Mustafa Demirbağ

İnce bir çizgi

Mustafa Demirbağ

İnsanoğlunun tuhaf bir yaradılışı vardır. Her zaman üzerinde taşıması gereken erdemli değerler ile onu yanlışa sürükleyen olumsuz öğeleri sürekli olarak cebinde taşır. Bu olumlu davranışlar sağ omuzda, olumsuz olanlar ise sol omuzda bulunan yol yoldaşlarımızca kayda alınsa da, bunları içinden çıkardığımız cebimizde böyle bir ayrım söz konusu değildir. Eğer öyle olsaydı kendimizi çok kolay ele verirdik değil mi?

İyilik ve kötülük arasında da masumiyet ve günahkârlık arasındaki gibi çok ince bir çizgi vardır. Bunun nedeni olarak bu iki olumlu ve iki olumsuzluk içeren kavramın nerdeyse aynı kapıyı zorlaması gösterilebilir. Dinlerden bağımsız düşünecek olursak; (Tabi dinlerden bağımsız derken tek bir dini anlayış üzerinden değil de tüm dinlerin öğretilerinin tamamından bahsediyorum.) her dinde kötülüğün eşi günahkârlık, iyiliğin eşinin ise masumiyet olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Başka bir kavram daha vardır ki yukarıda saydıklarımızdan biraz daha farklıdır. Oda “hata” dır. İnsanoğlu hata yapmaya meyillidir. Dünya’nın bir imtihan yeri olduğuna iman ettiğimize göre bu da gayet doğaldır. Ancak “hata” ile “günahkârlık” aynı şey değildir. Hata dediğimiz şeyin temelinde yine de bir masumiyet kırıntısı vardır. Bilmeden istemeden yapılan şey hatadır. “Hata” bile isteye yapılırsa kendi mecrasından çıkar ve kötülük olarak tezahür eder. Her kötülük de bir günahın sebebidir.

İyilik - kötülük, masumiyet – günahkârlık ve hata bunların hepsinin ortak bir olguyla direk ilişkisi vardır. O da “nefs” kavramıdır. Yön verici budur. İnce çizgiden saptıran da budur. Bundan dolayı bizlere cazip gelen her şeyi, iki hatta üç kere akıl ve kalp terazisinden geçirmek yerinde olacaktır.

Nefsimizin bizi yeteri kadar şaşırttığı-şaştırdığı yetmezmiş gibi bazı kalıplaşmış ya da kalıplaştırılmaya çalışan söylemlerle buna kapı aralandığını görmekteyiz. Elbette atasözleri içlerinde birçok öğreti barındırmaktadır. Bazıları da vardır ki dimağlarımıza atasözü diye yerleştirilmiş meşrulaştırma, daha doğrusu suyu bulandırma çabasından başka bir şey değildir. Hemen aklıma gelen ilk örneği paylaşmak isterim: “İnsan beşer, kuldur şaşar” atasözü sanki yoldan çıkmanın normal bir şey olduğunu bize dikte ediyor. Evet, dedik ya imtihan dünyası diye. Dedik dedik ama “şaşma” yeri de değil burası. Ya da Dünya’ya şaşmak için gönderilmedik. Hatta tam aksidir bizden istenilen; ne olursa olsun şaşmamak. Yine ince çizgi devrede. Bunları bize olumlu ya da olumsuz yorumlatan şey yine nefsimizden başkası değildir.

“Hatayı günaha evrilten en önemli husus onu normalleştirip görmezden gelmektir” dedik ya. İyiliği yücelten şey ise sende olanı paylaşmaktır. Paylaşmak deyince hep maddi şeyler aklımıza geliyor değil mi? Evet evet aynen öyle. Bu da masumiyetimizi sorgulamamızı gerektiren bir çıkarımdır. Oysa sevgide, hürmette, güzel sözde de iyilikler vardır. Asıl değerli olan belki de bunlardır. Tabi ki maddi unsurları paylaşmayı da kökten yok sayamayız. Sizler zaten demek istediğimi anladınız. Maddi gücü olmayanların da iyilik kapılarının varlığına işaret etmektir amacım.

Her iyilik, iyilik midir? Yapılan iyiliği göze sokmakta nefsani bir tercihtir. Bunun bir hata olduğunu söylemek ise doğru bir tespittir. Sosyal medyada bunların ilanını görmek artık sıradan bir hal aldı. Bunları gördükçe iki soru aklıma geliyor. Kimin rızası alınmak isteniyor? Kulun mu, Yaratanın mı? Bu bahsettiğim, yapılan bireysel iyilikler içindir.

Birde vakıf ve dernekler aracılığı ile yapılan, kurumsal olanları var. Bunları iki bakımdan ele almak lazım. Tamamen gönüllü kişilerden teşekkül edenler, birde belirli bir oluşumun uzantısı olanlar. Gönüllü olanlara hiçbir lafım yok. Hatta onlar yapılan yardımlarının, kişileri rencide ve afişe etmeden

reklamını da yapabilirler. Çünkü görünür olmaları gerekir. Bağış temelli oldukları için bu şarttır. İnsanlar yardımlarının gerçekten yerini bulduğuna dair bazı şeyleri görmek, duymak isterler.

Gelelim ikinci duruma: İsim vermeden ilerleyelim. Zaten sizler anlayacaksınız. Örneğin A Holdingin - A Vakfı, B Holdingin - B Derneği, C Düşünce Kuruluşunun - C Derneği gibi düşünelim. Peki, neden böyle? Farklı isimler verilmemesinin altında başka bir düşünce mi var? Nefisleri ve egoları baskın geldiği için olabilir mi acaba? Bu tip dernek ve vakıfların çalışmalarını, üstelik şu konjonktürde, duyanınız göreniniz var mı? Mesela Gazze gibi insanlık dramının tanımı olan bölgenin neresindeler? Doğu Türkistan’da nasıl bir çalışma içindeler? Ülke içindeki çalışmaları nelerdir? Varsa bu çalışmalar belirli bir kesimle mi sınırlı yoksa fark gözetmeksizin mi yapılıyor? Yapılan faaliyetleri vergiden düşmek nasıl bir iyilik çeşidi acaba? Bu soruların cevapları bende şüphe uyandırdığı için bunların çoğunu samimi bulmuyorum. Başlangıç düşüncesi bile o ince çizgiye temas etmiyorken, bu meşakkatli yolculukta nasıl doğru yürüyebilirler? Takdiri siz değerli okurlara bırakıyorum.

Son söz olarak şunu tekrar vurgulamak isterim. Hiçbir imkânımız yoksa bile, güzel sözlerimizin, güler yüzlerimizin iyilikler oluşturmasına mani olmayalım. Çünkü öfke dolu bir karanlıktan iyilik çıkması mümkün değildir.

Yazarın Diğer Yazıları