yazacağıma söz vermiştim. Mümkün olduğu kadar verdiğim sözü tutmaya azami özen gösteririm. Kimi erken kimi geç olabilir ama mutlaka tutarım. Tabi ki şartlar gerçekten el verirse. Şimdi biraz geç de olsa bu sözümüzü tutalım. Uzun bir yazı olacak şimdiden sabrınız için teşekkür ediyorum.
Sinema, insanlar için bir eğlence unsuru olmasının yanında esas olarak bir propaganda aracı olarak kullanılmaktadır. Ama her iki durumda da bizim toplumumuz için iç açıcı olduğu söylenemez.
Sinemanın ruhunu anlayabilmemiz için tarihsel süreci de değerlendirmek ve süzgeçten geçirmek gerekmektedir. Çok fazla ahkâm kesmeden anlaşılır bir şekilde özetlemeye çalışayım: Masal ve destan anlatıcılığı, gölge oyunları, tiyatro gösterileri bu sürecin başlangıç unsurlarıdır. Bizim kuşağın ucundan yakaladığı ve aşina olduğu masal ve destan anlatıcılığı ile kıssalar, geçmişte Türk Milletinin en büyük propaganda araçlarından biriydi. Özellikle Dedem Korkut masalları, İslamiyet öncesi ve sonrasına ait Türk destanlarımız bunların başını çekmektedir. Burada anlatıcının rolü çok önemliydi. Ne kadar içten ve canlandırarak anlatılırsa o kadar etkili olurdu. Hemen her köyde, belde de bu işi hakkıyla yapan kişiler ise herkesçe tanınırdı. Bir nevi tiyatro sanatçısı diyebiliriz. Ancak gösteri tek kişilikti. Bugün ile benzer taraflarını söylememe gerek yok sanırım. Hemen her toplumda buna benzer örnekleri bulmak mümkündür. Özellikle Roma döneminde kurulan dev tiyatrolar; destanların, masalların ve kazanılan zaferlerin canlandırma yerleri olarak kullanılmıştır.
Teknolojik gelişmelere paralel olarak gelişen görüntü kayıt cihazları neticesinde bu günlere kadar gelinmiştir. Aradaki serüveni geçiyorum. Bu konu ile alakalı herkese açık yayınlanan çok güzel akademik çalışmalar var okuyup bilgilenebilirsiniz.
Sinema öyle bir propaganda aracı ki, katliamları, işgalleri bile sempatik hale getirebiliyor. Düne kadar Rambo ile Afganistan’ı Ruslardan koruyan zihniyet, 11 Eylül sonrası Afgan halkını öldüren kahramanları baş tacı ettiler. Birinci dünya savaşı sonrası Orta Doğu da İngiliz eli ile kurulan diktatöryal devletler, daha sonra demokrasi havarilerince ortadan kaldırılmaya başlanınca bunları meşru hale getirmek için yine sinemayı kullandılar. İkinci Dünya Savaşı kahramanları yaşlanınca yerini Vietnam kahramanları aldı. Tüm Dünya Vietkong işkencelerinin varlığına inandırıldı. Bir dönem de Afganistan ve Irak’ta destanlaşan kahramanlık hikâyelerini izledik. Çünkü sadece enstrüman çalarsanız birinin arkasında durmanız gerekir. Sadece şarkıyı söylerseniz iyi bir orkestrayı arkanıza almanız gerekir. Hem çalıp hem söyleyenler ise daha makbul sayılır. İşte Batı sineması hem çalıp hem söyleyenleri yıldız yapmakta oldukça mahirdir. Bunlar sadece yakın tarihe ait birkaç örnek.
“Cennetin Krallığı” filmini hatırlayalım. Selahaddin Eyyübi’yi mi kahraman olarak gördük, yoksa Lord Balian’ı mı? Cüzzam hastası Kudüs Kralı IV. Baudouin(Baldwin) ne kadar bilgeydi değil mi? Burada size bir kitap önerisi de yapayım: Amin Maalouf’un “Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri” adlı kitabını mutlaka okuyun. İnsan eti yiyen haçlıları duyunca şaşıracağınızdan eminim. Oysa film hiç de öyle anlatmıyor, değil mi? Tarihten utanmasalar Sehaddin Eyyübi, eminim mağlup edilirdi. Ama galip olarak göstermemeyi de iyi başarmışlar doğrusu.
