İbrahim Kayaoğlu

Osmanlı'nın Vakıf Ahlakı ve Bugünün STK çıkmazı

İbrahim Kayaoğlu

Bugün birçok sivil toplum kuruluşunun tabelası büyük ama hikâyesi küçük.
Amaç belli görünür; niyet ise yaranmak.
Hizmet etmek yerine görünmek, değer üretmek yerine beğeni toplamak öne çıkmış durumda.

Oysa bizim medeniyetimizde vakıf, sadece bir kurum değil; bir ahlak modeli, bir ibadet anlayışı, bir toplumsal omurga idi.

Bugünün STK’larını anlamak için önce bu ruhu hatırlamak gerekir.

Osmanlı’da vakıf: Adaleti, merhameti ve sorumluluğu kuruma dönüştürmek

Osmanlı’da bir vakıf kuran kişi sadece bir bina yaptırmazdı; bir davranış biçimi, bir medeniyet duruşu inşa ederdi.

Fatih Sultan Mehmed

Külliyesine yazdırdığı vakfiyede “Kapıya sığınan her canlı, ister insan ister hayvan olsun, korunacaktır.” der.
Derdin özü şuydu: İhtiyat, merhamet, adalet… Yani ruh.

Haseki Hürrem Sultan

Yaptırdığı imarete “Kapıdan giren kimse, dinine ve kimliğine bakılmadan doyurulacaktır.” şartını koymuştu.
Bugün “ayrımcılık” dediğimiz birçok meseleyi, o dönem vakıf ahlakı ortadan kaldırıyordu.

Sokullu Mehmet Paşa

Köprülerinin bakımını düzenleyen vakfiyede “Görevli, köprünün tek bir taşını bile kırık bırakmayacak.” diye şart koşar.
Bu, sadece bir köprü değil; bir disiplin, bir sorumluluk kültürüydü.

III. Selim Dönemi

Sokak hayvanları için kurulmuş vakıflar vardı. Görevliler her gün sokak sokak gezer, hayvanların durumunu kontrol ederdi.
Sessiz, gösterişsiz, sadece merhamet üzerine kurulu bir hizmet.

Harput – Sara Hatun Camii’ndeki Sadaka Taşı

Elazığ Harput’ta bulunan sadaka taşına varlıklı kişiler zekât ve sadakalarını bırakır, ihtiyaç sahipleri ise yalnızca ihtiyaçları kadar alırdı.
Bu, veren elin inceliğini, alan elin sadakatini ve toplumun ahlak eğitimini gösteren eşsiz bir örnektir.
Ecdadımız yalnızca yapı inşa etmedi; insan yetiştirdi.

Sonuç mu?
Kurumlar güçleniyor, insanlar güveniyor, hizmetin bereketi yayılıyordu.
Çünkü işin merkezinde riya değil, rıza vardı.
Allah’ın rızası…

Peki bugün bizde neden tıkanıyor?

Bugün birçok STK’da sorun para değil; niyetin kirlenmesi, amacın buharlaşması.
Bir dernek kuruluyor, daha ilk gün “kime yakın oluruz?”, “kim beğenir?”, “kim alkışlar?” hesabı başlıyor.

Oysa Osmanlı’da vakfın kapısını tutan görevli bile şunu bilirdi:

  "Birkapıda hizmet etmek, Allah'ın kullarına dokunmaktır."

Bugünün STK’larında kaybolan tam olarak budur.
Hizmet emanet olmaktan çıkmış,
ne yazık ki etiket hâline gelmiştir.

Yurt dışındaki STK’lara baktığımızda

Onlar amaçlarına kenetlenmiş durumda:
• Bir çevre kuruluşu sadece ağaç için çalışıyor.
• Bir insan hakları örgütü gerçekten mazlum için mücadele ediyor.
• Bir yardım kuruluşu yıllarca aynı görevin peşinden gidiyor.

Biz neyi kaybettik biliyor musunuz?
Onların sahip olduğu disiplin, aslında bizim ecdadımızın vakıf ruhunda zaten vardı.
Bugün onlar bunu yaşatırken, biz kendi mirasımızı sadece seyrediyoruz.

Hizmet, gösterişle değil; sadakatle yürür

İslam’ın temel düsturu şudur:
“Ameller niyetlere göredir.”

Bugün STK’lar fotoğrafla iş yapmayı bırakıp sahada ter dökmeye dönerse,
tabelanın değil, ruhun kıymeti ortaya çıkar.

Yine bir Osmanlı örneğiyle bitireyim:

Sultan 2.Beyazıt vakfiye
sinde şöyle der:
“Hizmet eden, hizmet ettiğini bilmesin; yardım alan, kimin yardım ettiğini bilmesin.”

Bugünün STK’ları
tabelayı değil emaneti,
gösterişi değil hizmeti,
alkışı değil rızayı aramalıdır.

Osmanlı’nın vakıf ruhu bize bunu öğretmiştir.
Ve biz bu ruhu yeniden kuşanmadıkça,
topluma dokunan elin bereketi geri gelmeyecektir.

Yazarın Diğer Yazıları