Heyecanla beklenen 2025-2026 eğitim öğretim yılı başladı. Yeni yılın; başta geleceğimizin mimarı olan çocuklarımıza, tüm eğitimcilerimize, anne ve babalara ve hatta eğitimin görünmez neferleri olan memur ve yardımcı hizmetler kadrosunda çalışan herkese hayırlı olmasını temenni ederim.
Başlamasından daha çok kısa bir süre geçmesine rağmen bildik cümleler, ezberlediğimiz ithamlar, bende varım algısı oluşturmalar, dersten daha hızlı başladı. Birazdan söyleyeceklerim için çokça tepki alacağımı düşünüyorum. Hep güzel şeyler olması hepimizin temennisidir. Hepimizin diyorum çünkü herkes iyi bir eğitim almak ister. Herkes mutlu olmak ister. Herkes çocuğu için en mükemmelini ister. Fakat gözden kaçan bir gerçeklik vardır. O da şudur. Hangi eğitimci başarısız olmak ister? Veliler olarak birazcık kendimizi çek etme zamanımız gelmedi mi? “İyi ise bendendir kötü ise sendendir.” anlayışı kendi hatalarımızı halı altına süpürmekten başka bir şey değildir.
Bizler çocuğumuzun eğitimi için yeterli bilince sahip miyiz? Çocuğumuzun gerçekliğinin farkında mıyız? Hayatın olağan akışının ki ona da kader diyorlar, bunun farkında mıyız? Dünya’da bizim çocuğumuzdan başka çocukların olduğunun bilincinde miyiz? Hatta şöyle devam edeyim. Onların da birer çocuk olduğunun farkında mıyız? Eğitim çalışanlarının da duyguları olduğunun, bir ailesi olduğunun, onlarında çocuklarından sorumlu olduğunun, her insan gibi hastalanabileceğinin, çeşitli nedenlerden dolayı psikolojik olarak zor zamanlar geçirebileceğinin farkında mıyız? Bu soruların cevabını hiç düşündük mü?
Daha eğitim öğretim başlayalı birkaç gün olmasına rağmen karşılaştığımız soru, sorun ve istekleri kısaca maddeler halinde listelemek istiyorum.
-Okula neden arabayla giremiyoruz? Çocuğum çantasını taşıyamıyor. (Başka çocuklara oluşturduğu risk umurunda bile değil.)
-Okul bahçesinde yan tarafa neden kapı açmıyorsunuz? Benim evim o tarafta. (Bunu isteyeceği başka bir kamu kurumu var mı? Çok merak ediyorum.)
-Okul binasına girmek neden yasak? Benim çocuğum burada, istediğim zaman girmek hakkım. (Başkaları girince de bunun veli olduğu ne belli? Diye eleştirir.)
-Çocuğumun sınıfını değişmek istiyorum? Öğretmen seçmek benim hakkım. (Bu hak acaba hangi kanun ya da yönetmelik maddesinde yazıyor.)
-Çocuğum bahçede düşmüş, öğretmeni neredeydi? (Öğretmen ya da nöbetçi öğretmen her çocuğa yetişebilecek, sınıfta Clark Kent, teneffüste Süpermen olacak.)
-Çocuğumu, sınıfındaki bir çocuk dövmüş. O çocuk nerede görüşmek istiyorum? Çocuğuma bir şey olursa bu okulu başınıza yıkarım. (Buna ne söyleseniz boş.)
-Bu öğretmeni istemiyoruz; çok fazla görev veriyor.
- Bu öğretmeni istemiyoruz; çok az görev veriyor. (Son iki madde aynı sınıftan iki örnek olabildiği gibi farklı sınıflardan da olabiliyor)
-Öğretmenimiz doğum iznine ayrılacakmış. Nasıl olur böyle bir şey? Öğretmen değişikliği istemiyoruz. (Bana denk gelmedi ama vatani vazifesine gidecek erkek öğretmenler de buna maruz kalmış olabilir.)
-Öğretmenimizin tayini başka yere çıkmış. Okul idaresi mi yaptı bunu?
