Son yıllarda hem dijital platformlarda hem de masa oyunlarında cinayet temalı kurgular şaşırtıcı bir hızla popülerleşti. “Katili bul”, “şüpheliyi çöz”, “ipuçlarını topla” mantığıyla ilerleyen bu oyunlar, toplumun her kesiminden oyuncuya dokunuyor. Peki bu yükseliş, sıradan bir eğlencenin ötesinde ne anlatıyor?
İnsan psikolojisi gereği, bilinmez olanı çözmeye karşı doğal bir ilgimiz var. Bu nedenle cinayet oyunları, sadece bir gerilim atmosferi sunmakla kalmıyor; oyuncuyu bir dedektif gibi düşünmeye, ipuçlarını analiz etmeye ve olasılıkları tartmaya zorluyor. Bir bakıma, pasif izleyiciyi aktif bir çözüm ortağına dönüştürüyor. Belki de en büyük çekiciliği tam olarak bu: Hikâyenin bir parçası olmak.
Öte yandan bazı uzmanlar, bu tarz oyunların özellikle gençlerde şiddete karşı duyarsızlık oluşturabileceğini savunuyor. Fakat burada gözden kaçan bir gerçek var: Bu oyunların büyük çoğunluğu kurgu dünyasında geçiyor ve amaç şiddeti yüceltmek değil, mantıksal akıl yürütme becerisini harekete geçirmek. Nitekim birçok oyuncu oyundan çıktığında suçla ilgili bir merak değil, çözüm üretmenin verdiği tatmin duygusunu taşıyor.
Asıl mesele, bu oyunların nasıl ve ne amaçla tüketildiği… Zira cinayet temalı bir oyun, bilinçli oynandığında zihinsel bir egzersiz; kontrolsüz tüketildiğinde ise yanlış algılara kapı aralayabilir. Bu nedenle ebeveynlerin, eğitimcilerin ve hatta oyun geliştiricilerinin bu içerikleri doğru şekilde konumlandırması büyük önem taşıyor.
Sonuç olarak, cinayet oyunları popüler kültürün yeni gözdesi haline gelmiş durumda. Fakat bu popülerliğin arkasındaki asıl soru şu: Biz bu oyunlarda gerçekten katili mi arıyoruz, yoksa kendi merakımızın karanlıkta kalan yönlerini mi keşfediyoruz?
Hülasa, Bazen bir oyun, sadece oyun değildir. Kimi zaman zihnin karanlık dehlizlerine uzanan bir yolculuktur velhasılıkelam…