Tabi ki çocukları da ihmal etmiyorlar. Yakın akrabalarının adını bilmeyen çocuklarımız, Marvel ve DC kahramanlarını hiç şaşırmadan takır takır sayabiliyorlar. Bamsı Beyrek, Banu Çiçek, Başat, Bayındır Han, Burla Hatun, Deli Dumrul ve Uruz Er’i bilen tanıyan yok. Tamam, belki bunlar da hayali kahramanlar ama en azından yalancı tanrı değiller. Tanrı demişken “Thor” gibi tanrılaştırılmış karakterler ile çocuklarımızın zihin dünyası ile nasıl oynadıklarını göremiyor musunuz? Belki çok uç bir örnek ama en azından herkes tarafından bilindiği için söylüyorum; Fatih olmak isteyen kaç çocuk gördünüz. Ama örümcek adam kostümlü çocukları her yerde görmek mümkün. Üzerinde Iron Man,
Superman, Batman vs. vs. vs. görselli kıyafet giymek bile çocuklarımıza güçlü hissettiriyor. Tony Stark, Kaptan America gibi karakterler filmde ölünce şimdi dünyayı kim kurtaracak diye üzülüp ağlayan çocuklarımız bile var. Demek ki işlem tamam, başarıya ulaşılmış.
Peki, biz ne yapıyoruz?
Son yıllarda Türk İslam Tarihi ile ilgili, sinema filmleri olmasa da dizi olarak ortaya konan yapımlar çoğaldı. “Diriliş Ertuğrul” dizisi tam istediğimiz gibi olmamakla beraber en azından bir diriliş ateşi yakmayı başardı. Öyle ki özellikle Müslüman coğrafyalarda bile teveccüh gördü. Devamı niteliğindeki “Kuruluş Osman” dizisi ise bir öğrenme sürecinin devamı olması gerekirken, Diriliş Ertuğrul dizisinin yaktığı ateşin küllerini bile bırakmadı. Rahmetli Osman Bey ki bir Cihan İmparatorluğunun tohumlarını atmış. Dizide, sürekli esir düşmekten ve nağra atmaktan başka bir şey yapmıyor. Allah’dan merhametli düşmanları varmış ki hiç öldürmüyorlar. Yoksa ne yapardık. 600 yıllık Cihan Devleti ne olacaktı. Kahramanımızı küçük düşürdüğümüzün farkında bile değiliz. Ne kadar acı.
Bir dizi var ki, daha önce de değinmiştim; “Uyanış Büyük Selçuklu”: Yapımcılarının eline emeğine sağlık. Sultan gibi Sultan “Melikşah”; makul sayılabilecek eksikleri görmezden gelirsek gerçekten hakkı verilerek anlatılmış. Ama kaç kişi izledi? Kaç çocuğa izlettirildi? Kaç çocuğun kahramanı oldu? İşte o soru işareti. Burada da anne babalara büyük görev düşüyor. Devamı niteliği taşıyan “Alpaslan: Büyük Selçuklu” dizisi ise öncesi kadar iyi olmasa da fena değildi. Ancak yaşanan süreç yapımcıya olan övgümü geri almama neden oldu. Çünkü dizi tam Malazgirt Savaşı arifesine geldiğinde yayından kaldırılacağı için cılız bir savaş sahnesi ile koca destan paçavra edilerek sonlandırıldı. Tahminimce ya yapımcı yeni sezon için çok para istedi ya da oyuncu kadrosu. Biz buyuz işte. Ne olacaktı ki başka?
“Selahaddin Eyyubi” dizisi için ise şunu söyleyeyim. Eğer rahmetli kendisini böyle anlatacağımızı izleme fırsatı bulsaydı, haçlılardan önce bizden kurtulurdu.
Elimizde kaldı “Mehmet: Fetihler Sultanı”: Dizide bazı kurgular hatalı olsa da tarihsel süreci çok zedelemediği için kabul edilebilir. Savaş sahneleri daha özenli çekilebilirdi ama diğer dizileri düşününce şükür ediyorum. Eeeee! “Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler.”
Dalga geçtiğiniz Kara Murat, Tarkan, Köroğlu, Malkoçoğlu filmlerinin emeği bile şimdikilerden çok daha fazla.
Daha çoook anlatılabilir ama gelelim sözün özüne: O kadar çok gerçek kahramanımız varken, onların hatırasını bile eline yüzüne bulaştıranlara ve bize sahte kahramanları izletenlere sesleniyorum: “Yatacak yeriniz yok.”