
Gerçekten bildiğin gerçekliğin kendisi mi?
Gülay Yurt
İşte burada durup düşünün derim. Göbeklitepe’nin on iki bin yıllık olduğunu öğrendikten sonra “Yalan söyleyen tarih utansın” başlıklı sosyal medya yazıları gözlerimin önünde raksa durdu. Kim, niye bizi böyle inandırma çabasına girdi anlamak zor kimileri için. Ama aslında hiç de zor değil anlamlandırmak. Duyar gibiyim çığlığınızı. Nasıl da zor değilmiş diye?
Siz hiç mitoloji okudunuz mu? O da ne demeyin artık. Peki peki. Okumamış olabilirsiniz. Hiç efsane duymadınız mı? Eh işte der gibisiniz. Ama mutlaka masal dinlediniz değil mi? Hayal dünyasının sınırsız olduğu, abarttıkça abartılan, dinlemeye doyamadığımız masallarımız. Peki masalların size aslında gerçeğin ta kendisi olduğunu söylesem kaçınız inanırsınız. Eminin çoğunuz hadi ordan der geçersiniz. Ve inanın hiçbirinizi de yadırgamam. Konforunu terk edemeyen akademisyenler yüzünden tarih bize hep yalan söyleyecek. Biz de günlük hayatın koşuşturmacası içinde gerçeğin yükü altında ezilmektense yalanın doyumsuz bahçelerinde avunacağız. Hani derler ya, bir uyanık bin uyuyanı uyandırır diye. Orası öyle. Ama uyandığı halde yorganı, örtüyü başına çekenleri ne yapacağız? Görmek istemeyene gerçeği göstermek, duymak istemeyene gerçeği duyurmak kolay mı? Hiç de değil. Bunu kaybettiğim zamanlarımda öğrendim. Tabii ki size tarih bilgisi verecek değilim. Zaten tarihçi de değilim. Ama neyi, nasıl okumak, bunun öğrenilmesi gerekli. Bulgular on iki bin yıl önce yaşam vardı derken yaşam altı bin yıldır yeryüzünde demek ve buna inanmak gerçekten yüzsüzlük olur. O zaman gerçeğin gölgesinde yol alınmaya başlanması lazım. Müzelerin şarkısını dinlemek lazım. Harput’u, Göbeklitepe’yi, Karahantepe’yi öğrenmek, öğretmek lazım. Hiç bilenle bilmeyenin bir olmadığı, bir tutulmadığı bir döngüde es geçmenin nasıl bir felaket olduğunu yaşadığımız kopuşlardan görüyoruz.
Velhasılıkelam, özün başlangıcını bilenler elest meclisinde “bela” sözünü vererek üzerine çektikleri kahrı, bile isteye sürdürmeye devam etmekteler. Kazanımların yalanlardan uzak gerçeklerle süslenmesi insanlık için ebediyetin edebiyat süzgecine ihtiyaç duyduğu her kadim dönem şiiri, mitin yadsınamaz gerçekliğine delildir. Bugün efsane, destan, masal, hikâye dediğimiz her anlatı insanoğlunun onurlu, zorlu, yorucu mücadelesinin aktarımıdır. Sözün özüne, özün sözüne olan hasretimiz de bundandır.