-Çocuğumun psikolojisi bozuldu. Sabaha kadar uyuyamadık. (Buna bir örnek olay veremedim. Çünkü buna sebep her şey olabilir. Bu mazeretin bir sınırı yok. Bulunduğu kabın şeklini alıyor. İspat etme şansımız da yok.)
-Ben öğretmen değilim ama insan psikolojisinden çok iyi anlarım. (Psikolog ya da sosyolog olmadığını da belirtmek isterim)
Çok fazla uzatmak istemiyorum. O yüzden bu kadarı yeterli. Ancak inanın bunlar en yumuşak olanları. Bizi tehdit edenlerden tutun da çoluğumuza çocuğumuza beddua edeni mi dersiniz, yüzümüze alenen hakaret ve küfür edenleri mi dersiniz ama bu hakaretlerin mahiyetini yazmak bana yakışmaz. Eskiden “dilin kemiği yok” derlerdi. Şimdi ise “klavyenin kemiği yok.” Klavye başına geçip CİMER üzerinden istediklerini söyleyebiliyorlar ve üstelik hepsi yanlarına kar kalıyor. Öğretmenlik Meslek Kanununun iyileştirmelere rağmen hala yetersiz olduğu buradan da anlaşılmaktadır. Eğitim sendikalarının tüm bu sorunlara karşı ivedi olarak aksiyon almaları gerekmektedir.
Maruz kaldığımız bu fiilleri, haksız yere bizlere reva görenlere hakkımı asla helal etmeyeceğimi belirtmek isterim. İşini bile isteye yapmayanları da tüm aileler, eğitim çalışanları ve çocuklarımız adına Allah’a havale ediyorum. Çünkü kalben buğuz etmekten başka, elimizde bir şey kalmadı.
Tabi tüm talepler haksız da değil. Gerçekten bizlerin gözünden kaçan sorunlar olabilir. Bize güzel önerilerle gelen talepler ise bizim başımızın tacıdır. Okul kapıları tüm velilere sonuna kadar açıktır. Ama inanın bunların sayısı o kadar az ki, araya kaynayıp gidiyor.
Kendi öğrencimizin başını okşayamaz olduk. Sevgiye, ilgiye muhtaç pırıl pırıl çocuklarımızı sevemez olduk. Bir öğretmen öğrencisine; oğlum, kızım, yavrum, evladım diye seslenir. Sizlere sorarım: Başka hangi meslekte bu vardır? Kimse bu sorunları siyasi iktidarlara, bakanlara mal etmesin. Bu vahamet tamamen insanların kendileri ile alakalı bir durumdur.
“Eğitim kalitemiz, insan kalitemiz neden yükselmiyor?” diye şikâyet ediyoruz. Devletimiz sağ olsun, müthiş donanımlı okullar yapıyor. Elbette ki her zaman daha iyisi vardır. Bu kadar donanıma rağmen neden hep başarısızlıklardan bahsediyoruz. Ben sizlere söyleyeyim: “Çünkü öğrenme açlığı yok. Sınırsız ve kontrolsüz bir mutluluk isteği var. Mutlu olma isteği öğrenme isteğinin önüne geçiyor.” Öğrencilere davranış kazandırmak, bir şeyler öğretmek giderek zorlaşıyor. Çünkü öğrenme de öğretme de emek işidir sabır işitir. Bizler bunun altından kalkabileceğimize inanıyoruz. Fakat en büyük yardımcılarımız aileler olması gerekirken en büyük bir prangamız konumuna geldiler. İşimizi yapmamıza engel olan da onlar. Şikâyet eden de onlar.
Lütfen pranga yerine birbirimize destek olalım. Hem çocuğumuzun geleceği ve mutluluğu için hem de kendimiz ve ülkemiz için. Birlikte başarabileceğimiz çok güzel şeyler var. İnanın biz çocuklarımızı çok seviyoruz. Sizleri de çok seviyoruz, sevmek istiyoruz. İşbirliğine açığız. El ele vererek hep birlikte başarabiliriz.