Mustafa Demirbağ

Kim suçlu?

Mustafa Demirbağ

Geçtiğimiz hafta Ankara’da ki bir okulumuzda vuku bulan ve bir öğretmene karşı yapılan iğrenç muamele kısa bir süre için de olsa ülke gündemine oturdu. Medyaya yansıyan görüntüler toplumun büyük bir kesimi tarafından hayretle karşılandı. Ama biz eğitimciler hayrete düşen bu çoğunluktan değiliz. Siz bilmeseniz de biz bu ve bunun gibi olaylarla her gün yüzleşiyoruz. Hatta ben bu yazıyı yazana kadar bu olayın unutulacağına ve hiç olmamış gibi davranılacağına da eminiz. Yarın yeni ve güzel bir dünyaya uyanmayacağız. Yine sırdan bir günle hayata devam edeceğiz.

Bu olay özelinde söylenenleri bir akıl süzgecinden geçirelim ve tersten düşünmeye başlayalım: Bu durumun müştekisi öğretmen arkadaşımız değil de öğrenci olsaydı ne olacaktı? Ya da maruz kaldığı iğrençliğe karşılık, öğretmen arkadaşımız öfkesine yenik düşerek (ki bu görüntülere bakılırsa kuvvetle muhtemel bir durumdur) söz konusu öğrenciye sözlü ya da fiili bir müdahalede bulunsaydı ne olacaktı?

Çok fazla zihninizi yormayın ben size söyleyeyim: Hakarete, aşağılanmaya, aymazlığa, terbiyesizliğe, seviyesizliğe, tehdide ve tahrike maruz kaldığına bakılmaksızın; o öğretmen arkadaş medya recmine maruz kalacak, daha sonra hakkında soruşturma açılacak, soruşturma süresince açığa alınacak veya tutuklanacak, kendini temize çıkarabilmek için akla karayı bile seçemeyecek hale gelecek, itibarından, sağlığından olacak, mesleğine olan bağlılığı kopacak, kotartılacaktı. Öğrenciler şikâyetini geri çekse bile kamu davası devam edecek, öğretmen arkadaşımız yine de ceza alacaktı.

Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? O zaman şöyle yapalım. Hemen her ailede eğitimci bir yakınımız vardır. Ona soralım. Belki ona inanırsınız.

Peki, bu olayın sonunda ne olacak. Söz konusu öğrencilere, ya okuldan uzaklaştırma ya da okul değiştirme kararı verilecek o kadar. Öğretmen arkadaşımız bu hayâsızlığı yapan çocukların bile geleceğini düşünerek şikâyetçi olmadığı için belki de bu cezalar bile uygulanmayacak. Arkadaşımızın bu davranışı bir eğitimci ile dışardan bakanların bakış açısı arasındaki farkı özetlemektedir. Çünkü bizim amacımız hiçbir zaman öğrencilerimizi kaybetme odaklı değildir.

Şimdi ben sesli düşünürken sizlere yazılı olarak ifade etmek istediğim başka bir husussa geleyim. Bu iğrenç fiili yapan öğrenci ya da öğrenciler, bu hale gelinceye kadar anne ve babalarının vesayeti altında değiller miydi? Peki, bu olayın vuku bulmasında ebeveynlerinin hiçbir sorumluluğu yok mudur? Bana göre onlar o çocuklardan daha fazla suçludurlar. Eğer bir yaptırım uygulanacaksa önce aileden başlanmalıdır. “Nerede yanlış yaptılar?” Okula gönderdiği çocuğu ile ilgili okul veya öğretmeninden her şeyi isteyen bu tip ebeveynler, evinde hangi görevini veya görevlerini eksik yaptılar? Önce bu sorgulanmalıdır. İspatlayamayacağım fakat deneyimlerim sonucunda emin olduğum bir şey var ki o da şudur. Yukarıda ifade ettiğim aile ortamı ve ebeveynlerin bakış açıları incelendiğinde aslında çocuğun çok masum olduğunu düşüneceksiniz. Hatta bir adım daha öteye gidecek olursak olayın iğrenç icrası esnasında arkadaşına sınıftaki kimsenin dur demediğini de görmekteyiz. Bu da toplumsal zihniyetimizin de hiç iç açıcı bir durumda olmadığının ispatıdır.

Olumsuz davranışlar geliştiren öğrencilerle alakalı öğretmenler, okul rehberlik servisleri ve okul idareleri birlikte çalışarak öğrenci velilerine bilgi vermek durumundadırlar. Daha önce birkaç yazımda da değinmiştim. Bu bilgilendirmeler esnasında velilerden aldığımız ilk dönüt; “benim çocuğum bu dediğinizi asla yapmaz, çocuğuma iftira ediyorsunuz” ifadesi oluyor. Şimdi eğitimciler adına sizlere soruyorum. “Bu söylemle karşılıktan sonra ilerleme kaydetmek mümkün müdür?” Hatta daha ilk aşamada karşılaştığımız anlamsız direniş neticesinde, bırakın çocuğun durumunu iyileştirmek için alınacak tedbirleri konuşmayı, kendimizi savunmakla geçiriyoruz konuşmayı. Bir anda sanık sandalyesinde buluveriyoruz naçiz bedenimizi.

İlmin Kapısı lakaplı Hz. Ali (r.a)’ın “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözünü biraz deşelim isterseniz. Sizce; İlmin Kapısı payesini alan biri sadece okuma yazma öğrenmek için mi söylemiştir bunu? Ben hiç sanmıyorum. Bu toplumun tamamı için söylenmiş bir sözdür. Bilmeyen için akla ilk gelen, bildiğini sananlar için bir uyarı, bir şeyler öğrenmek için çabalayanlara bir rehber, bilgisini ilerletmek isteyenler için ise her zaman öğrenecek bir şeylerin ve öğretecek birilerin varlığına işaret eder. Her ne sebeple olursa olsun “öğreticinin-öğretmenin hayatın her aşamasında saygıya değer olduğu” ise işin basit manadaki ana fikridir.

Günümüzde ise maalesef, hayatında gerçek bir öğretme ortamına girmemiş kişiler, sosyal medyada, televizyon ekranlarında, psikoloji ve eğitim nutukları atan çapulcular ve bunlara paye veren fikirsizler yüzünden gerçek eğitimciler kırk yıl sürecek bir köleliğe sürüklemektedirler. Biraz fazla mı iyimser oldum acaba? Sanırım evet. Çünkü sürüklenme çoktan gerçekleşti. Bu menfur olay da bunun apaçık ispatlarından sadece bir tanesidir.

Tekrar ifade edecek olursam biz eğitimciler bu olaya hiç şaşırmadık. Çünkü artık bunlar bizim hayat rutinimiz haline geldi. Yapılacak asıl iş; bunun rutin haline gelmesine neden olan ve eğitimcinin itibar kaybına nelerin sebep olduğunun daha fazla geç olmadan görülmeye başlanması olmalıdır. Çünkü görmediğiniz şeye tedbir alamazsınız.

Sizlerden tek isteğimiz; “artık gözlerinizi açınız”.

Yazarın Diğer Yazıları