İbrahim Kayaoğlu

Gazze: Yük değil, şeref

İbrahim Kayaoğlu

Burada bir program açılmadı.
Burada bir takvim maddesi icra edilmedi.
Burada, tarihe mühür vurmuş bir direnişin evlatlarıyla aynı havayı soluduk.

Bazı buluşmalar vardır; konuşma yapılır ama kelimeler yetmez. Çünkü anlatılan şey bir fikir değil, bir ömürdür. Bir hayat çizgisi değil; yıllarca sıkılmış bir yumruktur.

Onlar misafir değildi.
Misafir, gelir ve gider.
Oysa onlar, dünyanın sustuğu yerde konuşmayı; dünyanın kaçtığı yerde durmayı seçmiş insanlardı.

Tankla gelen bir güce karşı imanla duranların ne anlattığını not almaya gerek yoktu. Çünkü onların yüzü, defterlerden daha çok şey söylüyordu.

Bir zindan hikâyesi dinledik.
Aslında dinlemedik… şahit olduk.

On yıl…
Dört duvar arasında, umut kırmak için tasarlanmış bir sistemin içinde. Yanında, dokuz müebbetle yaşatılan bir adam. Umutsuzluğun meslek haline getirildiği bir yerde, umudu terk etmeyen bir irade.

Hastalık geldi.
İlaç yoktu. Tedavi yoktu.
Çünkü plan belliydi: “Öl ve acı çekerek öl.”

Ve bir gün…
Zulmün içinden bir çatlak belirdi.
Bir Yahudi doktor, insan kalabilmeyi seçti. Sahiplendi. Tedavi etti. Şifa, Rabb’in izniyle geldi.

Doktor giderken şunu söyledi:
“Bir gün sana ihtiyacım olursa, bana yardım edeceksin.”

Cevap netti:
“Evet. Seni esir alırsam serbest bırakırım.”

Yıllar sonra…
Esir takası oldu.
Ve o doktorun akrabası esir düştü.

Haber gönderildi:
“Sözün vardı.”


Cevap daha da netti:
“Sözüm senin içindi. Akraban için değil.”


Bu bir sertlik değil.
Bu, ilkesizliğe teslim olmamaktır.
Bu, zulme benzememektir.

Bir başka zindan…
Yirmi bir yıl.
Zor şartlar, sistematik işkence, insanı insanlıktan çıkarmaya ayarlı bir düzen.

Seksen beş yaşında bir adam…
Yıllarını vererek bir kitap yazıyor.
Kitap ödül alıyor.

Cevap mı?
Eller bağlanıyor. Ayaklar bağlanıyor.
Sakalı yakılıyor.
“Bu sana ödül,” deniliyor.

Suç ne?
Evini, yurdunu, Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı korumak.

Bir diğeri…
Evliliğinin ikinci yılında zindana atılıyor.
Esir takasıyla çıkıyor.
Gazze’ye girmesi yasaklanıyor.

Ve yirmili yaşlarında bir delikanlıyla karşılaşıyor.
Kendi oğlu.
İlk kez bakıyor yüzüne.

İşte zulüm tam olarak budur.
Sadece can almak değil; hayatı parçalara ayırmaktır.


Biz o gün şunu anladık:
Gazze’nin çocukları korkuyu öğretmiyor. Cesareti öğretiyor.
Gazze’nin anneleri feryadı değil, metaneti öğretiyor.
Gazze’nin yiğitleri, esire nasıl davranılması gerektiğini öğretiyor.
Gazze’nin gençleri, çıplak ayakla tanka meydan okunabileceğini gösteriyor.
Ve şehitleri…

Onlar ölümü öğretmiyor.
Şerefi öğretiyor.

Gazze bir yük değil.
Gazze bir haber başlığı hiç değil.
Gazze, bu çağda ayakta kalabilmiş son vicdan aynasıdır.

Ve biz o aynaya baktığımızda şunu gördük:
Mazlumun yanında durmak bir tercih değil, imanın gereğidir.

O gün bir şey daha oldu.
Biz onları dinlemedik sadece.
Aynı safta olduğumuzu ilan ettik.
 

Yazarın Diğer Yazıları