(Bürokrasisinin Yapısal Sorunu)
Devlet, kurumlarını oluştururken her zaman öncelikli olarak işine yarayanı seçer ve değerlendirir. Kalite, nitelik, ehliyet, emniyet, karakter ve sadakat kendi bürokrasisini oluştururken dikkate aldığı kriterlerdir. Bu kural dünyanın bütün ülkelerinde böyledir, böyle de olmak zorundadır.
Ancak bu kriterlere sahip bireyleri keşfetmek pek de kolay değildir. Eğer devletin nitelikli insan yetiştirmeye memur eğitim kurumları arzu edilen normlarda ve standartlarda değillerse o zaman hem bunları seçenler hem de seçilenler ironik bir durumla yüzleşmek zorundadırlar. İstenilen nitelikte ve standartlarda olmayanların, devletin çok önemli görevlerine getirecekleri bireylerde belirlenen standartları araması ne kadar gerçekçi olabilir ki?
Buna istinaden Türkiye’de siyaset kurumu bu olguyu bütünsel anlamda yönettiğine göre yukarıda değinilen husus üzerinden öncelikle bunu kendi bünyesinde gerçekleştirmek zorundadır.
Gelinen noktaya bakıldığında siyaset kurumu başta olmak üzere devletin kurumlarının genelinde bir nitelik kaybı, ehliyetten yoksunluk, siyaset-tarikat-cemaat hiyerarşisi sarmalında sıkışmış bir bürokratik yapılaşma Türk toplumunun son 150-200 yılına damgasını vurmuş bir realite olarak karşımızda durmaktadır.
Son dönemlerde daha belirgin bir biçimde kronikleşen bu olgu devletin çatı ayakları olan eğitim, sağlık, emniyet, askeri, adli ve ekonomi gibi alanlarda tam anlamıyla egemen oldu. Sonrasında malum bilinen alçak 15 Temmuz ihaneti ile hainliklerini taçlandıran ve tescilleyen sözde inanç temelli hain bir cemaat güruhu retoriği.
Günümüzde ve yakın gelecekte de devletin bütün kurumlarına sirayet etmiş ve etmeye de devam edecek bir cemaat kültürü olgusu üzerinden giden, fark edilmediği sanılan oysaki herkes tarafından bilinen gizli bir kurumsal işgal hareketinin varlığını kabul etmek gerekir.
Alçak FETÖ ihaneti bir realitedir. Yukarıda bahsedilen argümanı yani devleti siyaset-tarikat-cemaat paradigması üzerinden işgal edilebileceğinin bir realitesidir. Dolayısıyla devletin bütün cemaatlere bakışının bir miladıdır. Geriye dönüp tarihimizi şöyle bir karıştırdığımızda Emevilerde, Abbasilerde, Selçuklularda, Osmanlı İmparatorluğunda, Türkiye Cumhuriyetinde başkaldırı ve ihanetlerin tamamına yakını inanç temellidir. Mezhepsel bir anlayışın, cemaatin ya da tarikatın otoriteye karşı başkaldırısı Türk-İslam tarihinde sıklıkla yaşanmıştır.
Yüzyılın hatta üçüncü bin yılın en büyük ihanet şebekesi FETÖ doğru okunmayıp, duygusal davranarak, akıl ve mantık ölçüsünden uzak bir şekilde değerlendirilirse bu tür kalkışmalara ve yapılara cesaret verilmiş olunur.
Devlet var oldukça millet de özgür yaşar. Ancak devletin içinde bir gruba, bir zümreye, bir örgüte ayrıcalıklı davranılırsa bunun bir süre sonra sonuçları çok da arzu edilmeyen noktalara varabilir. Bunun en güzel örneği FETÖ gerçeğidir.
Bu tespitlerden sonra devlet bürokrasisini oluştururken siyaset- tarikat-cemaat sarmalına düşmeden liyakat, ehliyet ve erdem üzerinden hareket etmek zorundadır. Aksi takdirde devlet kurumlarında ve dolayısıyla devletin yapısında bir hantallık, bir çürümüşlük ve tedavisi zor hastalıklı bir bünye nükseder. Böylesine yapısal bir durum devlet bürokrasisini devletin kaynaklarına karşı savurgan bir tutuma sürükler. Tarihimiz her dönemde bu realiteyle yüzleşmiştir. Türkiye’de bu anlayış hiçbir dönemde ortadan kaldırılamamıştır. Devletin yapısını tanıyıp, adapte olan bürokrat bunu kendi ve çevresi için kullanmak adına hiç zaman kaybetmemiştir.
Devlet otoritesini yani iktidarı elinde tutan güç, bulunduğu noktadaki ya da konumdaki göreve çok yabancı, o alanda hiçbir tecrübesi ve uzmanlığı olmayan kişileri bürokrasinin içine almada tereddüt etmeden hareket etmesi cumhuriyet Türkiye’sinin en büyük hastalığı olmuştur. Gelenekselleşen bu anlayış devletin en önemli kurumlarında kökleşen bir yapıya dönüşmüştür. Dışişleri, Silahlı Kuvvetler, üniversiteler buna en güzel örnektir.
Bu anlayış kurumlarda bir tembelliğe, hantallığa, değişime, dönüşüme ve yeniliğe kapalılığa yol açmıştır.
Türkiye ve bugün iktidar olan siyasi hareket bu sorunu en açık şekilde eğitimde yaşamaktadır. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın“benim iktidarım eğitim ve kültür alanında başarısız olmuştur” itirafını unutmamak gerekir. En büyük özeleştiri ve eleştiri yine Türkiye’yi gerek bulunduğu coğrafyada gerekse dünyada etkili bir role büründüren Cumhuriyet tarihinin en etkili liderinden gelmiştir.
“MEB’in mevcut bürokratik yapısı yukarıda bahsedilen nedenlere bağlı olarak şekillenmiştir.” biçimindeki bir önermede bulunmak sanırım çok da yanlış olmaz.
Eğitimde yaşanan sorunları en iyi gören, yaparak, yaşayarak bu sorunlarla yüzleşen, okulun, sınıfın havasını; öğrencinin, velinin nefesini teneffüs eden öğretmenden ve eğitimci akademisyenden başkası olamaz. Dolayısıyla bu sorunlara tanık kim olmuşsa, çözüm önerisini de en güzel ve en kapsayıcı olacak şekilde yine o getirecektir.
Hazırlanan yönetmelikler ve mevzuatlar ne yazık ki sürdürülebilir değildir. Sürekli değiştirilen, yenilenen, uygulamada sorunlarla karşılaşılan yönetmelikler ne yazık ki bu alanda yetkin olmayan kişiler tarafından hazırlandığı için sık sık değişikliklere gidilmektedir.
Eğitim bakanlığının bürokrasisi yoğunluklu olarak kendi alanından oluşmadıktan sonra sorunların çözümünün çok da kolay olmayacağı bilinmelidir.
Kalın sağlıcakla.
NOT: Eğitim Politikaları Üzerine Yeni Yaklaşımlar adlı çalışmamın devamıdır.