Her eylül ayı, ülkenin dört bir yanında aynı heyecan yaşanır: Çantası sırtında minik öğrenciler, elinde defteriyle yeni umutlar taşıyan gençler ve onların gözlerindeki ışıltıya eşlik eden öğretmenler…
Eğitim-öğretim yılı yalnızca takvimde yeni bir sayfa değildir; aynı zamanda toplumsal geleceğin yeniden şekillendiği, hayallerin filizlendiği bir dönemdir.
Türkiye’de eğitim, her daim tartışmaların odağında olmuştur: müfredatın niteliği, fırsat eşitliği, teknolojinin kullanımı, öğretmenlerin sorunları… Fakat bütün bu tartışmaların ötesinde unutulmaması gereken bir gerçek var: Eğitim, bir ülkenin kaderini tayin eder.
Yeni eğitim yılı, bize bir kez daha şu soruları hatırlatıyor:
Çocuklarımıza yalnızca bilgi mi, yoksa değer de öğretebiliyor muyuz?
Gençlerimizi hayata hazırlarken eleştirel düşünceyi, özgüveni ve üretkenliği teşvik ediyor muyuz?
Okullarımız, geleceğin iş dünyasına ve toplumsal yaşamına hazır bireyler yetiştirebiliyor mu?
Eğitimde kaliteyi artırmak, sadece devletin değil, velilerin ve toplumun tamamının sorumluluğudur. Çünkü eğitim bir “kurum işi” değil, bir “kültür meselesi”dir. Öğretmen, öğrenci ve veli üçgeni doğru kurulmadıkça sistemin kendiliğinden çözüm üretmesini beklemek hayalden öteye geçemez.
Hülasa, yeni ders yılına başlarken temennim şudur: Çocuklarımız okullarda yalnızca ders öğrenmesin; adalet duygusunu, paylaşmayı, sorumluluk almayı, özgürlüğün değerini de öğrensin. Çünkü gerçek eğitim, yaşamın ta kendisidir velhasılıkelam…
Ayrıca, geçtiğimiz hafta sonu, ailemiz için çok özel bir gündü. Biricik oğlum Göksal ile güzel gelinim Müzeyyen’in düğün töreninde yanımızda olan, mesaj gönderen, çiçek yollayan, kalbiyle dualarını eksik etmeyen bütün dostlarımıza gönülden teşekkür ediyorum. Bu mutluluğumuzu paylaştığınız için minnettarım. Hayat yolculuklarında tüm sevdiklerimizin de aynı güzellikleri yaşamasını diliyorum.