İbrahim Kayaoğlu

Bir konferansın ardından: Doğu Türkistan kan ağlıyor

İbrahim Kayaoğlu

Doğu Türkistan…
Haritada bakıldığında Asya’nın kalbinde yer alan, yüzölçümü Türkiye’nin yaklaşık iki buçuk katı büyüklüğünde, milyonlarca insanın yaşadığı bir coğrafya. Zengin yer altı kaynakları, stratejik konumu, enerji yolları üzerindeki kilit rolü ve bereketli topraklarıyla küresel güçlerin iştahını kabartan bir bölge. İşte tam da bu sebeplerle Doğu Türkistan, bugün Çin’in en sert ve en acımasız politikalarının hedefi hâline gelmiş durumda.

Çin’in “entegrasyon” dediği şey, gerçekte bir işgal, bir asimilasyon ve sistematik bir soykırımdır. Doğu Türkistan’da yaşananlar, sıradan bir insan hakları ihlali değil; topyekûn bir yok etme planıdır.

Bugün Doğu Türkistan baştan sona bir açık hava hapishanesine dönüştürülmüş durumdadır. Sokaklar, evler, hatta yatak odaları dahi kameralarla izlenmektedir. İnsanların en mahrem alanları dahi devlet gözetimi altındadır. Mahremiyet kavramı tamamen ortadan kaldırılmıştır. En küçük bir davranış, bir bakış, bir söz “siyasi suç” sayılarak gözaltı ve ağır cezalarla sonuçlanabilmektedir.

İslami bir yaşam emaresi göstermek kesinlikle yasaktır. Seccade, tesbih, dini kitap bulundurmak; hatta dini bir imada bulunmak dahi ağır suç kabul edilmektedir. Kitap okumak bile “şüpheli faaliyet” sayılmakta, gençler ve çocuklar bu nedenle kamplara gönderilmektedir.

Çocuklar henüz 2-3 yaşındayken ailelerinden koparılmakta, “eğitim merkezi” adı verilen kamplarda Çin kültürüyle, Çin diliyle yetiştirilmektedir. Ana dilleri unutturulmakta, aileleriyle iletişimleri tamamen kesilmektedir. Yıllar sonra bir araya gelseler bile aynı dili konuşamadıkları için birbirlerini anlayamaz hâle getirilmektedirler. Bu, bir neslin kökünden koparılmasıdır.

Doğurganlık neredeyse tamamen yasaklanmıştır. Hamile kalan kadınlar zorla kürtaja maruz bırakılmakta, doğmamış çocuklar dahi bu zulmün hedefi olmaktadır. Buna rağmen doğum gerçekleşirse, anne ağır cezalarla karşı karşıya kalmaktadır. Evlenmek serbesttir ama çocuk sahibi olmak yasaktır. Bir millet böyle yok edilir.

Cezaevleri ise ceza çekme yerleri değil, adeta ölümhanelerdir. Onlarca insanın dar alanlarda, insanlık dışı koşullarda tutulduğu, işkencenin sıradanlaştığı mekânlardır. Bir kez içeri giren, dış dünyayla tüm bağını kaybetmekte ve çoğu zaman oradan sağ çıkamamaktadır.

Daha da vahimi, Doğu Türkistan’ın organ ticaretinin merkezlerinden biri hâline getirilmiş olmasıdır. Organlar için insanlar seçilmekte, sonra o organlara “sahip” olan kişiler öldürülerek organları alınmakta ve uluslararası pazarlarda satılmaktadır. İnsanlar, kelimenin tam anlamıyla “yedek parça” muamelesi görmektedir.

Evlerde meyve bıçağı bulundurmanın dahi ölçüsü vardır. Sapıyla birlikte 20 cm’yi geçen bir bıçak suç aletidir. 1 cm fazlalık, ağır cezalar için yeterlidir. Böyle bir korku düzeni içinde insanlar yalnızca hayatta kalmaya çalışmaktadır.

Bununla da yetinmeyen Çin, Doğu Türkistan’a sistemli bir şekilde Çinli nüfus taşımakta, çeşitli teşviklerle bölgenin demografik yapısını bilinçli olarak değiştirmektedir. Amaç nettir: Doğu Türkistan’ı Doğu Türkistanlılardan arındırmak.

Ve bütün bunlar olurken dünya sessizdir. Çünkü Çin güçlüdür. Çünkü çıkarlar, insan haklarından daha kıymetli görülmektedir. Herkes bu zulmü bilmekte ama görmezden gelmeyi tercih etmektedir. Ölü taklidi yapan bir dünya…

Oysa biz biliyoruz ki Allah’ın adaletinde zaman aşımı yoktur. Zulüm ile abad olunmaz. İlahi adalet er ya da geç tecelli eder.

      Doğu Türkistan'ın Yüzyıllardır ağladığımız Yeni bir Endülüs olmasını istemiyorsak bu zulme sessiz kalmamamız lazım.

Bize düşen ise güçlü olmak, güçlü kalmak ve dünyanın neresinde olursa olsun mazlumun yanında durmaktır. Doğu Türkistan’a sessiz kalmak, yarın aynı zulmün başka coğrafyalarda, belki de kapımızda karşımıza çıkmasına zemin hazırlamaktır.

Zulme alışmayacağız. Unutmayacağız. Unutturmayacağız.
Çünkü sessizlik de bir suçtur.
 

Yazarın Diğer Yazıları