İlhami BULUT

Ölümün şairlerimizdeki iz düşümü

İlhami BULUT

Hani deriz ya; son durak, kara toprak: işte bir insanın son nefesini müteakip; ölüm vakasıyla; kara toprakla üstünün temelli kapatılacağı, kainatın yegane sahibinin kesin emri ile değişmez ve şaşmaz bir kesin hükümdür.

Türk Şiirinde hemen her şairimiz ölüm temasına girmiş, kimi müstakil şiir konusu yapmış, kimi de birkaç mısra ile değinip geçmiştir.
Ölüm temasının en tepesine farklı mefkuresi ile Mevlana oturmuştur.

Malum, şeb-i arus diyerek, ölümü düğün gününe teşbih eder.
“Oğul! Herkesin ölümü kendi rengindedir. Allâh’a vuslat olduğunu düşünmeden ölümden nefret edenlere ve ölüme düşman olanlara, ölüm korkunç bir düşman gibi görünür. Ölüme dost olanların karşısına da dost gibi çıkar.”
Diye düşüncesini hülasa ederken;  
Hemen yanı başında; Yunus Emre yoldaşlık eder buna.  

Gider olduk dostumuza,
Eremedik kastımıza
Namaz için üstümüze,
Duranlara selam olsun

Altıyüzyıllık divan edebiyatı döneminde yüzbinlerce şair ölüm konusunu işlemiş, bunların hemen tamamı; işleyiş biçimleri birbirine yakın ve çok benzeşir.  
Teslimiyet, kader, kaçınılmaz son, elden bir şey gelmemesi, mecburi ayrılık;  başlıkları altında hülasa edebiliriz,
Bu meyanda, Fuzuli’de, Mevlana görüşüyle aynı mahallede ikamet eder.  
Ölüm teması, Tanzimat dönemi şiirinde evrilir, yer yer isyana varacak, dik başlılık ve dil uzatmalar duyulur, bu evrimi yapan şairlerin en başında da; Abulhak Hamit Tarhan gelir.

Makber şiirinde; sitem kıyısına yer yer çarpar. İsyana varan mısralar rücu ile özre dönüşür ve nedametle geri döner tekrar.  

"Yâ bir kulu sevmiyor musun sen
Yâ böyle ölüm değil mi erken";
"Mir'âtı mıyım celâlinin ben
Yâ aksi miyim ce­mâlinin ben...
Noksanı mıyım kemâlinin ben";
"Bildik seni muktezâ-yı hilkat
Yâ rab bu mudur safâ-yı hilkat"

Şiirimizde ölümü en güçlüce işleyen şairlerin arasında İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’da yer alır.

Beni rahmetle anarsın ya, işitsen, bir gün,
Şu sağır kubbede, haib, sesimin dindiğini?
Bu heyulaya da bir kerrecik olsun bak ki,
Ebediyyen duyayım kabrime nur indiğini.
 

 Diğer yandan; Necip Fazıl Kısakürek; ölümü, daha mistik ve bir nevi müjdeli habere yorarak güçlü bir teselli arar.   

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?

Şiirimizde ölüm temasını en koyu, en çaresiz, en acı verici bir son olduğunu işleyen şairimiz ise;
Otuzbeşyaş Şairi olarak ta bilinen Cahit Sıtkı Tarancı olmuştur.
Cahit Sıtkı; çocuk yaşta iken, babası, maalesef korkutmak için camdan aşağıya ayaklarından tutarak sarkıtır, çocukluğunda müthiş bir ölüm korkusu yaşayan şair, bu korkuyu üzerinden atamayarak, müddeti ömrünce ölüm korkusu ile çok yoğun olarak didişir.

N'eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
Ölümü bir yok oluş olarak telakki eder, bu şairimiz; sarkıtıldığı pencereden başka, hayata yeni bir pencere açamayarak, son on yılını maalesef yatalak olarak geçirir. Nihayet diyor ya;       
    
Gitti gelmez bahar yeli;
Şarkılar yarıda kaldı.
Bütün bahçeler kilitli,
Anahtar Tanrıda kaldı

Tabi şair skalasında bize sıra gelmez ama konuya el atmışken;  biz de aradan çıkalım bari.  
Ölüm vakasının bu fakirdeki iz düşümü ise.  

Çeker ömrü zaman gün perde perde
Şu tümsel alaka düşen resmimden
Şimdi can evimde kim bilir nerede
Sönecek mu gibi yırtar gölgemden.

Nihayet çekince perdeyi zaman
Tükenmiş ömrümü ezele katar
Dünyayı taşımış çıplak pehlivan
Yenilmiş zamana kabirde yatar…
(Mezar taşına uyar sanırım. )

Yazarın Diğer Yazıları