Mustafa Demirbağ

Eleştiren, sorgulayan toplum hayalimiz

Mustafa Demirbağ

Bir hayalimiz vardı Ülke’ye dair. O da başlıkta belirttiğim eleştiri ve sorgulama kültürünü toplumun her alanına yayıp, daha yaşanabilir toplumsal bir yapı inşa etmek için gerek ve yeter şartı barındıran bir hayaldi. İnsanların yanlışlıklar, haksızlıklar karşısında sesini yükseltmesi ile birlikte buna karşı demokratik çerçevede geliştirilecek toplumsal reflekslerimiz birçok yanlışı düzeltmek için vesile olacaktı.

Giriş paragrafımdaki imalı yaklaşım şahsi fikrimin ne olduğu hakkında sizlere bir ipucu vermiştir. Aslında eleştiri ve sorgulama kültürü toplumumuza yerleşti. Yerleşti yerleşmesine ama bu davranış biçiminin icrasındaki kalite seviyesi ise ayrı bir eleştiri ve sorgulama durumunu beraberinde getirdi. Yani, kazan yine doğurdu doğurmasına da bir sürü soru cevapsız kaldı. Kim öldü kim kaldı belirsiz. Bize nükteli ayar verecek Hoca da yok artık.

Şu cevapsız kalan soruların bir kısmına bakalım isterseniz.

Eleştiriyoruz ama ne kadar haklıyız? Sorgulayacağız ama konu hakkındaki birikimimiz yeterli mi? Yoksa varoluşumuzu sadece manasız tepkilerimize mi borçluyuz? Doğru-yanlış, haklı-haksız gibi ahlaki erdemler bizim için ne kadar önemli?

Neyi kimin için sorgulayıp eleştiriyoruz? En önemli sorulardan biri de budur. Sadece kendi kişisel tatminimiz için mi? Yoksa toplumda var olan ve birçok insanı ilgilendiren bir hususa dikkat çekmek içim mi?

Şimdi gelelim sorgulamamız ve eleştirmemiz gereke en can alıcı kısma: Bir birey olarak kendi benliğimizin eleştirilecek hiç bir yanı yok mu? Bunu ne kadar sorguladık? Kendimizin ne kadar farkındayız? Eleştirip sorgulayacağımız hususun doğrularını üzerimizde ne kadar barındırıyoruz?

Bizim toplumumuzun en büyük sorunu yukarıda belirttiğim tüm sorulara verdiğimiz cevapların tamamının olumlu olmasıdır. Hiç kimse kendi eksikliğinin ya farkında değil ya da umurunda değil. İfade ederken tüm olumlu yönleri kendimize, tüm olumsuzlukları ise karşımızdakine atfediyoruz. Evet, eleştiri ve sorgulama kültürü gerçekten toplumuzda yerleşti. Ama maalesef birçok konuda olduğu gibi bunu da yanlış anlayıp yanlış yorumladığımız için eciş bücüş bir eleştiri kültürünün ortasında kalmış bulunmaktayız. Sınırı olmaksızın, taştan tutun toprağa kadar, güneş ve ayın hareketine kadar her şeyi eleştirir olduk. Veeee bununla yetinmedik. Ardından şikâyetleri sıralamayı da ihmal etmedik.

“Şikâyet” kelimesine ayrıca dikkat çekmek istiyorum. Eleştiri ve sorgulama kültürü yerleşti ama yanlış yerleşti dedik ya, bu yanlış tezahürü; yontarak, kendimize göre şekillendirerek, yeniden boyutlandırdık ve sonuç olarak ortaya çıkardığımız, yeni ürünümüz olan “şikâyet” kültürünü sonuna kadar içselleştirdik. Bir nevi evrimleştirme de diyebiliriz. Evrim denilince akla önce “Darwin” geliyor farkındayım. İnanç olarak bizler o evrim teorisi fikrinin çok uzağındayız. Ancak Darwin’in evrim teorisinde bile iyiye doğru bir gelişmenin olduğunu görüyoruz. Bu parantezi açtıktan sonra konumuza dönecek olursak; Dünya, sorgulama ve eleştiri kültürünü bir geliştirme ve ilerleme unsuru olarak kullanırken, bizim “şikâyet” olarak tezahür ettirdiğimiz tersine evrimleşme toplumda kara delikler oluşturmuş ve bizleri sürekli olarak içine doğru çekmektedir. Kara bir yolun sonunun aydınlık olmayacağı da muhakkaktır.

Kamu erki, son yıllarda vatandaşın fikirlerine önem vermiş, bununla ilgili kurumlar da kurmuştur. Bu kurumların başında “CİMER” gelmektedir. Tam açılımı “Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi” olan bu kurum; Türk vatandaşı olan herkesin görüş ve önerilerinin Devlet kademelerince fark edilmesi için erişime açılmıştır. Dikkate alınır alınmaz o ayrı bir konudur. Kurumun asli vazifesi

olan “iletişim” kelimesinin TDK sözlüğündeki anlamına birlikte bakalım. İfade aynen şöyle: “1. isim Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması; bildirişim, haberleşme, komünikasyon.2. isim, teknik Telefon, telgraf, televizyon, radyo vb. araçlardan yararlanarak yürütülen bilgi alışverişi; bildirişim, haberleşme, muhabere, komünikasyon:”

Şimdi vatandaşın anladığını aktarmaya çalışayım: “Şikâyet, sürekli şikâyet, daha fazla şikâyet, asılsız şikâyet, abartılı şikâyet, süslenmiş abartılı şikâyet ve iftira.” “İletişim” kelimesinin evrimleşmesi “neandertal” seviyesine kadar düşmüş durumda. Hal böyle olunca söz konusu kurumun pek de iletişim işini ifa ettiği söylenemez. Elbette ki şikâyet etmek de bir mekanizmadır, sistemin de bir parçasıdır. Olmalıdır da. Burada anlatmak istediğimi sizler çok iyi anlıyorsunuz. Kurumun bir görevi de bu olabilir. Bakın bir görevi diyorum. Ancak şu anda varlık nedeni neredeyse sadece bu görevden ibaret durumdadır. Vatandaşlar; rövanşist duygularla, bu kurumu, intikam alma ve birilerini alt etme yeri olarak kullanmaktadırlar. Çünkü atılan iftiraların geri yansıması yoktur. Ancak mutlaka olmalıdır. Şikâyet bir haksa, iftiranın da geriye dönük bir cezası mutlaka olmalıdır. Devlet vatandaşının haklarını nasıl gözetiyorsa, kamu personelinin haklarını ve itibarını da gözetmelidir. Vatandaşları memuruna nasıl ezdirmiyorsa, memurunu da haksız yere vatandaşlara ezdirmemelidir.

Hülasa; eleştiri ve sorgulama; önce “şikâyet”, daha sonra “iftiraya” kadar yontulmuş ve evrimini tamamlamıştır. Ya da şöyle düzelteyim, “inşallah tamamlamıştır.” Çünkü bundan fazlasını hiçbir bünye kaldıramaz. Anlayacağınız bu da bizde işleyen bir mekanizma olamadı maalesef. Peki, şaşırdık mı? Ben şaşırmadım ama aklıma şu da gelmiyor değil: “Yıllardır Darwin’e fazla mı haksızlık edildi acaba.”

Yazarın Diğer Yazıları